İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!’ (Müslim, Îmân 93-94; Tirmizî, Et’ime 45; İbni Mâce, Mukaddime, 9) buyuruyor Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem.
Derin bir Arapça bilgisine, derin bir Türkçe bilgisine ihtiyaç duymayacak şekilde önümüze konulan bu Hadis-i Şerif, bize cennetin şifresinin iman, imanın şifresinin müminlerin birbirini sevmesi, müminlerin birbirini sevmesinin şifresinin de selam olduğunu bildiriyor. Bu şifreleri tersinden okuduğumuzda selam olmazsa sevgi ve kardeşlik olmayacak, sevgi ve kardeşlik olmayınca da iman olmayacak, iman olmayınca da cennet olmayacaktır. Cennetimizin selamımıza bağlı olduğunu idrak etmediğimiz sürece “Selamun Aleyküm”ü bir Arap adeti gibi görebiliriz. Ama “Ve aleykumselam” sözünün sıratta işimize çok yarayacağını düşünenler, “selamlı adam” olmayı sadece cami avlusunda gören tipler olmazlar.
Selam bizim için paroladır, cennetin parolasıdır. Babamız Adem (as) meleklerle konuşmaya selam ile başladı. Yani insanlığın imtihan süreci selamla başlayan bir süreçtir. Hayatını selam ile yaşayanlar içinde bu imtihan süreci meleklerin onlara “Selam size, yaptıklarınıza karşılık girin cennete!” (Nahl Suresi, 32) demesiyle sonlanacaktır. Bir selamdan ne çıkar gibi basit bir düşüncenin içine girmek Müslüman tavrı değildir. Bir selamdan cennet çıkar düşüncesi, mizana iman edenlerin düşüncesi olmalıdır.
Selam; selamet, esenlik üzerine olsun demektir. “Benden sana kötülük gelmez, biz Müslümanız” demektir. Selam karşımızdakini Allah’ın sigortasına alan bir kelimedir. Birinin bize selam vermesi halinde ona “Sen mümin değilsin” (Nisa Suresi, 94) demeyi Allah bize yasaklıyor. İnsanı kafirlikten ve ölümden kurtaran bir kelimeyi küçük görmek, onu sokak ağızıyla konuşanların kullandığı bir tabir zannetmek büyük bir bühtandır (suçtur).
Selam, Allah’ın isimlerinden bir isimdir. Allah derken kazandığımız sevabı “Selamun Aleyküm” derken de kazanırız. Dilde hafif ama mizanda ağır bir kelimedir selam. Olsa da olur diye bakamayız selama. Kızımızı istemeye gelenlerin namaz hassasiyeti kadar selam hassasiyeti de bizi ilgilendirmeli.
Cennetin diğer adı Darüs Selam, yani selamet yurdu iken o cenneti ümit eden mümin nasıl olur da selamsız sabahsız olabilir? Nasıl olur da koskoca selamı, “merhaba, hayırlı sabahlar, hayırlı akşamlar, günaydın, tünaydın” gibi kelimelere kurban edebilir? Selamımızın yerini hiçbir şeyin almasına müsaade edemeyiz. Cennetimiz, selamımıza bağlıysa biz herhangi bir yere girerken, herhangi bir yerden çıkarken, telefonu açtığımızda “önce selam, sonra kelam” prensibi ile yaşarız.
SELAM KURALLARI
1) Es Selamu Aleyküm veya Selamun Aleyküm diye selam verilir. Es Selamun Aleyküm diye selam verilmez. Mananın bozulmadığı ve Peygamber (sav)’den öğrendiğimiz budur.
2) Verilen selam aynı ile veya daha güzeli ile alınmalıdır. Çünkü Allah (cc) Nisa Suresinin 86. ayetinde böyle emir buyuruyor: “Size bir selam verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selamla karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.”
Peki, aklımıza selamı daha güzel nasıl alacağımız gelebilir. Bu sorunun cevabını Kuran-ı Kerim’in tefsiri olan Hadisi Şerif’ten öğrenebiliriz.
İmran İbni Husayn (ra) şöyle dedi:
Nebî (sav)’ye bir adam geldi ve:
–Es-Selamu aleyküm, dedi. Hz. Peygamber onun selamına aynı şekilde karşılık verdikten sonra adam oturdu. Nebî (sav):
–On sevap kazandı, buyurdu. Sonra bir başka adam geldi, o da:
–Es-Selamu aleyküm ve rahmetullah, dedi. Peygamberimiz ona da verdiği selamın aynıyla mukabelede bulundu. O kişi de yerine oturdu. Hz. Peygamber:
–Yirmi sevap kazandı, buyurdu. Daha sonra bir başka adam geldi ve:
–Es-Selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh, dedi. Hz. Peygamber, o kişiye de selamının aynıyla karşılık verdi. O kişi de yerine oturdu. Efendimiz:
–Otuz sevap kazandı, buyurdular. (Ebû Dâvûd, Edeb 132)
Peki, adam bize “es-Selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh” derse o zaman daha güzeliyle almanın yolu, daha candan, daha güler yüzlü olmaktan geçiyor.
