Dr. Mehmet SürmeliOruç Bize Ne Diyor?

Tecelli Ayı Ramazan

1.22BinOkunma

Müslümanların tarihinde, çok önemli olayların meydana geldiği bazı günler vardır. Bu günler, tarihin akışını etkileyen günlerdir ki bunlara; “Eyyâmullah/Allah’ın günleri” denir. İnsan, hayatının her anını vahiyle anlamlandırır ve ilahi yardımı da yanına alabilme liyakatini gösterirse her zaman Eyyâmullah tekerrür edebilir. Zamanı Eyyamullah’a çevirmek ve buna bağlı liyakat elde etmek insanların elindedir. Ramazan ayının bir incelemesini yaparsak, içerisinde çok önemli olayların tecelli ettiği “Eyyâmullah’ı/Allah’ın günlerini” barındırdığını görürüz. 

Ümmetine mutlak doğruyu göstermek için İbrahim’in sahifeleri ve “bir nur”1 olan Tevrat bu ayda indirilmiştir. Hz. Muhammed (sav)’in hayatında önemli bir yer tutan Bedir Savaşı ve Mekke’nin fethi de Ramazan ayında gerçekleşmiştir. Bütün bunlardan daha önemlisi, nüzul zamanından kıyamete kadar ki insanlara rehberlik edecek ve insanlığın bütün problemlerini çözecek olan Kuran-ı Kerim de Ramazan ayında Peygamberimize indirilmeye başlanmıştır. 

Bütün bu önemli olayların bir şükrü ve özellikle de Allah Teala’nın emri olduğu için şu nebevi uyarının gereğini yapmak zorundayız. Böyle salih bir ameli yaptığımız zaman erişeceğimiz sevabı Peygamber Efendimiz şöyle açıklamıştır: “Her kim ki farziyetine iman ederek ve sevabını sadece Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutacak olursa geçmiş günahları affolacaktır.2 Tarihi dönüştürecek salih toplumu3 kurmak için insana düşmanlık eden şeytanı, Allah (cc), bu ay içerisinde etkisiz hale getirmiştir. Hz. Muhammed (sav) bu gerçeği şu şekilde haber vermektedir: “Ramazan ayı girdiği zaman semanın (rahmet) kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlara bukağı (demir köstek) vurulur.”4 Şeytanı etkisiz hale getirebilmek ve tarihi dönüştürecek bir ruh haline kişiyi kavuşturmak amacıyla Allah Teala, bu ayda insanlara oruç tutmayı şu ayetle farz kılmıştır: “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah’a karşı kulluk bilincinizi kuşanmanız, (takva sahibi olmanız) için sizlere de farz kılınmıştır.”5

Oruca dair bilinmesi gerekenler

Oruç kelimesi Arapçadaki “Savm” kelimesin karşılığıdır. Düzenli olarak Ramazan ayı içerisinde tutulmaya başlanması, Medine’ye yapılan hicretin ikinci yılında olduğu İslam bilginleri tarafından söylense de, Müslümanlar, İslam’ın ilk yıllarında her aydan üç gün oruç tutarak bu ibadeti şartları içerisinde yerine getiriyorlardı.6 Müslümanlar Muharrem orucunu da daha Mekke’deyken biliyorlardı. Daha sonra, Medine döneminde hicretten bir buçuk yıl sonra tüm sıfatları Allah (cc) tarafından belirlenerek ve Ramazan ayının içerisine yerleştirilerek bugünkü tuttuğumuz şekilde oruç farz kılınmıştır.

Ramazan ayında, akıllı, mukim, baliğ ve oruca engel olan hastalıklardan uzak kalan her Müslüman oruç tutmak zorundadır.7 Ramazan hilalinin gözetlenmesi, ilgili siyasi birimlere haber verilmesi gibi Rasulullah (sav)’ın sözleri ve uygulamaları varsa da bunları inkar ederek müminleri yönetim bilincinden mahrum etmek yerine hikmetlerini araştırmak ayrı bir çalışmanın konusudur. 

Ayrıca şu hadisi bilelim ve sünnetin bağlayıcılığını zihnimizden çıkarmayalım: “Ramazan hilalini görmeden oruç tutmayınız ve Şevval hilalini görmeden de bayram etmeyiniz. Şayet hava bulutlu olursa Ramazan orucunu otuza tamamlayınız.”8 Günümüzde hesabın bağlayıcı olduğunu söyleyip hilalin gözetlenmesini reddedenler; şahitlik, tezkiye, ihbar, siyasi yetkililere (halife veya naibi) bildirme, ilan vb. konuları göz ardı etmektedirler. 

Olayı sadece hesabın sonucunun bilimselliğine indirgeyip oradan hüküm üretmek ve diğer illetleri görmemek doğru bir yaklaşım değildir. Hilal gözetlemenin kurumsal hale getirilmesi İslam toplumuna giden en belirleyici yollardan biridir. 

Bu durumun farkında olan seküler kesim, Müslümanları hesaba karşı göstererek söylemlerinden vazgeçirmeye zorlarken, bazı Müslümanlar da hesaba karşı olmadıklarını ispat sadedinde kompleksli bir yol tutmaktadırlar. Netice de ise Müslümanlar hedeften uzaklaştırılmaktadırlar. Bize göre hesabı önceleyen anlayış Ramazan ayını ve orucu alabildiğince bireyselleştirir. Orucun farz kılınmasındaki ve toplu ifasındaki hikmetlerin hiçbiri gerçekleşmez.

