Genç Kalemler

Akıl ve Kalp

902Okunma

Peygamberler yaptıkları tebliğle, beynin ön lobunu yani aklın-mantığın(bilincin) yer aldığı alanı ilimle harekete geçirerek, beynin arkasındaki bilinç dışı olan duyguları(nefsani duygular dahil) dengeli bir şekilde kontrolünü sağlamaya çalışmış oldular.

Henüz ilk insan yaratılmamışken meleklerin çekindiği konu, bu oto kontrolün kurulamama sonucu ortaya çıkacak kaosla ilgiliydi. Nitekim Hz. Ademe Allah tarafından bazı isimler öğretilerek insanoğlunun bu potansiyel riskiyle ilgili bir çözüm ortaya çıktı.

Psikanalizin kurucusu Freud’un bu konularla ilgili yaptığı çalışmayı aslında kendi sözlerimle şöyle özetleyebilirim:

Beynin arkasındaki bilinç dışındaki duyguların(nefsani duygular dahil) , beynin ön tarafındaki aklın aktif olduğu bilinçle eğitilmediğinde insanlığın savaşlar üreten bir vahşiliğe dönmesini bahsetmiş oluyordu. Freud iki çocuğu bilgiyle eğitmeye çalışarak adeta bir deney yapmış oldu. İşte İman; sahih bir ilimle, beynin ön tarafıyla irtibatlı aklı aktifleştirerek, insanın beyninin arka tarafındaki korku, ümit, sevgi duygularının ve nefsin yalnızca bir olan ilaha teslim olmasıdır. Salih amel ise; iman ilminin beynin ön tarafını yani aklın mantığın irtibatlı olduğu bilinci harekete geçirmesiyle insana kendisinin acziyetini ilimle fark ettirmesiyle oluşan Allah’ı tanıması sonucu yüce yaratıcıya olan sevgi duygusunu, duanın kabul olunabileceği ve cennetin kazanılabileceği ümidini,  bela, musibet ve hastalık korkusunu, cehennem korkusunu vb beynin arka tarafındaki bu duyguları, nefsani duyguları dengeli ve kontrollü harekete geçirerek kişinin ibadete yönlendirilmiş olmasının nihai sonucudur.

Kuranın tamamına yakını Tevhid, nübüvvet, ahiret konularını içerir. Mesela beynin arka tarafındaki korku duygusunu ilimle müsbet yönde aktifleştiren kıyamet ve cehennem, ümit duygusunu ilimle müsbet yönde aktifleştiren cennet kuranda toplamda 2000 ayet civarı geçmektedir. Tevhid konusu keza kuranın 3 te biridir. Tevhid, ilimle aklı ve her türlü korku, ümit, sevgi duygularını itidal çizgiye çeker. İşte peygamberler bu minvalde Tevhid, nübüvvet, haşir konularını ilimle, aklın ve duyguların(kalbin) birbiriyle dengeli bir şekilde itidal üzere yürütülmesi adına gayret göstermiş oldular. Bütün bunları bildiği halde kendisinin ve çevresindekilerin dönüşmesi için, hatta kimi lider karakterli hocaların tebliğ yaparak toplumun dönüştürebilmesi için; insanların öncelikli olarak elzem ve acil olan ihtiyaçlarından iman ve salih ameller konusunda eğitmek yerine demokrasinin yanlışlığı, şeriatın siyasi boyutu, fıkıh, sahabe hayatları, siyer, tefsir vs. konuları daha sonraki aşamalar olmasına rağmen bu konuları anlatmaya, öğretmeye çalışma gayreti içerisinde olmaları durumunda, beynin arka tarafı kullanılarak ihlas bir anlığına bile olsa kenara itilmiş olur.

İman ve salih amel gibi öncelikli konuların öğretilmiş olduğu kişiler ve bu öncelikli konuları öğreten konumuna geçmiş kişiler tabii ki derinlikli ilmi çalışmalar içerisine de girebilirler. Bunda bir mahsur yoktur. Hadis, Fıkıh, siyer, sahabe hayatları, peygamberler tarihi, tefsir vs. alanında çalışma yapanlar tabii ki olmalıdır. Ama öncelikli olarak zaruri iman, zaruri salih amel konularını kendimize ve en azından yakınlarımıza aşılamayı, hatırlatmayı bir kenara bırakmadan… Aksi halde nefsani duygularımıza uyup, bu konuları kenara bırakmış oluruz.

