Yüce Allah (cc), insana daha ruhlar aleminde iken kendisini tanıtmış, ondan rububiyetine (ilahî terbiye) iman etme hususunda söz almıştır.1 Uluhiyet (ilahlık vasfı) ve rububiyetinin gereği gibi tanınması, daimi bir iletişim kurulması, semavat ve arzdaki ahadiyetinin (tek olması) insanlar üzerinde de tecelli etmesi; mükevvenat (bütün mahlukat) arasında bir uyumun gerçekleşip “karada ve denizde fesadın olmaması” arzusuyla “halife varlığı”2 emanetle donatmıştır.3
Emanet unutulmaya yüz tutunca veya emanete riayetsizlik kolektif hale gelince, Allah Teala tüm bunları hatırlatmak gayesiyle peygamberler göndermiştir. İnsan hayatında, emanet ile ahd arasındaki ilişkinin tahakkuku için gönderilen son peygamber Hz. Muhammed (sav), konunun önemini şu buyruğuyla ortaya koymuştur: “Emanete riayet etmeyenin imanı; ahde vefa göstermeyenin de dini yoktur.”4Allah (cc)’ın göndermiş olduğu peygamberlerin tamamı şeri teklifler diye yorumlanan5 emaneti; itikadî, amelî, ahlakî ve içtimaî boyutlarıyla tebliğ etmişler ve bu çerçevede şu ortak duyuruyu yapmışlardır: “Ey kavmim! Yalnızca Allah’a kulluk ediniz. Sizin ondan başka ilahınız yoktur.”6 Peygamberler, almış oldukları vahiy vasıtasıyla kavimlerine Allah (cc)’ı hakkıyla tanıtmışlardır. Böylece her peygamberin, toplum içindeki varlığıyla beraber bir “Asr-ı saadet” ortaya çıkmıştır.
İlahi mesaja kulak vermeyip kendi kültür ve algı düzeylerine göre tanrı anlayışı ortaya koyan toplumlar ise “Allah’ı hakkıyla takdir edemedikleri için”7 sapıtmışlar ve cahiliyenin doğmasına zemin hazırlamışlardır. Aslında cahiliye denilen toplum yapısı, tanrı tanımaz bir yapının adı değildir. Cahiliye; hayatın tüm alanlarını Allah’ı (cc) hesaba katmaksızın anlamlandırıp yorumlamadır. Kısacası cahiliye; Allah’sız bir hayat tarzıdır. Böyle bir yanlışın ve sapkınlığın temel nedeni “marifet-i ilahiyyenin” yokluğu veya eksikliğidir.
Allah (cc)’ı en iyi bilenler
Allah’ı (cc) bilmekle ona karşı huşu, vera ve takva arasında doğru bir orantı vardır. Tersi de doğrudur. Şöyle ki, marifetsizlikle de günah, isyan, zulüm, nifak, şirk ve küfür arasında bir orantı vardır. İnsan, marifetinin derecesi oranında Allah (cc)’a gereği gibi kulluk yapar. Bunu da en iyi gerçekleştirenler peygamberlerdir.
Hz. Peygamber (sav) konuyla ilgili şöyle buyurmuştur: “Sizin, Allah’ı en iyi bileniniz benim; Allah’a karşı en takvalı olanınız da benim.”8 İlahi nimete layık olmakla marifetullahın dereceleri arasında bir bağ kurarsak, peygamberlerden sonra Allah (cc)’ı en iyi bilenler sıddıklar, şehitler ve salihlerdir.9 Bütün bu sıfatlar marifetin ve uygulamanın derecesine göre elde edilmiş niteliklerdir.
