Osmanlı, altın çağını idrak ettiği Süleyman Asrı olarak da zikredilen yükselme döneminde, örnek alınan orijinal bir medeniyet inşa etmiştir. 16. yüzyıldan 18. yüzyılın sonlarına değin medeniyet yarışında Avrupa’nın önünde yer almıştır. Avrupa’daki birçok devlet ve millet üzerinde hayranlık ve özenti meydana getirmiştir.
Viyana’yı Medeniyetimizle Fethettik!
1683’teki II. Viyana Kuşatması, Osmanlı adına başarısızlıkla neticelenmiş; ama Avusturya’da Osmanlı izleri, kendini her alanda belirgin biçimde göstermiştir. Kuşatmada, Osmanlı’ya karşı teşkil edilen Haçlı ordusunun mimarı olan Alman Mareşal Markgraf Ludwig’in, savaştan sonra elde ettiği ganimetler arasında esir alınan 22 kişilik Mehteran Bölüğü de vardı.Osmanlı’ya yönelik hasmane tutumuna rağmen Mareşal, Rastatt’daki sarayında, kendisini ziyarete gelen resmî zevata, bu mehteran bölüğüyle gösteri yapmaktan kendini alıkoyamamıştır. Osmanlı sultanlarının elbiselerini giyip dolaşması sebebiyle Almanlar, Ludwig’e “Türkenlouis” adını takmıştır. O zamandan beridir Markgraf Ludwig, hep bu lakapla anılmış ve eserlerinde daima ikinci ismini de zikretmekten çekinmemiştir.
Avusturya’da mimariye ve günlük eşyalara da Osmanlı motifleri köklü bir şekilde yerleşmiştir. Viyana’da mimar J. L. von Hildebrandt’ın tasarımını sergileyen Belvedere Sarayı’nın ucu püsküllü bir çadırla örtülmüş gibi görünen köşe kubbeleri veya ünlü J. B. F. von Erlach’ın yaptığı Karlskirche’nin (Karl Kilisesi) minareye benzer kuleleri bu tesirin ürünleridir. Mimarideki en müşahhas örnek ise bugün Almanya’nın Schwetzingen şehrinde bulunan Schwetzinger Sarayı’nın bahçesindeki camidir. Yapımı 1785’te tamamlanan cami, kubbesi ve minaresiyle Osmanlı’ya olan hayranlığı yansıtmaktadır.
Lehistan’da Osmanlı Modası
Osmanlı kültür ve medeniyetinin, Lehistan (Polonya) üzerindeki tesirleri 17-18. yüzyıllarda birçok alanda görülmüştür. II. Viyana Kuşatmasında Haçlı ordularını komuta eden Lehistan Kralı Jan Sobieski, “Osmanlı’yı Avrupa’dan atmanın zamanı geldi.” sözüyle Osmanlılara karşı bayrak açıp, Avrupa’da tertiplenen Kutsal İttifak’ın başını çekmesine rağmen, kendi zamanında “Osmanlı kıyafetlerinin en şık giysiler” olarak benimsenmesinin önüne geçememiştir. Dahası, kendisi bile Kırım’dan, Osmanlı kıyafetleri getirmekten geri duramamıştır.
Ayrıca, 1777’de Lehistan’a Osmanlı elçisi olarak tayin edilen Numan Enis Efendi, özellikle Varşovalılar üzerinde derin kültürel tesirler meydana getirmeyi başarmıştır. Sekiz ay süreyle Varşova’da kalan elçi, halk tarafından çok sevilmiş ve bilhassa “giysileri” halkın büyük ilgisini çekmiştir. O kadar ki, bu durum Varşova toplumunda “Şark-Osmanlı Modası”nın yeniden esmesine vesile olmuştur. Varşova’da, Osmanlı kültürüne ve zevkine uygun bir şekilde “Türk kabı” olarak adlandırılan çeşitli sofra ve mutfak eşyalarının üretilmesine yol açmıştır.
Polonyalı Tarihçi-Türkolog Prof. Jan Reychman’ın konuyla ilgili çalışmalarında, 18. Yüzyıl Polonya’sındaki Osmanlı etkilerine ilişkin önemli ipuçlarına ulaşmak mümkündür. Reychman, söz konusu yüzyılda Lehistan krallığındaki maskeli balolarda en makbul kıyafetlerin Osmanlı kıyafetleri olduğuna; Leh ordusunda Türk kılığında yeniçeri alayları ve mehter takımı tesis edildiğine dikkat çekmektedir.
Sanatın pek çok dalında “Osmanlı stili”nin izlerini de tespit eden Polonyalı tarihçi, asilzadelerin bahçelerine Osmanlı usulü köşkler, hatta minareler yaptırdıklarını; Lehistan kralının kardeşi Prens Casimir Poniatowosky’nin Varşova yakınlarındaki Soletz’de inşa ettirdiği malikanesinde birkaç Osmanlı köşkü tesis ettirdiğini; kralın diğer kardeşi Mihael Poniatowsky’nin sarayında, içinde çeşme, alçak sedirler, minderler ve çiçeklerin yer aldığı büyük bir Osmanlı salonu meydana getirdiğini ve genel anlamda Leh saray ve konaklarının iç süslemelerinde Osmanlı motiflerinin yaygın olarak görüldüğünü araştırmalarında ortaya koymuştur.
