Mayalanmak, aniden gerçekleşen bir durum değil, değişimle sonuçlanan ve yeni bir hal başlatan bir süreçtir.
“Maya” kelimesini bildik anlamının yanı sıra ruh, karakter, kimlik, yaratılış anlamlarında kullanırız. Mesela “mayası bozuk” veya “mayası sağlam” ifadeleri, bahsedilen şeyin (insan, çevre, coğrafya, ürün) muhtevasına dair anlamlar içerir.
Mayalamak “maya çalmak” ile başlar. “Maya çalmak” ifadesindeki “çalmak” kelimesi, emeği, sanatı ve mahareti ifade eder. Mayalamak için, emeğin yanı sıra maharetimizin olması gerekir. Maya çalmak, enstrüman çalmak, gönül çalmak; hepsi maharet ister. İnce bir iştir mayalamak, mayayı tutturmak. İşini bilen, maharetli, sabırlı ustaların mayası tutar. Bunun için emek, süreklilik, umut gerekir.
“Maya çalmak” bir değişim ve kıvam vermek iken, “yere çalmak” sağlam bir karşı koyuştur, meydan okumaktır, yenmektir. Mayasına güvenen, kendi mayasını çalan, başka mayaları, saldırıları, sokulmaları engeller, onları yere çalar.
Maya özdür. Bir şeyin özü, o şeyin en kuvvetli ve en kıvamlı kısmıdır. Onun için az bir maya ile çok olanı mayalarız. Koca bir tencere sütü mayalayan bir kaşık yoğurttur. Maya, öz olduğu için, mayaladığını kendine benzetir. Öz olan, özündeki özellikleri, mayaladığı her şeyde gösterir. Onun için mayanın bize ait olması, bizim mayamız olması gerekir. Mayalamak yeni bir kimlik inşa etmek, yeni bir hal, muhteva, ruh kazandırmak demektir.
Mayası olmamak büyük hüsrandır. Mayası olmayan başka mayalar, başka özler aramak durumunda kalır. Mayasızlık, üretime ara vermektir, akışkanlığın durmasıdır, fetrettir, mağlubiyettir, kendini unutup başkası olmaktır.
Mayalamada üç unsur vardır. Mayalama işini yapan usta, mayalamaya imkan veren iklim, mayanın kendisi.
Bin yıllık maya
“Anadolu’yu mayalayanlar” denildiğinde, Anadolu’ya yeni bir ruh, yeni bir renk, yeni bir aşk aşılayanları anlarız. Anadolu’nun bin yıldır mayası Müslümanlıktır. Bu maya, Anadolu Müslümanlığı, Anadolu irfanı, Anadolu ruhu gibi farklı terkiplerle tanımlayabileceğimiz ilim, irfan ve hikmet dolu bir iklim oluşturmuştur. Öyle güçlü bir iklimdir ki, coğrafyasında bulunan her insanı, her şehri, her yapıyı etkilemiş, onlara rengini vermiş, ruhuna değmiştir.
Tarih araştırmacılarının yazdıklarından anladığımıza göre, Anadolu’yu İslam mayası ile tanıştıranlardan biri de, hayvanlarını otlatmak için, bazen mevsim gereği, bazen yeni alanlara ihtiyaç duyulduğundan farklı vadilere giden Türkmen oymaklarıdır. Malazgirt Zaferi’nden önce başlayan bu geliş gidişlere Selçuklular yön vermiştir. Selçuklular, hayvan otlatmak için farklı arayışlara giren göçebe oymakların, yöredeki Müslüman halkı sıkıştırmasını istemedikleri için Türkmen oymaklarını o dönem Bizans’ın elindeki Anadolu’ya yönlendirdiler. Anadolu’yu İslam ile tanıştıranlar arasında sufiler, erenler, dervişler gibi isimlerle tanımlayabileceğimiz tasavvuf ehli olan Horasan Erenleri de vardır. Ayrıca bölgeye gelip giden Müslüman tüccarlar da Anadolu’ya İslam’ı taşıyan öncüler arasındadır. Tüccarlar; yaşamları, ahlakları ve sözleriyle, özellikle esnaf ve ticaret ehlini etkilemişler, onlarda İslam’a hayranlık uyanmasına vesile olmuşlardır.
Bu ilk tanışmalardan sonra derinden mayalanma süreci başlar Anadolu’da. Malazgirt’in fethinden sonra, Anadolu’nun İslamlaşması ve Türkleşmesi hız kazanır. Bu mayalanma süreci Anadolu’yu artık bir İslam vadisine dönüştürür. Bu sadece bir din değişimi değildir, mayalanmanın gereği olarak her şeyin değişimidir. Ses değişir, söz değişir, yürüyüş değişir, lezzet değişir, giyim kuşam değişir. Maya tutmuştur. O mayalanma her dönem devam eder, maya tuttukça Müslümanlık; ilim, irfan, hikmet, ahlak ile Anadolu’nun derinliklerine doğru ilerler. Sonra Balkanlara geçer, oraları da marifetle aydınlatır, oraları da hak mayası ile mayalar, hakikati derinlere kadar ulaştırır, kökleştirir.