Marifet nurunun oluşmasında ilim en önemli vesiledir. Allah Teala mutlak anlamda “Alim” olduğu gibi peygamberler de alimdir. Fakat peygamberler ilimlerini Allah’tan alırlar. İlim (kesbi olsun, vehbi olsun) velayetin de şartlarındandır. Yüce Allah (cc), cehaletle velayeti bir şahısta toplamaz. Hz. Peygamber (sav) ümmetine, yersiz endişelere kapılmak yerine dinde derinleşmelerini şu buyruğuyla dile getirmiştir: “(Sizler din konusunda yersiz endişelere kapılmayın.) Bu din çok sağlamdır; metindir. Dinde rıfk ile derinleşmeye bakın.”10
Dini ilimleri öğrenip İslam’ı yaşamak suretiyle Hz. Muhammed (sav)’in ilmine varis olmak, Allah (cc) tarafından sevilmenin bir göstergesidir. Bu durumu Resulullah (sav) şu hadisi ile haber vermiştir: “Allah Teala, rızkınızı aranızda taksim ettiği gibi, ahlakınızı da taksim etmiştir. O, dünyalığı (ve rızkı) sevdiğine de sevmediğine de verir. Bilin ki Yüce Allah, kime dini vermişse mutlaka onu seviyordur…”11 Rabbimizin sevdiği bir dindarlığın gönüllerimizde hasıl olması için, Allah (cc)’ın iyi bilinmesi gerekir.
Allah Teala’yı, “zat” olarak tanımak imkansızdır. Bu nedenle eşya alemiyle kuşatılmış olan insanın, Allah (cc)’ın zatı hakkında düşünmesi yasaklanmıştır. Çünkü insan kendisini kuşatan alem çerçevesinde düşünür ve vardığı sonuçlar da teşbihi olur. Yani, Allah (cc)’ı gördüğü varlıklara benzetir. Böyle bir sonuç ise insanı küfre götürür.
Yanlış bir sonuca ulaşmamak için Yüce Allah (cc) insanları şu ayetiyle uyarmıştır: “… O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. Şüphesiz O, hakkıyla işiten ve görendir…”12 Hz. Peygamber (sav) de aynı konuya şu şekilde açıklık getirmiştir: “Allah’ın yaratmasını; mahlukatı üzerindeki kudretinin büyüklüğünü tefekkür ediniz. Halık’ı (Allah’ın zatını) tefekkür etmeyiniz; çünkü hiçbir şekilde buna güç yetiremezsiniz.”13
Mutlak tasdik Allah Teala’yı ve O’nun emrettiği, iman alanıyla ilgili diğer konuları bilmek Kuran-ı Kerim’in öncelikli konusudur. Tüm Kuran ayetlerinin dörtte üçünü bu alan oluşturur. Allah (cc)’a kulluğun ve tüm salih amellerin kabulü iman alanındaki mutlak tasdike bağlıdır. Bu alandaki yetersizlik, bilgisizlik ve imanın gereklerine karşı ilgisizlik ani bir kimlik değişimine neden olabilir. Hatta bazı İslami ritüelleri yapsa bile, İslam ile ilgisi kalmayabilir.
Abdullah b. Amr bu durumu şöyle ifade etmiştir: “İnsanlar için öyle bir zaman gelecek ki mescitlere doluşacaklar fakat içlerinde mümin olmayacaktır.”14 Bu söz, her hangi bir kimseyi tekfir etmeye yönelik aşırı bir söylem değildir. İnsanlığın gidişatı ve iman alanını yüzdelemekten doğacak olan sonuçlarla ilgili ferasetli bir bakıştır.
