Sahabiler, ilim ve irfanı kaynağından alıp onunla dünyayı aydınlatan örnek nesildi. Allah Resulü’nün (sallallahu aleyhi vesellem) Kuran ile eğitip, gönül mektebinde yetiştirdiği dava erleriydi. Onlardan biri olan Abdullah b. Abbas bir gün arkadaşına şöyle diyordu:
– Bugün Allah Resulü (sav) vefat etti, yarın büyük sahabiler de vefat edecek. O zaman ilim irfan onlarla birlikte yok olup gidecek…
Arkadaşı henüz o kıvama gelmemişti. İrfan pınarından süzülen nurla bakan Abdullah b. Abbas’ı anlayamadı ve:
– Önümüzde bu kadar büyük sahabi varken ilmi korumak bize mi düştü, dedi.
“Ben değilsem kim?” bilinciyle hareket eden Abdullah b. Abbas, arkadaşının sözlerine aldırmadan büyük sahabilerin peşlerinden koştu. İlim irfan meclislerini takip etti. Samimi gayretiyle ümmetin gözbebeklerinden biri oldu.
Aynı yolu izleyen pek çok sahabi vardı. Medine’de büyük sahabilerden ilim irfan öğrenen bu gençler, fetihlerle birlikte İslam dünyasının dört bir tarafına dağıldı. Şam, Kûfe, Basra, Mısır, Yemen ve daha nice beldede Kuran ve sünnet meşaleleri yakıp insanların akıl ve gönüllerini aydınlattılar.
Hz. Ebû Bekir Dönemi’nde başlayıp Hz. Ömer Dönemi’nde hızlanan fetihlere katılan sahabiler, Anadolu’ya kadar ilerlediler. Halid b. Velîd ve İyâz b. Ganem ile başlayan akınlar, Habîb b. Mesleme ile devam etti.
Allah Resulü (sav) vefat ettiğinde henüz yirmi yaşına gelmemiş olan Habîb b. Mesleme, Mekke’de doğup büyümüştü. Fihr oğulları soyundan olup Mesleme b. Malik’in tek oğluydu. Mekke’nin fethi veya hicret sırasında henüz on yaşında bir çocuktu. Mekke fethedilince ailesiyle birlikte İslam ile şereflendi. İslam’a gönülden bağlanan Habîb, büyük bir aşk ve şevkle dinini öğrenmeye başladı. Allah ve Resulü’nü tanıdıkça kalbindeki sevgi bir kat daha arttı. Lakin Allah Resulü (sav) Mekke’de kalmadı. Fetihten sonra Medine’ye geri döndü.
En Sevgili’den ayrılmak kalbi aşk ve muhabbetle dolu olan Habîb’i hüzne boğdu. Kalbini saran muhabbet büyüdükçe büyüdü. Bir an önce Medine’ye gitmek, Allah ve Resulü’nün istediği kıvamda bir mümin olmak istedi.
Babaya İtaat Allah’a İtaattir
Aradan bir yıl geçmiş, kalbinde büyüyen peygamber aşkı onu yakmaya başlamıştı. Bir an önce Allah Resûlü’ne (sav) gitmek istiyordu. Lakin babasının üzerine titrediği, evin tek çocuğuydu. Konuyu babasına açsa kabul etmeyeceği açıktı. İlim irfan aşkı ve peygamber sevgisi ağır bastı. Kalbinin sesini dinleyerek yaşının küçük olmasına aldırmadan gizlice baba ocağından ayrıldı. Medine’ye giden bir kervanla Allah Resulü’ne (sav) koştu. Bunu öğrenen babası da peşinden gitti. Huzur-u saadete çıktı. Durumu anlattıktan sonra oğlunu geri götürmek istediğini söyledi.
– Ya Resulallah! Habîb benim tek çocuğum. Elim ayağım. Malımın başında durup onlara bakacak, ailemi koruyup gözetecek tek kişi. Lütfen onun burada kalmasına izin verme. Benimle geri gönder, diye adeta yalvardı.
Hz. Peygamber yanında oturan Habîb’e döndü:
– Ey Habîb! Şimdi babanla geri dön! Umulur ki baban bir süre sonra seni serbest bırakır, buyurdu.
Emir En Sevgili’dendi. İtiraz edemezdi, etmedi de. İlim irfan aşkı ve peygamber sevgisiyle yanıp tutuşan kalbine rağmen babası ile geri döndü.
Aklı Medine’de kalmıştı. Gözü ise hep ufuklarda… Kalbi Allah ve Resûlü’nde, dili her daim bir çıkış yolu nasip etmesi için duadaydı. Rabbi, duasını kabul etti. Bir süre sonra Allah Resulü’nün (sav) işareti gerçekleşti. Bir yıl sonra babası vefat edince serbest kaldı. Onu toprağa verdikten sonra işlerini halledip Medine’ye koştu.1
Çok arzu etmesine rağmen uzunca bir süre Hz. Peygamber ile birlikte olamadı. Medine’ye geldikten bir yıl sonra hastalanan Allah Resûlü (sav) vefat etti. Bu kısa süre içerisinde yine de çok şey duydu, pek çok olaya şahit oldu. Duydukları ve gördükleriyle peygamber aşkı bir kat daha büyüdü.
