Senin gece gibi asaletin karşısında,
Beyaz güvercinli kanatlarla yürüdüm.
Adımlarımla birleşen bulutvari sevda,
Aşkın boyalarıyla katışıp tek renge büründüm.
Uçurumun dibinden yükselen leylak büklüm,
Gördüm ölümün en yeşil tokmağıymış Hira.
Gördüm yeniden can verirmiş bize sendeki yudum,
Huzurunda kabuk bağlarmış göğsümüzdeki yara.
Kehkeşan’ın merkezinde visale dönen,
Parıltısıyla kör olan binlerce semazen,
Sen, yüreğimizin en ülfetli köşesinden.
Sesleniyorsun nasır tutmuş çıplak ayaklarımıza,
Omuzlarımızda sonsuz yıldızlarla koşmaktayız sana,
Zaman devr-i daim, dünya tarihi lahza.
Avuçlarımızdan semaya kelebekler uçuşuyor,
Adınla anlaşıyoruz uzak coğrafyalarla.
Adını andığımızda hüzünleniyor felek,
‘Lebbeyk Allahümme Lebbeyk.’
Adını Andıktan sonra,
Devriliyor kuleler toprağın karanlıklarında Kisra.
Gözlerimiz alışmıştı dirim sunan yağmuruna,
Kalbimiz rüzgarınla doyuyordu kana kana,
Biliyoruz senden ayrılınca,
Sıtmalı parmaklıklar başlıyor.
Biliyoruz senden sonrasına alışmak çok zor,
Bilmiyoruz yeniden kirlenecek mi,
Bize sunduğun ümmi sayfa.
Rüyalarımızla bakacağız artık yükseklerden şehre,
Yapay bahçelerde ayrıksı bir ot olarak.
Yaşayacağız bundan böyle,
Bilmezdik zira uzunca bir süre.
Hep buradaymış çağıltılarımız hep Sen’de,
Sımsıkı sarılıyoruz şimdi vatan kokan kefenimize.
Damağımızda vaha hasreti tütüyor bu sefer,
Anlıyoruz onca yıl gurbetteymişiz meğer.
Muhammed Yusuf Kırıkçı