Peygamberimizden önce gönderilen ve Kuran’da kıssaları anlatılan peygamberlerin ismi şerifleri; Hz. Adem, Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Salih, Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Lut, Hz. Yakup & Hz. Yusuf, Hz. Eyyûb, Hz. Şuayb, Hz. Musa & Hz. Harun, Hz. Yunus, Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz. Zekeriyya, Hz. İsa aleyhimu’s-salatu ve’s-selam. Onlara verilmiş olan imtihanlara gösterdikleri sabır bizlere muazzam bir örnektir.
Kıssalarında teslimiyet sabır ve pişmanlıkla, Allah’ın ipine sımsıkı sarıldılar, belaların büyüklüğü ne olursa olsun şükrettiler. Sonunda bu musibetlerden kurtulsalar da mutluluğa kapılmadılar. Sade ve mütevazı hayatlarını, mahcubiyet ve pişmanlık duygusu içinde sürdürdüler. Bizlere bunları tefekkür etmek düşer. Kulluğun ve teslimiyetin nişanesi olan peygamberlerin, dualarında ağır imtihanlara rağmen şükretmeleri, tövbe yakarışları Allah’a nasıl sığınılacağının en güzel örnekleridir.
Manevi hastalıkları göz ardı ediyoruz
İlk imtihanı kaybeden Şeytandır. Şeytan tarafından ilk kandırılan Adem (as) ile Havva annemizdir, sonrasında hemen farkına vararak tövbe ettiler ve affolunup kurtuldular. Günümüzde imtihanları kaybediyoruz. Her stres anında antidepresana yönelmekteyiz. Her hastalığı ilaç ile tedavi etmeye çalışıp, manevi hastalıkları göz ardı ediyoruz. Bir Müslümanın, Allah’ın verdiği imtihanı kazanmak için, Allah’tan dua ile yardım istemek yerine antidepresan hap yutması, onun için intihar mesabesindedir. Mümine yakışan, bir imtihan ile karşılaştığında psikiyatri kapısını çalmak değil, Allah’ın verdiği imtihandan yine Allah’a iltica etmektir. Kuran-ı Kerim’de: “…Allah’tan başka sığınılacak kimse olmadığını anlamışlardı…“ buyuruyor Rabbimiz. (Tevbe, 118)
Modern toplumlarda hastalıklarımızı fark etmeyi ve tanımlamayı unuttuk. Hastalık veya herhangi bir zorlukla yüz yüze geldiğimizde kaçmaya çalışıyoruz. İnsanı olgunlaştıran ve pişiren acı çekmeyi unuttuk, hastalıkla yaşamak ve bizi güçlendirecek olan sabır ve dirayet yeteneğimizi kaybettik.
Aslında, ne ruh hastasıyız ne depresyondayız. Hastalığımız; tembelliğimiz, hazımsızlığımız, güvensizliğimiz, tatminsizliğimiz, itaatsizliğimiz, ilgisizliğimiz, sorumsuzluğumuz, şuursuzluğumuz, cehalet ve gafletimizdir. Ölüm ve kaybetmek gibi korkulardan kurtulamadık. Şüphe, tereddüt, sorgulama, isteksizlik, korkaklık ve yüreksizlik, modern insana şeytan tarafından telkin edilen zaaflardır. Bugün irade ve kararlılık gücümüzü yitirmiş vaziyetteyiz. Cesareti, dürüstlüğü, azmi ve koşulsuz teslimiyeti kaybetmişiz. Asıl rahatsızlığımız; diğer insanlarla dertleşmemektir. Sırf kendi derdimizle meşgul olmamızdır.
