Anadoluyu MayalayanlarÖne Çıkanlar

Gönüller Dermeye Geldim

2.03BinOkunma

Türkiye, barış ve güvenlik yurdudur.  Hz. Nuh’un (as) mirası, Hz. İbrahim’in (as) emaneti, Hz. Muhammed’in (sav) vasiyeti, insanlığın umududur. Bu umudu geleceğe taşımak için kemal yolculuğuna ihtiyacımız var. Anadolu, “Halil İbrahim bereketi”nin ete kemiğe büründüğü yerdir.

Hz Muhammed’in (sav) fethini müjdelediği İstanbul’un yolunu açan köprüdür. Türkiye bizim en güzel nasibimizdir. “Hayat teselli bulmaktır.” (Yusuf Hemadani) Gönüllere şifa, ömre bereket sözlerle teselli arayalım. Teselli ararken yol olup yol açalım. Yolu bozan olmayalım, kaybolmamak için kılavuzlarla, kamil insanlarla yola revan olalım. “Ricâl’ül Gayb” denen, varlığını bilinmezlik toprağına gömenlerin izinden yürüyen gönül mayalayan öncülere ihtiyacımız var.

Türkiye insanlığın baba ocağıdır

Anadolu; Hz Nuh’un, tufanda gemiyi indirmek istediği yeri işaret eden duaya verilmiş bir cevaptır. “Ve de ki: Rabbim! Beni bereketli bir yere indir. Sen, iskan edenlerin en hayırlısısın.” (Mü’min, 29) Gemi Cudi’ye indiği günden beri; Türkiye insanlığın baba ocağıdır. İnsanlar dünyaya buradan yayıldı. Sezai Karakoç’un diliyle, “Her çağda ve şartlar ne kadar ağır ve umutsuz olursa olsun, inananlar için muhakkak bir Nuh’un gemisi vardır.” Anadolu, Hz İbrahim’in putları devirdiği yerdir. Nemrut’un ateşi, Hz İbrahim’in Allah’ın lütfuyla içinden selametle çıktığı ateşti. Ateşler içinde kalsak bile yanmamak için yol aramalıyız. Sezai Karakoç; “Sen İbrahim ol, ateş sende yakacak bir şey bulamasın.” demişti.

Anadolu insanı “dertli insan”dır. “Bir damlayım amma, ummanın derdini taşıyorum.” diyen Hz Mevlana’nın takipçisidir. Toprağa bağlı, sevgi dolu, sorumluluk şuuru taşıyan, mazlumlara sahip çıkan insandır. Geçmişi göçebe olan, Anadolu’ya yerleşen ecdadımız, huzur ve refahı temin etmeyi kendisine vazife bilmiştir. Bu derdi yüklenenler, vatandan ve topraktan menfaat uman göçebe bir gezgin gibi davranamaz. Toprağa ve emeğe hürmet ederler. Anadolu mayası bize; sevgi, şefkat ve merhamet bekleyenleri kardeş bilip bağrımıza basmayı, kimseyi dışlamamayı öğretmiştir. 13. asırda değişik yerlerden manevi ilhamlarla gelerek gönüllere maya çalan hikmet ehlinin bize yurt kıldığı Anadolu, muhabbetle ve onurla yaşayacağımız yerdir. Kaderimiz vatan uğruna şehit olmaksa, ona da eyvallah der şehadete koşarız.

Anadolu, “Döl oğlu değil, yol oğlu olun” sözleri kulağımıza fısıldanarak, gönüllerin mayalandığı yerdir. Maya; şiir, hikaye, musikî, tasavvuf neşvesi ve ahilik kültürüyle gönüllerimize çalındı. Hikmet erleri; sohbet, hal, hareket ve davranışlarıyla ve inşa ettikleri tekke ve zaviyelerle gönülleri mayaladılar. Haçlı saldırıları ve Moğol istilasıyla kalpleri bunalan insanımıza, gönül mayalayan sözler söylediler. İslam orduları fetih için beldelere doğru yürürken, onlardan önce yürüyen “Sufiler” gittikleri yerlere ya “Ribat” ya “Tekke” ya da “Zaviye” inşa ederek yöre halkının işlerine yardım etmiş, onların gönüllerine girmiş ve o toplulukların gözünde adeta birer “Yürüyen Kuran” olmuşlardır.

Ariflerden hikmetli sözler

Arifler, gönül ülkesini imar ve inşa ederler. Hikmetli sözlerden bazılarını paylaşalım: “Arif o kişidir ki, beden ülkesini viran eyler.” diyen Ahmet Yesevi’nin sözleriyle başlayalım;

“Şeriatın bostanında cevelan eyledim (dolaştım),

Tarikatın gülzârında seyran eyledim.

Hakikatten kanat tutup göklerde uçtum,

Marifetin eşiğini açtım dostlar.”

Yesevî hikmette; ilim, irfan, şeriat, tarikat bütünlüğü önemlidir.

Var oluş dört kapıdan geçerek tamamlanır. Gönül mülkümüze, Allah hakim olursa dünya bizi mağlup edemez.