Bilim Ve Din İlişkisi(Atomlardan Eşrefi Mahlukata)

Materyalist(maddeci) felsefe ideolojisiyle anlatılan bilimde bazı gerçekler anlatılmamaktadır. Bunun böyle olması fayda yerine zarar sağlamaktadır. Bir gözün, kulağın içerisindeki işlemleri anlatıp, onların insana sağladığı görme ve duyma faydalarından bahsetmemeleri hiç insana cazip gelir mi? Bu şekilde anlatıldığında, organlardaki işleyişin “insana hiçbir cazibesi ve faydası yoktur” algısı meydana geliyor.

Vücudumuzda adalet yani denge vardır. Vücudun sıcaklık dengesi, tuz dengesi, ph dengesi vardır. Hormonların ve enzimlerin dengeyi sağlamak için çalışması söz konusudur. Ama materyalist felsefe perspektifiyle bilim anlatanlar bu gerçekleri anlatmamaktadırlar. Çünkü yaratıcı ayan beyan ortaya çıkmış olacak. Atmosferde, doğada, her şeyde denge(adalet) olmasının El-Adl’dan olduğu ortaya çıkmış olacak. Böylelikle bildiklerini örtmüş oluyorlar

Vücudumuzda, doğada bir temizlemenin devir daimle devam ettiğini bilimsel gerçeklere rağmen yine bahsetmemektedirler. Çünkü El-Kuddüs (çok temiz) olan yaratıcı ortaya çıkacak.

Basit bir damla sudan mükemmel insanın,basit bir tohumdan mükemmel bir ağacın ortaya çıkması gibi  kainattaki her şeyin basitten mükemmele terbiye edilerek getirilmesini anlatmamaktadırlar. Çünkü bunları yapan bir Rabbin(terbiye eden) olduğu ortaya çıkacak. Böylece hayatın anlamının sorgulanmasıyla birlikte insanın kainattaki sorumluluğuda gündeme gelmiş olacak.

Bu tür gerçeklerin, materyalist felsefeyle bilimi pazarlayanlarca (halbuki bilim tevhid diyor) saklanması fayda yerine zarar sağlıyor. Bu şekilde kendini tanımlandıramayanlar; El-Adl(adaletli) ile ahirete, el-kuddüs(çok temiz) ile maddi ve manevi temizliğe kısacası Rab ismi ile korku, ümit, sevgi duygularıyla imana, ahlaka yönelemiyorlar. Bundan dolayı materyalist felsefe ideolojisiyle bilimi elinde bulunduran ülkeler, bilimle fayda sağlamak yerine aynı bilimle milyonlarca insanın öldürülmesine, güçsüz halkların ekonomik olarak sömürülmesine, her kesimden insanın(kadının, yaşlının, çocuğun) zulme uğramasına sebep oluyorlar. Materyalist felsefe ideolojisiyle bilimi değerlendirmeleri; El halik, El-Hallak, El-Adl, El-Kuddüs, Rab ve diğer isimleri görmezden gelmeye gayret göstermelerine neden oluyor. İnsan ile ALLAH arasındaki bağı kopardıkları için, ahlakın hiçbir bağlayıcılığı onlarda kalmıyor.

Bu şekilde bilimi ellerinde bulunduran güçlü ülkeler materyalist felsefeyle bilimi degerlendirdiklerinden yani Allah’ı görmezden geldiklerinden ahlak yoksunu olmaktadırlar. Çünkü bilimi, materyalist felsefe ideolojisiyle değerlendirmeleri sonucu; Rabbi görmezden geldiklerinden Rab korkusu, El-adl’ı (ahiretin delili adaleti) görmezden gelmeleri, ahiret korkusu oluşmasına engel teşkil eder. Bu yüzden ahlakı ihtiyaç olarak görmemektedirler.

Böylece dünyadaki mazlumlara(kadın, yaşlı, çocuk) siyasi, ekonomik, askeri zulümleri yapmaktadırlar. Bilimi kendi uydurdukları ideolojiye alet ederek; insan ile ALLAH arasındaki bağı, insanın ALLAH ile arasındaki ‘şahsi ilişkiyi’ yani ahlaki ilişkiyi kaldırdıklarından insanlığa bu şekilde fayda yerine zarar üretmektedirler. Halbuki sağ duyulu ve önyargısız olarak bilim ele alındığında; bilim, tevhid hakikatini haykırıyor. Materyalist felsefeye sahip bilimcilerin Müslüman olmasını, böylelikle kendilerine ve/veya başkalarına yapabildikleri zulümlerin son bulmasını niyaz ediyorum.

