Bugün benim yeniden doğuş günüm. Çünkü öğrenmeye ve hatırlamaya başladım. Sevgiliciğim vardı bir tane. Evet, sayılar ve rakamlarla ifade etmem gerektiğinde aynen yukarıdaki gibi bir cümle kurardım.
Bu müstakil eve taşınmadan önce dört katlı, boyasız, temeli sağlam olmayan, hasarlı bir apartmanda otururdum. Komşularımdan nefret ederdim. Bu yüzden, yüzümü göremesinler, ifademden anlam çıkaramasınlar diye ne balkona çıkar ne de pencerede görünürdüm. Tanrı’ya dua ediyorum ki kaderimden evcil bir uysal insan olmayı çıkarsın. Eve kapalı kalmak insanın moralini bozuyor.
On altı yaşındaki Kahraman’dan bahsediyorum. Mahallemdeki on altılık Kahramanların bir liseli sevgilisi vardı muhakkak. Ben de onlardan biriydim, fakat….
Ama ben ne kan kardeşim Çağla’dan ne Nilüfer’den ne uzak akrabam Gülara’dan ne de alçak Sazende’den bahsediyorum. Bu 1 Haziran akşamında aklıma gelenleri yazıyorum. Aklıma başka neler geliyor? Evet, ünlü ve paha biçilmez bir adam olmama fazla vakit kalmadı. Haziran ayındayım. Onun ilk günü içindeyim. O gün olacakları haber verdiğimde peşimde koşturacaklar saf ve cahil insanlar. Bu ünlü olmak demek. Ağustosa ve onun yirminci gününe ne kaldı? Anlayamıyorum. Neden geçmişi yazmalıyım? Geleceğin nesi var?
Evet, onun hangi saatte nerede olduğunu akıl kararıyla çıkarmaya çalışırdım. Sabah kaç sıralarında uyanır, evden çıkar, servis minibüsünün gelmesini beklerdi? Kitap ve defterlerini karton ya da mukavva klasörler içinde mi yoksa sırt çantasında mı taşırdı? Ben kitap defter sürüklemezdim okula. Bir başıma giderdim. Ceketimin cebinde tek yaprak kâğıt ve bir de tükenmez kalem bulunurdu. Bilirdim hangi derste ve kaç sıralarında teneffüs arasında olduğunu. Yetmezdi. Kıskanmalıydım. Bir teğmenle aldatıyordu beni kız. “Yerim seni civciv!” Günün birinde böyle seslendim ona. Acısını çıkaracaktım. Sonra ne mi oldu? Kayda değer bir şey olmadı. Ben yerel televizyonlardan birinde montaj asistanı olarak çalışan aptal bir sarışına vuruldum. Onun da maceradan maceraya yelken açtığını duydum.
Aklıma gelmişken söyleyeyim. Yerel gazeteler ya da amatör işi siyaset dergileri aracılığı ile işe başlamayı düşünüyorum. Bunun için İleri Aydınlık ya da Halkın Gündemi adlı gazeteleri kullanabilirim. Amacım kaotik bir ortama hazırlamak. Düşünsenize, atomları birbirine bağlayan rabıtanın kendiliğinden kopuverdiğini; dedenin torununa, babanın oğula, satıcının müşteriye, mezarcının ölüye uzak olduğu bir ortamı.
İnsanlara haber vermek zorundayım. Defterlerce nota göz attım. Geçen sene babam bu saatlerde güncel ekonomik ve politik gelişmelerle ilgileniyordu. Hortumla fidelere su serptiriyor, ağaçların köklerine bidon bidon su taşıyordu. O kadar da değerli değil anılarım. Aslına bakarsanız defterlerce karalamayı şehir çöplüğünde yanması için çöp arabasının kasasına atacak olsam bu benden başka kimsenin umurunda olmaz.
Aklıma bazen şey geliyor… Yani şey işte… Özel hayatımı deşifre ediyorum. Utanmalı mıyım? Mesela uç niyetler, kabul görmeyeceği malum hayaller falan… Ah, her şey insan için değil mi? Tabum yok. O yüzden bu yazıların insanlığa emanet edilmesi konusunda tereddütlerim var. Onların tamamını bir yayınevine, dergiye ya da yerel, belki ulusal gazeteye göndersem, benim menfaat peşinde koşan paragöz biri olduğumu düşünürler. Ve kimse bana inanmaz. İleri Aydınlık gazetesinin yayın kuruluna canlı şahitliğim eşliğinde bir sunum yapabilirim. Halkın Gündemi isimli gazetenin son sayılarının yayına hazırlandığını söyleyebilirim. Kavga, doğası gereği zaman sınırlaması içermiyor. Geç fark ettim fakat.
Mustafa Bilgücü