Yunus Emre, kırk yıl dergaha eğri odun götürmeyerek, aşk ve doğruluk dersi vermişti. “Gönüller dermeye geldim”, “Ballar balını buldum kovanım yağma olsun.” diyen Yunus’u anlamalıyız.

“Bir elbise ile kalp kırdın mı; aynı elbise ile bir gönül al ki, elbisen senden şikayetçi olmasın”, “İnsan ve Kuran ikiz kardeştir”, “Kirlenmemekle değil, temizlenmekle yükümlüyüz.” diyen İbn-i Arabî’yi duymak lazım…

Eğer Belh’te yaşamaya devam etseydim medresede molla olurdum, fakat beni bu topraklar şair kıldı diyen Hz. Mevlana; “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşır. Sana acı sözler söylüyorsam, bu sadece seni tüm acılıktan temizlemek içindir. Konuşma ruhun göğsündeki süttür, emecek biri olmadan çıkmaz. Dinleyen susuz ise ve su arıyorsa hatip ölü bile olsa belagat kazanır. Ameli olmayan hikmetli söz, ödünç alınmış süslü elbise gibidir.” demiş.

“Bir olun, iri olun, diri olun!” diyen Hacı Bektaş-ı Veli’nin tebessümünü, bir dizine aslanı diğer dizine ceylanı oturtan şefkat ve merhametini kuşanmalı. “Usül bil, adap bil, sınır bil” diyen, devleti değil insanı esas almak gerektiğini söyleyen Şeyh Edebali’nin sözlerini kalbe düstur, kulağa küpe etmek gerekir.

Zeynüddin Hâfi’nin, Abdurrahim Merzifonî’yi Türkistan’dan Anadolu’ya gönderirken söylediği “Bir aşk kütüğü yaktık, Rum üzerine attık.” sözü manidardır… Bazı dervişlerini irşad için Anadolu’ya gönderen Hoca Ahmet Yesevi’nin yaşadığı Orta Asya’da, Hanedanlar arasında taht kavgaları, kargaşalar ve siyasi istikrarsızlık vardı. Kendisi orada, birlik, dirlik ve huzurun sağlanması için çalıştığı gibi, kardeşleri de Anadolu ve Balkanlara dirlik ve huzur taşımıştı. Endülüs ve Selçuklu biterken Osmanlı doğdu. Güneş her dem yeniden doğar. Günün vazifesini kuşanarak içimize doğru bir sefere çıkalım. Kitaplardaki hikmetleri ölü metinlere dönüştürmeyelim, onların üzerine yeni fikir ve düşünceler üretelim.

Kelimeler şifa bulmazsa medeniyet ihya olmaz

Bizi geleceğe taşıyacak maya aynı mayadır. Gönüllere çalınan maya, devletimizi ulu bir çınara dönüştürdü. Selçuklu sonrası kurulan Osmanlı, Gazi dervişler, Ahi tüccarlar ve Sanatkarlar eliyle

büyük bir devlet haline gelmişti. Gönülleri mayalayarak güzel bir dünya kuran ecdadın torunları olarak sadece söz söyleyip geri çekilemeyiz. Vazgeçmek terk etmek olur, asla vazgeçmeyelim.

Büyük bir coğrafyayı kudret ve şefkatle yöneten ecdadımız, zamanla hikmet, sanatkarlık ve zarafeti yitirince zaafa uğradı. Gaza ruhuyla büyüyen devletimiz, lüks, ihtişam, şatafat ve gösteriş tutkusuyla yıkılmaya başladı. Hikmetli sözleri kaybedince, çirkin sözler gönülleri zehirledi. Yeni bir dünya için umut biriktiren, gönül mayalayan sözler söyleyelim. Mezardaki büyüklerin hikmetli sözlerine kulak kesilelim amma, hikmetli sözler söyleyen bilgeler yetiştirelim. Bunun için kelimelerimize sahip çıkalım. Sözlerimiz, gönüle değecek hikmete sahip olsun. Unutmayalım ki, kelimeler şifa bulmazsa medeniyet ihya olmaz.

“Osmanlı’nın gerçek yıkılması toprakları değil, kavramları, dolayısıyla anlamları kaybetmesiyle başlar. Bu kaybın ilk adımı Batılı kavramları aslî kavramlarımıza göre eş, eşit ve eşdeğer görmektir. Bizim medeniyetimizin belirleyici farkı; şu veya bu millete, coğrafyaya, tarihe, devlete yaslanması değildir. Tevhide, kulluğa yaslanmasıdır.” (Savaş Barkçin) “Her defasında yıkılışımızın sebebi, benliğimizden kaçarak, Batı’nın taklitçiliğine sığınma sevdamızdır. Biz Batı’nın iki şeyini yanlış anladık; iki yüzünü tersinden gördük: İlmini ve ahlakını. İlimle ahlakın aynı kökten çıktıklarını bilemedik.” (Nurettin Topçu)

Selim Cerrah