Maya ustaları
Anadolu’yu mayalayanların isimlerini saymaya kalkınca uzun bir liste yapmamız gerekir. Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlana Celaleddin Rumi aklımıza öncelikle gelenlerdir. Bu isimlerin hiç biri tek başına değildir, sevenleri, arkadaşları, iz sürenleri vardır, her yörede bağlıları vardır. Tasavvuf ehlinin yanı sıra medreselerde ders veren müderrisler, memleketlerini bilgelikle yöneten beyler, sultanlar, padişahlar da Anadolu’nun hikmetle mayalanmasında payı olan öncülerdir.Bir ürünü mayalamak için saatler yetebilir ama insanı mayalamak için uzun zamanlar gerekir. Bir coğrafyayı, bir memleketi, bir asrı mayalamak çok uzun zaman ister, çok emek ve sabır ister, ince işçilik ister. Şehirleri, memleketleri, coğrafyaları mayalamaya bir kişi yetmez, çok kişi, çok gönül, çok dil gerekir.
Anadolu’nun mayalanmasında, ışığı ilim halkalarından doğarak dağları ve şehirleri aşarak memleketlere yayılan mezhep imamlarının da ciddi payı vardır. Özellikle Anadolu’da müntesipleri çok olan Hanefi mezhebinin kurucusu İmam Ebu Hanife ile Şafiiliğin kurucusu İmam Şafi’yi saymalıyız. Fıkıh imamlarının yanı sıra, inanç ekollerinin öncüleri olan İmam Maturidi ve İmam Eş’ari’yi de Anadolu’nun ikliminde payı olan dinamikler olarak zikretmemiz gerekir.
Mayalanmanın her dem sürmesi
Mayamız taze olmalıdır. Bayatlamış maya gücünü yitirmiştir, özünden eksilmeler olmuştur. Mayamızın taze olması için, mayalamanın süreklilik arz etmesi gerekir. Mayayı korumak, onu saklamakla değil hayatın içinde her daim kendini yenilemesi, her daim mayalanması, süreklilik arz etmesiyle mümkündür.
İşte bunun için Anadolu’nun mayalanması her daim devam etmiş, her asırda yeni yeni ustalar bu işi yaparak sonraki nesillere irfan dolu bir coğrafya teslim etmişlerdir. Son asırdaki isimleri saymaya kalkarsak, Mehmet Akif Ersoy, Bediüzzaman Said Nursi, Nurettin Topçu, Süleyman Hilmi Tunahan, Mehmed Zahit Kotku, Celaleddin Ökten, Necip Fazıl Kısakürek, Şule Yüksel Şenler, Mahmut Sami Ramazanoğlu, Sezai Karakoç, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Necmettin Erbakan gibi bir çırpıda farklı kuşaklardan çok sayıda ismi sayabiliriz. Yine de saymamız gerekenlerden az bir kısmını saymış oluruz. Çünkü coğrafyayı ve insanlığı mayalamak, birkaç kişinin değil her devirde onlarca ilim ve gönül ehlinin marifetiyle olur. Bunların bazıları ilim adamı, bazıları müçtehit, bazıları tüccar, bazıları sufi, bazıları mütefekkir, bazıları sanatçı, bazıları devlet adamıdır. Mayamız her meşrebe, mezhebe, mesleğe ulaşmalı ki memleketimizin her zerresinde, her kalbinde, her nefesinde mayamız tutsun.
Mayanın cüzleri
Bir coğrafyayı mayalamak için çok şey gerekir. Önce ilim gerekir. İlim olmadan maya olmaz. İlimden sonra irfan, hikmet ve amel gerekir. Sonra söz gerekir. Söz olmadan akla, hikmet olmadan kalbe, amel olmadan göze ulaşamayız. Sonra dostluk, yarenlik, sırdaşlık gerekir.
Sanatsız maya olmaz. İnsan ve şehirler sanat ile estetik hale gelir. İnanç kendini en latif şekliyle sanatta gösterir. Şiir olmadan eksik kalır maya. İrfan ehlinin şiir dostu olması bundandır. Sözün en saf halidir çünkü şiir. Bunlar olmadan mayamız eksik kalır. Sonra sefer gerekir. Sefersiz ne söz ulaşır uzaklara, ne selam. Anadolu’yu mayalayanlarda hepsi vardı; söz vardı, sefer vardı, ilim vardı, amel vardı, ihlas vardı, istikamet vardı, dostluk vardı, sabır sebat vardı, aşk vardı, dert vardı, derman vardı. Yine öyle olmalı, yine öyle olmalıyız. Olmazsak öyle, mayamız tutmaz, rüzgarımız azalır, iklimimiz değişir.
Erol Erdoğan