İsrailoğullarından biri Allah’a hitap ediyor; “Ya Rabbim, ben ne günahlar işledim ve Sen bana onların cezasını vermedin!” Allah-u Teala zamanının peygamberine vahyediyor; “Git ona de ki, ben kendisine cezaların en büyüğünü verdim, ama farkında değil… Ondan gözyaşı ve duayı kaldırdım!” Günümüzde Allah-u Teala’nın da bize bu tür cezalar verdiğine şahit olmaktayız. Zulme karşı durma yeteneğimiz köreldi. Nefsimizi terbiye edecek kabiliyetimiz azaldı. Direniş ve diriliş gücümüz gitti.Sevme kabiliyetimizi yitirdik. Tevbe-i istiğfar edemez olduk. Cihadı bir yaşam tarzı haline getiremiyoruz. Halbuki fıtratımız, Beled Suresi 4. ayette de buyrulduğu gibi; “Biz insanı zorluklarla mücadele edecek yetenekte yarattık.” buyruğu üzeredir. Cehalete düşmüş kişi ise karanlığı tercih eden ve kendi yeteneğini yitirendir.
İslam cerrah, biz ise hastayız
Aslında imanımız güçlü değil, bu nedenle şifa bulmamız çok zorlaştı. Bir büyüğüm şöyle buyurdu, “Hac yolu meşakkatli, kalabalık vs. diyenler var. Evet hac zor! Ancak, Arafat’a gitmeyen için, namaz kılmayan için, oruç tutmayan için zordur.” Cehalete düşüldüğünde şifa bulmak oldukça zordur. İslam her derde, hastalığa, sıkıntıya, zorluğa ferahlık verir. En büyük hastalık hastalığını fark etmemektir. Oysa İslam imtihanı göğüsleme ilmini öğretir. İslam cerrah, biz ise hastayız.İslam dini insana öyle bir şifa verir ki, baştan aşağı bir mucize gerçekleştirir ve yeni bir insan olur. Bir kişinin manevi hastalıklarına devadan yoksun kalması kişinin manevi ölümüne sebep olabilir. Hz. Mevlana çarpıcı bir tespitte bulunuyor: “Kişinin kendi nefsinin heva ve hevesini kovalaması, Allah’tan kaçıp uzaklaşmak ve O’nun adaletinin huzurunda kendi manevi varlığının kanını dökmek demektir.”
Kişi ne nefsani ne de şeytani kötülüklerden kaçabilir. Kendi sorunlarından, sıkıntılarından kaçmaya çalıştıkça daha büyük sorunlarla karşılaşacaktır. İmtihanlara ne kadar sabırla katlanırsa, ilahi mükafatı o kadar büyük olacaktır. Büyük kayıp ve felaketler içerisinde gönülden şükrettiğimiz müddetçe saadet elde ederiz. Esasen, dinin terbiyesi altına ne kadar girersek nurun zirvesine o kadar çıkarız.
Bize dermanı getiren ayrılık acısının ta kendisidir. Yaranın acısı, şifasını arayacaktır. İnsan hasta olduğunda sağlığını geri kazanmaya çalışır. Hapisteki bir adam özgürlüğünü arar. Ne kadar incinirsek, ne kadar ayrı kalırsak, ayrılık yarası ne kadar derin olursa, sağlık, tevhid, şifa ve kurtuluştan o nispette haberdar oluruz.
Hikmeti şudur, eğer bütün sıkıntılar ahiret odaklı olmazsa, hepsi boşa çekilmiş olurlar. Bedavaya sıkıntı çekmekten daha trajik, daha büyük bir kayıp olamaz. İslam ızdırap çekme ilmini öğretir. En büyük acı Allah’tan ayrılmanın acısıdır. Bütün acılar o acıdan peydah olur. Hiçbir şey Allah’a olan uzaklıktan daha büyük bir acı veremez.
Allah bize yaptıklarımızdan dolayı ceza vermiyor, O’nu unuttuğumuz için bize ızdırap veriyor. Allah-u Teala’nın insanlığa gönderdiği kural, şeriat, hukuk, ibadet olarak her ne varsa kazaları önlemek, belaları def etmek, insanların sıkıntılarını bertaraf etmek içindir. Peygamber Efendimiz (sav) insanları cehennemden kurtarmaya çalışıyordu, ama ona verdikleri karşılık taş atmak oldu. O, bütün insanları kurtarmak için büyük bir gönül sevdasına düşmüş, kainattaki varlıkların her türlü sıkıntısını, ızdırabını, sorunlarını yüklenmiştir.