Hz. Peygamber (sav)’in şu uyarısını düşünürsek Abdullah b. Amr (ra)’ın sözünü daha iyi anlarız: “Salih amelleri yapıp çoğaltmakta acele ediniz. Kıyamet öncesinde karanlık geceler gibi fitneler olacaktır. Kişi, mümin olarak sabahlayıp kafir olarak akşamlayacak; mümin olarak akşamlayıp kafir olarak sabahlayacaktır. Bazı insanlar dinlerini ve şahsiyetlerini az bir dünyalık uğruna satacaklardır.”15 Hz. Peygamber (sav), şahsiyetlerini ve dinlerini pazarlık konusu yapmayacak insanların; “Kalplerini, Allah’ın ilimle ihya ettiği alimlerin” olduğunu müjdelemiştir.16 “Böyle bir alim, şeytana bin abidden daha zor gelir.”17
İmanınızı yenileyin
Kuran-ı Kerim’de ve Hz. Peygamber (sav)’in sünnetinde ilim öğrenmek teşvik edilmiştir. İnsanın kendisine yetecek kadar ilmihal bilgisi öğrenmesi -ki bunun içerisinde Akaid ilmi başta gelir- farz-ı ayındır. Resulullah (sav) tüm bu teşvik çalışmalarıyla birlikte, imanın muhafazası hususunda Allah Teala’dan yardım talebinde bulunmuştur. Şu duayı her namazın arkasında tekrarlayarak bize örnek olmuştur: “Ey Allah’ım! Kafirlikten, fakirlikten ve kabir azabından sana sığınırım.”18
Resulullah, sabah akşam Allah (cc)’a ellerini açmış ve “İslam fıtratı, ihlas kelimesi (olan tevhit) ve Hz. Muhammed’in getirdiği din ve İbrahim milleti üzerine sabahladık.”19 diye ikrarda bulunmuştur. Akşam olunca da aynı duayı “akşamladık” biçimiyle dilinden düşürmemiştir. İmanın gönülde pörsümemesi, canlı kalıp sahibine tevhidi bir bilinç ve sorumluluk yüklemesi için yenilenmesi gerekir. Bu da ancak bilinçli bir şekilde anlamına vakıf olarak kelime-i tevhidi çokça zikretmek ve bu zikirle ezeli misak arasında ilgi kurmakla mümkün olur. Bu nedenle Resulullah (sav), “La ilahe illallah sözünü çokça söyleyerek imanınızı yenileyin buyurmuştur.”20
Biz de Allah Resulü (sav)’nün bu buyruğunun anlamına ererek her an (zikr-i daimle) imanımızı yenileyelim. “Kalbinizdeki iman da elbisenin eskimesi gibi eskir. Yüce Allah’tan gönlünüzdeki imanın yenilenmesini isteyiniz.”21 buyruğu çok önemli bir mesajdır. İmanı eskiten şeyin; cehalet, atalet, sorumsuzluk, ideolojik takıntılar, şirk, zulüm, kötü velayet-siyasal şirk ve günahlar olduğunu hiçbir zaman unutmayalım.
İmanın en efdali
Kelime-i tevhide ve onun anlam alanına iman eden bir müminde kamil bir murakabe bilinci oluşur. Bu süreçte hayatın merkezinde sadece Allah (cc) vardır. İnsan davranışlarının en basitinden en karmaşığına kadar yön veren tek varlık Allah Teala’dır. Müslüman bir kimse yemesini, içmesini, evlenmesini, boşanmasını, ticaretini, eğitimini, öğretimini, hukukunu ve siyasetini yaparken Allah (cc) bilincini zihninde her an canlı tutup kendine ve topluma bu doğrultuda biçim vermelidir. Böyle bir anlayışın imanda samimiyetin bir sonucu olduğunu Hz. Peygamber şu hadisi ile ifade buyurmuştur: “İmanın en efdali, nerede olursan ol Allah’ın (her an) seninle olduğunu bilmendir.”22
Uzak ilah!
Müşrikler, ya Allah’ın (cc) aşkınlığını buharlaştırmaktan veya O’nu “ilk muharrik” kabul edip hayata müdahale ettirmemekten dolayı (deizm), “uzak ilah” anlayışına sahip olmuşlardır. Bu çarpık anlayış şirkin ortaya çıkış nedenlerinden biridir. Buna binaen Allah (cc), müşrikler nazarında hayata müdahale etmeyen, uzak tanrıdır.