 

Deist, Ateist Bilmecesi

Deistlerin, ateistlerin hikmetini bilmedikleri için kendilerine mantıklı gelmeyen bazı hikmetli kuran ayetlerinin, bazı hikmetli sünnetlerin hak olduğuna inandırmak için onları ikna etmeye çalışmak yerine öncelikle tevhid anlatılmalıdır. Zaten peygamberimiz (sav) her çeşit kafire ilk iman anlatmaya çalışmıştır. Öncelikle imanın ana konularında sıkıntısı olanlara deliller göstermeye çalıştı. Nebi’mizin (sav) böyle yaptığını ;müşriklerin Rabbimize isnad ettikleri yanlış şeyleri ortadan kaldırmak için cevap niteliğindeki kurandaki sahih Allah tasavvuru delillerinden, bir müşriğin kurumuş kemikler mi tekrar yaratılacak diye sormasına karşılık müşriğe cevap olarak kurumuş kemiklerin tekrar yaratılabileceğiyle ilgili ayet delilinden, Kuran’ın Allah tarafından gönderildiğine inanmayanlara Rabbimiz tarafindan Kuran’ın gönderildiğiyle ilgili öğretici ayetlerden anlayabiliyoruz. Ama kuranda ey kafirler, kadınları dövün ayetinin hikmeti şudur diye bir ayet yok.

Çünkü iman eden kişi Allah’ın hikmetli olduğuna inandığından, Kuran-ı Allah’ın gönderdiğini bildiğinden Hızır (as) olduğu söylenen zatın kuranda çocuk öldürdüğünü okuduğunda bile bu öldürme işinin hikmetli olduğuna iman eder. Peygamber efendimiz (SAV) isra ve mirac olayına inanmayan müşriklere isra ve mirac hadisesine iman etmeleri için onların yanına gidip onları inandırmaya çalışmadı. Yine insanlara iman anlatmaya devam etti. Nitekim müşrikler, tevhide iman edince isra ve miraç olayına da, müteşabih ayetlere de, hoşlarına gitmeyen ayetlere de, daha önce iman etmelerini engelleyen zanlarının şüphelerinin kendilerine göre bazı gerekçelerin geçersiz olduğuna da otomatikman iman ettiler. Bir ateist Rus bayan Müslüman olmadan önce başörtüsü takmayı mantıklı görmezmiş. Bu Rus bayan tevhide iman ettikten sonra başörtüsü takmanın hikmetini bilmediği halde iman ettiğinden dolayı başörtüsü taktığını belirtiyor.

Kuran Müslümanları şöyle demektedir:” Ateist, deistler bazı Müslümanların yanlışlarından hurafelerinden dolayı İslam’a inanmamakta devam ediyorlar. Müslümanların yanlışlarından hurafelerinden dolayı bazı insanlarda ateizme, deizme düşüyorlar” diye belirtiyorlar.

Burada yanlış bir tespit yapıyorlar. Halbuki her bir küfre düşen insanın küfre düşmesinin ana sebebi, tevhide iman etmiyor oluşudur. Tabii ki Müslümanların yanlışları, hurafeleri bu insanların İslam’ı araştırmasına engel oluyor, İslam’a yaklaşmamasına neden oluyor. Ama Kuran Müslümanları gibi tek tek bu yanlışların İslam’da olmadığını anlatmak yerine tevhid anlatılsa ve muhatap buna iman etse o kişi bazı ateistler gibi doğuyla bati arası kadar bir farkla İslam’dan uzak olsa bile Müslüman olmuş olacağından ortada sorun kalmaz. Tek tek İslam’daki hükümlerin hikmetini, tek tek Müslümanların yanlışlarının İslam’dan kaynaklanmadığı ispat edilse bile inançsız kişi başka konularla başka sorularla karşınıza çıkabiliyor. İslam’la ilgili oluşan yanlış algılar hususunda insanın aklındaki 20 soruya cevap verseniz 21.soruyu size sorabiliyor. İslami hükümlerle ilgili, İslam’ın yanlış algılanmasıyla ilgili 1000 sorusunu çok hikmetli cevaplasanız bile 1001.soruyu sorabiliyor. Çünkü asıl sorun kişinin imani ana konuları bilmemesinden, iman etmemesidir. İnançsız kişinin en temel sorunu İslam’la ilgili yanlış algılar, aklına yatmayan İslami hükümler değildir. Ataistlerde, deistlerde yanlış bir İslami algı oluşmasını sağlayan küfür zemini; yanlışlar yapan Müslümanlardan önce, 1.sırada önem derecesine sahip olan Tevhide iman etmemiş olmalarıyla oluşan çok kaygan bir zeminle ilgili bir durumdur. Bazı Müslümanların yanlışlarının, hurafelerinin; ateistlerin, deistlerin İslam’ı araştırmamasına, İslam’a yaklaşmamasına neden olması, o ateist ve deistlerin tevhide iman etmemesinin getirdiği ekstra yan etkiler, yan sorunlardır. Nitekim tevhide iman edip Müslüman olan ateistlerde, deistlerde bu yan etkiler, yan sorunlar ortadan kalkıyor.

Suat Altınbaşak