Alem Sanal Ahlaksızlık Gerçek

Tefekkür Ve Tahassüs Mirasımız Lisan

1.36BinOkunma

Lisan… Zihin topraklarında doğup ihtişam ile raks ederek dil şehrine süzülen ifade rüzgarı. Alemi bir hücre çeperinde damıtma izzet-i nefsine sahib tefekkür meyvesi, şuur deryası. Lügattan hakiki dünyaya haykırılmayı bekleyen mukaddes vasıta.
“Kamus bir milletin hafızasıdır. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır.” diyor Cemil Meriç. Kamus yani lügat dediğimiz şey lisanda mevcut halde bulunan kelimelerin cem olmuş, toplanmış şeklidir. Kelimeler ise bir milletin tefekkür ve tahassüs yolculuğunun lisanda biten mahsulüdür. Ve bundan dolayı kelimelere vurulan her darbe aslında zihin, şuur ve düşünce dünyamıza indirilmiş birer balyoz hükmündedir.
Kişinin zikri ile fikri arasında sonsuz bir mana cereyanı mevcuttur. Kalpte doğan nüve, dilden sadır olabileceği gibi çokça tekrar edilen sözler de insanın idrak merkezini mesken tutabilir. Ettiğimiz kelam ruhumuzun ve bedenimizin istikametini çizebilir. Binaenaleyh dilde yapılan her inkılap dinî telakkiye de tesir eder. Lisanı oyuncak addederek onunla oynamak, medeniyet bağlarının gevşemesine, geleneğe bir tutkal edasıyla yapışmış hüviyet sarmaşıklarının kopmasına sebebiyet verir. Böylelikle Ayasofya’da dilenip Sultanahmet’te zekat veren bir zihin yapısının meydana gelmesi pek muhtemeldir.

En büyük dil tahribatı
Ne acıdır ki dünya tarihinde en büyük dil tahribatı Türkçe üzerinde olmuştur. İslam yazısı ilga edilmiş, Arapça ve Farsça menşeli kelimeler tebdil olunmuş, lisan tahrifata maruz kalmıştır. Güzel Türkçemize suikast teşebbüsünde bulunulmuş, bin yılı aşkın süregelen kadim medeniyetimiz bu türlü faaliyetlerle inkıtaya uğratılmıştır.
Halbuki Türkçe bir imparatorluk dilidir. İmparatorluk dilleri, içinde birçok millet unsurunu ihtiva ederek her birinden kelime alır ve tefekkür haznesini genişletmek gayesi güder. Hakiki Türkçe’nin “tu kaka” edilmesi, annelerimizin artık çamaşır değil kumaşsal bezler asmasına, çocuklarımızın bakkala değil yiyeceksel konutlara gitmesine, nenelerimizin çorba değil sıvısal nesneler pişirmesine, babalarımızın meslek icra etmeyip işsel etkinlikte bulunmasına sebep olacaktır.

Ne kadar hazin bir manzara değil mi? Maalesef bu vaziyet imparatorluk dili Türkçe’yi “vak vak” sesi çıkarmaya mahkum olan kurbağa lisanına döndürmüştür. Lakin bunun dünyanın hiçbir yerinde emsali görülemez. Dünya dillerinden misal vermek lazım gelirse bu noktada İngilizleri ele alabiliriz. Angllar İngiltere’ye gelmeden evvel Almanya’nın Saksonya (bugünkü Hannover mahalli) bölgesinde yaşamaktaydılar. İngiltere’ye geldikten sonra bir toplama lisan teşkil ettiler.
Angllar İngiltere’ye geldiklerinde ise 17 kök kelimesi vardı. 1878 baskılı Webster lügatında 500 bin kelime vardır. Bunun 50 bini Arapça, 10 bini Türkçe menşelidir. İngilizler gördükleri her yerden kelime almışlardır. Bugün İngilizlerin meşhur Webster lügatında 1,5 milyon kelime mevcuttur. Çince’den bile alınmış 10 binden ziyade kelime vardır. Alelade bir İngiliz köylüsünün ortalama bilebileceği kelime sayısı 2.000 kelimedir. Ancak İngilizler köylüler bilmiyor diye 1,5 milyon kelimeden hiçbirini kapı dışarı etmezler. Aksine hepsini bir baba edasıyla sahiplenirler. Bu sebepten dolayı dilden kelime atmak marifet ve meziyet sayılamaz.

Mazisi silinmiş bir millet
Bütün bunları topladığımızda hülasaten şu söylenebilir ki; lisanımız üzerindeki tahribat, topyekun bir medeniyet tarihini, uçan mürekkeple sayfalara döküp altına imzayı tükenmez kalemle atmaya benzer. Bu da mazisi silinmiş bir milletin “İşte şanlı tarih, ulu çınar benim!” diye iftihar naraları atması kadar abestir. Halbuki destanını yüksek sada ile gümbür gümbür haykırmak, ancak ve ancak kurumaya yüz tutmuş çiçeklerini su vermek suretiyle ihya eden kadirşinas erlerin hakkıdır.
Hal böyle iken incecik ipek kumaş kadar narin, göz kamaştıran pırlanta kadar kıymetli tefekkür ve tahassüs mirasımızı berrak ufukların ötesindeki tahtında değil, bulanık suların dibindeki kum enkazı altında bulacağız.
Üstad Necip Fazıl’ın da ifade buyurduğu gibi;
Ruhsal, parasal, soyut, boyut, yaşam, eğilim…
Ya bunlar Türkçe değil, yahut ben Türk değilim!
Oysa halis Türk benim, bunlar işgalcilerim;
Allah Türk’e acısın, yalnız bunu dilerim.