Cihadın Öncü Birliklerinde
Hz. Peygamber’in vefatından sonra memleketine dönmeyip Medine’de kalan Habîb b. Mesleme, büyük sahabilerden istifade ederek ilim yolculuğuna devam etti. Hz. Ebû Bekir zamanında İslam’ın ve Müslümanların bekası için cepheden cepheye koşarak Ridde savaşları yaptı.
Fetihler başlayınca büyük bir heyecanla Halid b. Velid komutasındaki Şam Ordusu’na katıldı. Henüz yirmi yaşlarının başında genç bir babayiğit olan Habîb b. Mesleme, kısa sürede dikkatleri üzerine çekti.
Orduya katılmasının üzerinden bir yıl geçmişti. İslam ordusu hicretin 14. yılında büyük bir ordu ile Dımaşk/Şam önlerine kadar gelmiş, şehri fethe hazırlanıyordu. Genç sahabi o sırada birlik komutanıydı. Başkomutan Halid b. Velid Şamlıların şehir dışından yardım almalarını engellemek için ordunun en genç komutanlarından Habîb b. Mesleme ve Büsr b. Ebî Ertat’a küçük birliklerle çevre köylere baskın düzenlemekle görevlendirdi.2 Görevini başarı ile tamamlayan sahabiler, bundan sonra Dımeşk fethine katıldılar.
İslam ordusu ile zaferden zafere koşan Habîb b. Mesleme, fetih sırasında aynı yıl öncü süvari birliği komutanı oldu. Yermük Savaş’ının ardından Suriye topraklarında yıldırım hızıyla ilerleyen İslam ordusuyla ülkenin büyük bölümünün fethine katıldı.
Savaşlarda büyük kahramanlıklar gösteren Habîb’in cesaret ve kabiliyeti Hz. Ömer’in kulağına kadar gitmişti. Duyduklarından hoşlanan halife, sohbetlerinde ondan bahsediyor, sahabiyi takdirle anıyordu.
Habîb b. Mesleme’nin kalbindeki ibadet aşkı, cihat aşkı kadar büyüktü. Hicretin 20. yılında, cepheden ayrılıp hac görevini ifa için Mekke’ye gitti. Orada Hz. Ömer ile karşılaştı. Halife kendisinden övgüyle söz edilen genç kahramanla yakından ilgilendi. Çeşitli sorular sorarak onu tanımaya çalıştı.
– Ordunun geri hizmetinde misin, diye sorduğunda kahramanlığı kadar mütevazı olan genç sahabi:
– Vallahi hem geride hem de öncü birliklerinde savaşıyorum, dedi. Aldığı cevaptan memnun kalan halife, bir süre onu yanında bulundurdu. Bir gün onu dünya malına karşı tavrı konusunda denemek istedi. Görevlilere:
– Ona hazinenin kapılarını açın! Dilediğini şeyi alsın, emrini verdi.
Ardına kadar açılan hazinede bulunan altın ve gümüşlere dokunmayan genç sahabi, oradan yalnızca bir silah aldı.3 Hz. Ömer bununla cepheden gelen haberlerin doğruluğuna test ederken o günden sonra sahabiye daha fazla değer verdi.
İlimle Taçlanan Cihad
Cihad aşkı Habîb b. Mesleme’yi ilim ve irfandan hiçbir zaman alıkoymadı. Her fırsatta büyük sahabilerin yanına koşuyor, onların tavsiyelerini dinliyordu. Onlardan biri de Ebû’d Derdâ (ra) idi. Bir gün genç sahabiye şu tavsiyede bulundu:
– Mazlumun bedduasından sakın! Çünkü Allah Resulü (sav) “Bir kul zulmederse Allah ona yardım etmez. Kendisine yardım edecek biri de bulunmaz.” buyurdu.4
Şam’da bulunduğu sürede gönül dünyasını aydınlatan Ebû’d Derdâ’nın (ra) sohbetinden ayrılmadı. Hastalandığını haber alınca ziyaretine gitti. Halinden vefatının yaklaştığını anladı.
– Anladığım kadarı ile Rabbine varmak üzeresin. Allah seni hayırla mükafatlandırsın, duasında bulundu. Ziyarete gelenlerden biri:
– Ey Ebû’d Derdâ! Şikayetin nedir, diye sorduğunda gönüller fatihi Ebû’d Derdâ (ra), eşsiz bir iman bilinciyle:
– Günahlarımdan şikayetçiyim, dedi. Adamlar:
– Canın ne istiyor, diye sorduklarında
– Elbette cenneti, dedi.
– Sana doktor çağıralım mı, dediklerinde ise
– Beni hasta eden zaten dertlere şifa verenin ta kendisi, dedi.5
Sahabinin verdiği cevaptan etkilenen Habîb b. Mesleme, bu iman bilincini hayatı boyunca kendisine rehber edindi.
Kaynakça: 1) Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, 10/109; İbn Manzûr, Muhtasar, 6/190. 2) İbn Manzûr, Muhtasar, 14/335. 3)Belâzürî, Futûhu’l-büldân, 132. 4) İbn Manzûr, Muhtasar, 6/190. 5) İbn Manzûr, Muhtasar, 29/230.
-Abdullah Kara