Hayat bir yolculuk. İnsanın evrende kapladığı yer kadar küçük; insanlığın, alemlerin tarihinde edindiği yer kadar büyük…
Hayat yolculuğunda insanın istikametinin belirlenmesi noktasında tecrübenin önemli etkisi var. Hiç kimse kendi hayatını yaşamıyor esasında. İnsanlık birikiminin bize bıraktığı yerden devam ediyoruz. Kendi tecrübemizi, büyük tecrübeye katıyoruz.
Yolculukların en büyüğü insanın kendisine doğru yaptığı olsa gerek. Farkında olsak da olmasak da bu yolculuğun hem kendisiyiz, hem de sadece parçası…
Büyük Yolculuk filmi de bu eşsiz yolculuğun filmi…
Kutsal Topraklara Uzanan Yolculuğun Hikayesi
Faslı yönetmen İsmail Ferruki’nin 2004 yapımı eseri, baba-oğul ilişkisinden kulluk meselesine kadar birçok insani unsuru bir yol hikayesi ile anlatıyor. Yolculukları da mühim elbet. Gittikleri yer kutsal topraklardır.
Nicolas Kazale’nin canlandırdığı genç Reda, Müslüman bir aileden olmasına rağmen -Fransa’da yetişmiş olmanın da etkisiyle- pek “bu taraklarda bezi olmayan” biridir. Ailesi ise inancına ve geleneklerine düşkündür. Muhammed Mecd’in canlandırdığı babasıyla da arası iyi değildir.
Babası, ölmeden önce kutsal topraklara gitmek istemektedir. Oğlundan da kendisine eşlik etmesini ister. Elbette oğlu önce istemez. Zira bu yolculuğu gereksiz gördüğü kadar, babasıyla onca vakit geçirmeye de katlanamayacaktır. Ayrıca kız arkadaşını da bırakmak zorunda kalacaktır. Neden sonra Reda, babasının isteğini geri çeviremez. Beraber kutsal topraklara doğru yola çıkarlar. Kara yoluyla giderler.
Tahmin edeceğiniz üzere yolda birçok şey yaşarlar.
Baba-oğul arasındaki çekişme ve hesaplaşma filmin görünen katmanıdır. Yol boyunca başlarına gelen şeylerde hesaplaşmalar dile gelir. Tecrübeyi ve geleneği temsil eden babaya karşı, yeniliği ve heyecanı ve elbette zamanın ruhunu temsil eden oğul vardır.
Fakat filmin esas manasını barındıran ikinci anlam katmanında oluşan manzara bizim için daha mühim. Yol boyunca uğradıkları her yerde ve her didişme ile esas yolculuğun yaşandığı iç dünyalarda değişiklikler yaşanır.
Dikkatimiz genç Reda üzerine yoğunlaşır. Çünkü tecrübe ve yaşanmışlık karşısında duvarları yıkılan odur. Ancak tecrübeyi temsil eden babanın üslubu ve oğluna karşı yaklaşımındaki değişim de çok önemli. Zira tecrübe ve gelenek hayati derecede önem arz etse de zamanın ruhu karşısında hiçbir şeyin direnemeyeceği hakikati karşımıza çıkıyordu.
Gelenek ve Yeniliğin Temsili, Baba-Oğul
“Büyük Yolculuk” nitelemesi de esasında tam buraya işaret ediyor. Çünkü insanın varlık sebebi iyi insan olabilmektir. İyi bir Müslüman olmanın başlıca unsuru da iyi insan olmaktan geçmiyor mu zaten? O halde her türlü yolculuk, daha iyi insan (daha iyi Müslüman) olabilmemiz için bir aşamadır.
Gelenek ile yeniliğin temsili olan baba ve oğulun yolculuğu da bizi buraya ulaştırıyor. Evet, tecrübe çok mühim. Gelenek olmadan insanlık birikiminden bahsetmek imkansız. Her nesil, mevcut birikimin üzerine koyarak yürür. Bu şekilde insan yetişir, insanlık olgunlaşır. İnsanın olgunlaşması genel resimde insanlığın olgunlaşma sürecinin cüzüdür. İnsanlık, olgunlaşmayı tecrübeye olduğu kadar yeniliğe de borçludur. Her yeni yaşanmışlık, olgunlaşma istikametinde atılan önemli bir adımdır. Haliyle, yenilik olmadan tecrübenin kıymetini anlamamız da mümkün değil.
Yenilik, zamanın ruhunu barındırması ve aynı şekilde zamanın ruhunu şekillendirmesi açısından kıymetli. Bunu yaparken muhtaç olduğu şey ise -tam olarak- gelenektir. Yani insanlık tecrübesinin damıtılmış hali…
Geleneği geleceğe taşıyan şey ile geleneği bugünde ve gelecekte yaşanan şey yeniliktir. Yenilendikçe sağlamlaşır gelenek. Taassuptan uzaklaşır.
Büyük Yolculuk, tecrübe ile zamanın ruhunun kıymetini dengeli şekilde sunan önemli bir film. Özellikle Müslümanların izlemesi, gençlere de yetişkinlere de hak veren bir eser.
Abdulhamit Güler