“Diri okuma”

Ramazan ayını doğru anlayabilmek için bu ayda inmeye başlayan Kuran’ı, hicretten sonra farz kılınan orucu ve yine hicretin II. yılında cihadın bir türü olarak mukateleye (savaşa) izin verilmesini beraber düşünmeliyiz. Kuran okumalarımızdan gereği üzere yararlanabilmemiz için “diri okuma”ya ihtiyacımız vardır. Bizlere dini kimliği kazandıracak olan bu diri okumadır. Kuran-ı Kerim’in hakkıyla tilaveti veya “Kıraatün Hayyetün/diri okuma”, onu anlamanın, ayetler üzerinde düşünmenin, hayatın problemlerine çözümler ve projeler sunmanın, içeriğini insanlarla gece gündüz paylaşmanın, onun hidayeti doğrultusunda bir dünya kurmanın başlangıcıdır. Başlı başına bir ibadettir. İbadetlerin en önemlilerindendir. 

Bütün bu hikmetlerden dolayı Hz. Peygamber (sav), Kuran taliminin dünyevî çıkarlara dönüştürülmesini ve onun üzerinden rant elde edinilmesini hoş karşılamamıştır.9 Kuran öğretimine karşılık çok değersiz şeyler bile almayı ateşten bir parça almak biçiminde değerlendirmiştir.10 Kuran okumanın ve anlamanın insana kazandırdığı öyle sıfatlar var ki bu nitelikler şeref olarak dünyada da ahirette de yeter. Okuma ve anlama faaliyeti mümine “Allah’ın ehlinden ve has kullarından olma” özelliğini elde ettirir.11 Bu sıfatla insan, birçok ilahi lütuflara mazhar olur. Sıradan bir insan olmaktan kurtulur. Toplumun ve batıl çoğunluğun kendisini yönlendirdiği çerçöp gibi biri olmaktan uzaklaşır. İnsan Kuran’ı yaşamak suretiyle Hz. Muhammed’e, Hz. İbrahim’e, Raşid halifelere, Hz. Ayşe’ye, Hz. Abdullah b. Mesud’a, Hz. Musab b. Umeyr’e, Hz. Muaz’a ve Hz. Salim’e benzer. 

Kuran tilavetini hakkıyla yapan kimseler Hz. Peygamberin kıyam ahlakıyla ahlaklanıp kızıla ve karaya karşı durmasını bilirler. Zalime ve zulme pirim vermezler. “Nöbet yerlerinde değil uyumak, şekerleme bile yapmazlar.” Yeryüzündeki her zalimin zulmüne karşı çıkmanın kendilerine yüklenen bir vecibe olduğunun farkında olurlar. İnsanı, “Allah’ın ehli ve has kulu” yapan özellikler bunlardır. 

Unutulan temel ibadet

Kuran ve oruçla beraber düşünmemiz gereken bir diğer ibadet de cihaddır. Aslında hayat cihaddan ibaret olmakla beraber diğer ibadetlerin de özgürce uygulanması cihadın varlığına bağlıdır. Cihad olmadan -namaz başta olmak üzere- ibadetleri yapmak mümkün olmadığı gibi, din, can, mal, akıl ve namus emniyetini sağlamak da mümkün değildir. 

Modern dönemlerde cihad aleyhinde konuşan kafirlerin etki alanına giren Müslümanlar bu ibadeti ve temel kavramı gündemlerinden çıkardılar. Kendileri unuttukları yetmiyormuş gibi nesillerine de unutturdular. Unutmayalım ki cihad en önemli muhkem farzlardandır. İmanın sembolü ve ibadetlerin zirvesidir. Kültürümüzde cihad ile mücahid, müçtehitle içtihat birbirinden ayrılmadığı için kadim dönemlerdeki istikamet ehli ulemamız ömrünü cephelere ve ilmi kurumlara hasrederek bu ayrılmazlığı ispatlamışlardır. 

Modelini Rasulullah’tan alan bu anlayış, cihadsızlığı münafıklık bilmiş ve ulemamızın çoğu dinlerinin uğruna cephelerde şehid olmuştur. Peygamber Efendimiz cihadı; yeri, zamanı, şartları, kişi ve toplumları birçok yönden gözlemleyerek yapmıştır. Amaç, hayatı vahye göre anlamlandırmak ve sahte tanrıların varlık alanlarına son vermektir. 

Ramazan ayını Kuran, cihad ve takva merkezli değişim çerçevesinde ihya eder, salih birey ve toplum olabilirsek emanete topyekün layık oluruz. Orucun hakkını verebilir ve Peygamber Efendimizin sünneti üzerine oruç tutabilirsek; “Cennetin Reyyan denilen kapısından girebiliriz.”12 Bütün bu değişimin neticesinde Allah Teala hiç ummadığımız zamanda bizlere “Medine” lütfedebilir. Aksi halde ezilmekten ve “yurtsuzluktan” kurtulamayız…

 

Kaynakça: 1. Bak: Maide, 44. 2. Nesai, Sıyam, Had. no: 39, c. IV, s. 155. 3. Bak: Enbiya, 105 4. Tirmizi, Kitabu’s-Savm, c. III, s. 67; Malik, Muvatta, c. I, s. 310; Nesai, Sıyam, Had. no:3, c, IV, s. 126-7 5. Bakara, 2/183 6. İbni Kesir, a.g.e. c. I, s. 202; Âlusî, a.g.e., c. I, s. 404.  7. Taberî, a.g.e., c. II, s. 154; İbni Kesir, a.g.e., c. I, s. 203.  8. Nesai, Sıyam, Had. no: 11, c. IV, s. 134. 9. Bak: Heysemi, Zevaid, c.IV, s.95. 10. Heysemi, a.g.e., c.IV, s.95. 11. Ahmed, Müsned, c.III, s.127. 12. Nesai, Sıyam, Had. no: 43, c. IV, s. 168

Mehmet Sürmeli