Dertsizliğin dermanı yoktur
Ağlayıp inlemeden ve acı duymadan insan aşkın sırrını keşfedemez. İnsan yalnızlığı ve ayrılığı tatmazsa Rabbiyle tevhidin lezzetini bilemez. İnsan açlık yaşamazsa, Allah’ın lütuf ve nimetlerinin farkına varamaz. İnsan fakirlik yaşamazsa, Allah’ın zenginliklerinin kıymetini takdirden aciz kalır.
Hz. Mevlana şöyle buyurmaktadır; ”Kimin gönlünde gizli bir aşk derdi yoksa yaşıyormuş gibi görünse de gönlü ve canı yoktur. Git dert ara, çünkü dertsizlik hiç bir şekilde dermanı olmayan bir derttir. Derde düşmedikçe dermana erişmezsin. Can vermedikçe de canana kavuşamazsın. Halil gibi ateşe atılmadıkça Hızır gibi âb-ı hayat kaynağına ulaşamazsın. Bedene verilen lezzet sizi hamlaştırır fakat çekilen acı sizi olgunlaştırır. Dinin teklifi altına girmedikçe hakiki imanı elde etmiş olmazsınız.” Bizleri şifanın hakiki kaynağına davet ediyor: “Bütün kronik hastaları çağırıyorum. Bizim ilacımız bütün hastalıklara şifadır!“
Allah’ın ilahi politikası; kaybı kazançla, fakrı gına ile, acizliği inayetle, kırıklığı bütünlükle, kudretsizliği kuvvetle, hiçliği ise hakiki iman ile ödüllendirir. Bu yolda çekilen zahmet rahmettir, açlık gıdamızdır, fakirlik zenginliğimizdir, ölüm dirilişimizdir, derdimiz dermanımızdır. Aşıklar meclisten ayrıldığı zaman, ”Allah dertlerimizi arttırsın.” diye birbirlerine dua ederler, çünkü dertler çoğaldıkça daha çok derman bulunur. Aşk, Allah’tan ayrılık zehabının verdiği ızdıraptan başka ızdırap hissetmemektir. Aşk acı, ıstırap ve imtihan gerektirir. Hz. Mevlana; “Ey birader! Aşık olman için derdin olmalı. Derdin, ızdırabın nerede? İhlas ve sabır er ister; nerde o er?”, “Aşkın kalp ağrısı sineyi bir an terk etsin, ev mezar olur ve içindekiler de hüzne gark olur.” buyuruyor. Her işe muhabbetle yaklaşmadığımız müddetçe imtihanı kaybederiz ve şeytanı galip kılarız.
Hayatımızda sorunlar, ızdıraplar, imtihanlar olmazsa güce, güzelliğe, nura, muhabbete ve berekete vasıl olamayız. İmtihanıyla yüzleşmeyen bir mümin Rabb-ül alemin tarafından mükafatlandırılmayacaktır. Allah-u Teala onu kendi güzel sıfatları ile ödüllendirmeyecektir. Cenneti kazanma fırsatını kaçıracaktır, ahiretini kazanma fırsatını bulamayacaktır. Ölümsüzlüğünü kazanma şansını kaybedecektir. Hakiki cihat etme, hizmet etme, zikretme, secde etme fırsatını bulamayacaktır. İmanın nuru ve aşkın gücüne erişmeyecektir.
İmtihanı kazanmak, “Ölmeden önce ölünüz!“ ve “Hesaba çekilmeden önce nefsinizi hesaba çekiniz.“ hadis-i şerifini hayata geçirmektir. İmtihanı kaybetmemizin asıl sebebi; kalbimizde dünya sevgisinin barınmasıdır.
Amacımız; lanetlenmiş şeytandan, dünyanın cazibesinden, bedenin ağırlığından, nefsin isteklerinden Allah’a sığınmaktır. Allah’tan korkmak ve O’nu sevmektir. Allah’ın affını ve merhametini dilemektir. Rabbine olan mutlak ihtiyaç ve bağımlılığını idrak etmeye ve yaşamaya çalışmaktır.