Modernite de pratikte Allah’ın hayata müdahale etmesini inkar ederek inanç bağlamında şirkin yanında saf tutmuştur. Kuran-ı Kerim tüm bu sapkın anlayışları “Allah’ı hakkıyla takdir edip bilememe” çerçevesinde ele almış ve yüce Allah’ın (cc) kullarına olan yakınlığına şu ayetlerle vurgu yapmıştır: “Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir.”23 “Allah içinizden geçenleri dahi bilir.”24 “Kullarım, beni senden sorarlarsa (bilsinler ki) gerçekten ben onlara çok yakınım. Bana dua edince dua edenin duasına cevap veririm.”25 “Biz insana şah damarından daha yakınız.”26
Bu ayetler, müşriklerin Allah Teala ile ilgili “uzak ilah” anlayışlarını çürütmektedir.27 Hazreti Peygamber (sav) de Allah (cc)’ın kullarına olan yakınlığını müminlerin daima hissetmelerini istemiş ve bu çerçevede “ihsan bilincini” önermiştir. Böyle bir bilinç hali insanı “müşahede”ye götürür. Eser ile müessir arasındaki ilgiyi hakiki anlamda görebilen bir kişi; varlıklar üzerinde Allah’ın (cc) ahadiyetini her an temaşa eder.
Kaynakça: 1. Bak: A’raf 7 / 172. 2. Bak: Bakara 2 / 30. 3. Bak: Ahzab 33 / 72. 4. İbni Hanbel, Müsned, I / 242; İbni Hemmam, Musannef, XI / 157. 5. Taberî, Câmiu’l-Beyân, X / 339;İbni Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azîm, III / 502. 6. A’raf 7 / 59, 65, 73. 7. Bak: En’am 6 / 92, Hac 22 / 74-76, Zümer 39 / 65-67. 8. İbni Hanbel, Müsned, VI / 61;İbni Hamza, Esbab-ı Vürud-il Hadis, h. no: 598, II / 36. 9. Bak: Nisa 4 / 39. 10. İbni Hanbel, Müsned, III / 199; Beyhaki, Sünen-i Kübra, c. 111, s. 28. 11. Heysemî, Mecmau’z Zevaid, I / 5. 12. Şûra 42 / 11. 13. İbni Hamza, Esbab-ı Vürud-il Hadis, h. no: 914, II / 251. 14. Tahavi, Müşkil’ül Asar, I / 205. 15. İbni Hanbel, Müsned, III / 452; Müslim, İman, 51, h. no: 186, I / 110. 16. Darimi, Sünen, I / 109. 17. Tirmizi, es’Sünen, 19, İlim, h. no: 2681, V / 48. 18. İbni Hemmam, Musannef, VII / 89. 19. İbni Hanbel, Müsned, III / 407. 20. İbni Hanbel, Müsned, (tah: Muhammed Şakir, h. no: 8695), c. XVI, s. 289. 21. Heysemî, Mecmau’z Zevaid, I / 52. 22. Heysemî, Mecmau’z Zevaid, I / 60. 23. Hadid 57 / 4. 24. Hadid 57 / 6. 25. Bakara 2 / 186. 26. Kaf 50 / 16. 27. Yüce Allah’ın kullarıyla sürekli ilgilenip onlara yakın olmasıyla ilgili ayetler için bak: Bakara 2 / 186, 235, 284; Âl-i İmran 3 / 5, 29; Maide 5 / 8; En’am 6 / 3, 59; Yunus 10 / 21, 61; Hud 11 / 5, 123; Hicr 15 / 23; Rad 13 / 9, 10, 38; Furkan 25 / 58; Neml 27 / 93; Lokman 31 / 16; Ahzab 36 / 54; Hucurat 49 / 1; Kamer 54 / 52, 53; Mücadele 58 / 7; İnfitar 82 / 11, 12; Fecr 89 / 14.