Bu dönemde saray ve konakların duvarlarını Osmanlı nakışlarından başka, umumiyetle Osmanlı kadınları gibi giyinmiş Leh kadınlarının modellik yaptıkları Türk freskler ve tablolar da süslemiştir. Leh ordusunun silahları, zırhları, at koşumları ve asker elbiselerindeki kumaş desenlerinde de aynı şekilde hakim bir Osmanlı stili vardı. Leh resminde bile Osmanlı tesirlerinin, motiflerinin ve minyatür tarzının bariz şekilde görüldüğünü ifade eden Reychman, başta Ressam Vanmour ve onun öğrencileri olmak üzere birçok Polonyalı ressamın eserlerinde Osmanlı minyatür tekniğinin etkilerini tespit etmenin mümkün olduğunu kaydetmiştir. Son olarak bu yüzyılda Polonya’da yapılan Osmanlı hamamlarının zamanla çoğaldığını ve benimsendiğini de zikretmemiz gerekir.
Macaristan’da silinmez izler
Macar sanat tarihçileri Géza Féher ve Nandor Paradi’nin çalışmalarından hareketle, Macaristan kültüründe Osmanlı kültürünün şümullü (kapsamlı) tesirlerinin izlerini sürdüğümüzde; Osmanlı mutfağının, mutfak takımlarının, bakırcılığının, el işlemelerinin, güderi sanatının (dericilik), hamamının ve musikisinin Macarlar üzerinde kalıcı tesirler bıraktığını görüyoruz. İsmini zikrettiğimiz Macar sanat tarihçilerinin bu alanlardaki Osmanlı tesirleri hakkındaki tespitleri şöyledir: “Çanak çömlek ve bakır kaplar, mutfak takımları ile beraber Anadolu mutfağının ve Osmanlı bakırcılık zanaatının Macaristan’a tesirlerini açıkça gösterir. Osmanlı hamam kültürüne de Macaristan’daki Türk hamamları ve su künkleri şehadet eder. Osmanlılardan öğrenilen Macar sanatları arasında kahve, tütün takımları, el işlemeleri, gümüş ve deri işçiliği de vardır. Osmanlı zanaat şubeleri, imal tarzları ve çanak çömlek şekilleri Macarlara Osmanlılardan geçmiştir.”
Hollanda’daki Osmanlı
Bazı Hollandalıların, bugün hala boyunlarına taktıkları yarım ay biçimindeki gümüş kolye, bir yükselme dönemi Osmanlı hatırasıdır. Kolyenin üzerinde, şu ilginç ibare yazılıydı: “Katolik olmaktansa Türk olmak daha iyidir!” Hollanda savaşçılarının madalyonlarından bir tanesinde de, “Türkler, Papa’dan daha iyi!” sözü kayıtlıydı.
1612’de Hollandalılara ticaret hakkı tanınmasıyla artan kültürel ve ekonomik temaslar sayesinde pek çok Osmanlı halısı, maden ve seramiği Hollanda’ya ulaşmış ve Osmanlı motifleri Hollanda sanatında görülmeye başlamıştır. Bunların içinde lale, en çok kullanılan motif olmuştur. 16. yüzyıl sonunda İstanbul’a gelen Avusturya elçisi Ogier Ghiselin de Busbecq’in, Viyana’ya götürdüğü soğanlardan, saray görevlisi Clusius, lale üretmeyi başarmış; Clusius’un Viyana’dan Leiden’a dönmesiyle lale Hollanda’da yaygınlaşmıştır.
Bu dönemde lale üzerine pek çok kitap yazılmıştır. Elçi Busbecq, yazdığı bir mektupta laleden “Tulipa Turcarum”, yani “Türklerin Lalesi” diye bahsetmiştir. Kısa bir süre sonra Hollandalıların “tulipomania” dedikleri lale tutkusu, sanata da yansımış ve bu çiçek, birçok Hollandalı ressamın gözdesi haline gelmiştir. Bu devirde, melezlenmiş yeni çeşitlerini almak için insanların yarıştıkları lale, bazen altın ve mücevher kadar değerli olabiliyordu. Hatta bazı lale çeşitlerinin satıldığı fiyata, Amsterdam’da bir ev dahi satın alınabiliyordu.
18. ve 19. yüzyıllarda, Osmanlı cami minaresi şeklinde kullanılan biçimler, Hollanda’daki bazı kiliselerin iç süslemelerinde taklit edilmiştir. Utrecht, Goes, Hasselt ve Dalfen’daki bazı kiliselerde bunun misalleri hala görülmektedir.
Giyimde ise, 18. yüzyılın ortalarından itibaren “Turkomannie” olarak adlandırılan bir moda dalgası esmiştir. Oryantal giysisi, Şamberluk adı verilen Kaftan, ev ve sporda kullanılan Fes ise, yüksek gelirli Hollandalılar arasında yayılmıştır. Kadın modasında, Osmanlı alaturka modası, 18. yüzyıl başlarında zirveye ulaşmıştır. 19. yüzyılın sonlarında, Pazar günleri Scheveningen’de gezintiye çıkan çoğu kadın, tülbent takmakta ve şal kullanmaktaydı.
18. yüzyılda, Osmanlı’dakiler emsal alınarak açılan kahvehaneler; Süleyman, Mustafa ya da Ahmet isimlerini taşımaktaydı. Akdeniz’deki Türk korsanların karakterleri ve maceraları da, çocuk kitaplarına yansımıştır. Bunlar arasında, satranç oynayan Türk, kurnaz Türk tipleri, dikkati çeken birkaç tanesidir.
İsmail Çolak