3) Ebû Hüreyre (ra)’den rivayet edildiğine göre, Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
“Binekli olan yürüyene, yürüyen oturana, sayıca az olan çok olana selam verir.” (Buhârî, İsti’zân 5, 6; Müslim, Selâm 1; Âdâb 46. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 134; Tirmizî, İsti’zân 14)
Kimin kime selam vereceğini bildiren bu hadise bir de küçüğün büyüğe selam vermesi gerektiğini söyleyebiliriz. Çünkü Buhârî’nin bir rivayetinde: “Küçük büyüğe selam verir” ilavesi vardır. (Buhârî, İsti’zân 7)
4) Sadece bir yere girerken değil çıkarken de selam verilir. İki selam da sevap olarak aynı derecededir. Hatta günümüzde çıkarken selam vermek unutulmaya yüz tutmuş bir sünnet olduğundan çıkarken verilen selamın girerken verilen selamdan daha makbul olduğunu söyleyen alimlerimiz de vardır.
Ebû Hüreyre (ra)’den rivayet edildiğine göre, Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz bir meclise vardığında selam versin. Oturduğu meclisten kalkmak istediği zaman da selam versin. Önce verdiği selam, sonraki selamından daha üstün değildir.” (Ebû Dâvûd, Edeb 139; Tirmizî, İsti’zân 15)
5) Çocuklara da selam verilir. Hem de en içten selam onlara verilmelidir. Selamsız bir neslin gelmesini istemiyorsak, gördüğümüz her çocuğun başını okşamayı ve selam vermeyi ihmal etmemeliyiz.
Enes (ra), çocuklara rastladığı zaman onlara selam verir ve:
Resulullah (as) böyle yapardı, derdi. (Buhârî, İsti’zân 15; Müslim, Selâm 15)
6) Sadece elle veya baş ile selam alıp verilmez. Ama selamı düzgün aldıktan sonra elimizle veya başımızla yapacağımız işaretin bir mahsuru yoktur.
Nitekim Hz. Esma binti Yezid şunları söylemiştir: “Resulullah (benim de içinde bulunduğum) bazı kadınlara uğradı ve bize -eliyle işaret ederek- selam verdi.” (Tirmizi, İstizan, 9)
İmam Nevevi’nin de açıkladığı gibi, buradaki selam, peygamberimiz tarafından hem lafız (açıkça selamı telaffuz ederek) hem de işaretle yapılmıştır. Nitekim Ebu Davud’un rivayetinde “bize selam verdi” ifadesi yer almaktadır. (Nevevî, el-Ezkar,s.220; İbn Hacer, a.g.y; Tuhfetu’l-Ahvezî, 7/393)
7) Toplulukta sadece birinin adını anarak ona selam verilmez.
8) Tanıdık tanımadık herkese selam verilmesi gerekir.
Abdullah İbni Amr İbni Âs (ra) şöyle dedi:
Bir adam, Resulullah (as)’a:
–İslam’ın hangi özelliği daha hayırlıdır, diye sordu? Resul-i Ekrem:
“Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selam vermendir” buyurdu. (Buhârî, Îmân 20; İsti‘zân 9, 19; Müslim, Îmân 63.)
9) Günah işleyen bir adama selam verilmez. Eğer nasihatten anlayan bir tipse ve dini duygularının harekete geçeceğini ve günahtan vazgeçeceğini düşünüyorsak siyaseten selam verilebilir.
10) Selamdan sonra merhaba demenin bir sakıncası yoktur.
11) Alem sanal olunca, selamın kalktığını düşünemeyiz. Telefonla konuşmalarımıza ve mesajlarımıza selamla başlamamız gerekir.
12) Bizimle birine selam gönderenin selamını yerine ulaştırmak üzerimize borçtur. Selam paradan daha kıymetlidir. Parayı yerine ulaştırdığımız gibi selamı da yerine ulaştırmayı kendimize görev bilmeliyiz. Selam hırsızı olamayız.
13) Selam vermek sünnet, almak ise farzdır. Ama selamı veren farza öncülük ettiği için daha fazla sevap kazanan taraftır. O yüzden Müslüman ahiret uyanığı olmalı ve selamı önce vermeye gayret etmeli.
14) Yemek, zikir, sohbet, tuvalet gibi ortamlarda selam verilmez. Unutulup verilirse, verilen selam alınmayabilir.
15) Kafirin selamı “Ve aleyküm” diye alınır.
Enes (ra)’den rivayet edildiğine göre, Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
“Kitap ehli olanlar size selam verdiklerinde, onlara: Ve aleyküm, deyiniz.” (Buhârî, İsti’zân 22, Mürteddîn 4; Müslim, Selâm 6–9)
Son olarak cümleten es-Selamu aleyküm…
Fatih Sultan Semiz