İşgalin tarihçesi
Tarih boyunca Hunlar, Göktürkler, Moğollar, Ruslar gibi birçok devletin egemenliği altına girmiş olan Doğu Türkistan’da Çin zulmü; 1700’lü yılların ortalarında başlar. 1862 yılına gelindiğinde ise bölge tamamen Çin yönetimine geçer. Bu dönemde Türkistan toprakları 42 büyük isyana tanık olur ve 1863 yılında Mehmet Yakup Bey, başkenti Kaşkar olan bir devlet kurulduğunu ilan eder. Sultan Abdülhamid’in de desteğini alan bu devlet, ne yazık ki uzun ömürlü olmaz. Mehmet Yakup Bey’in 1877 ölümüyle bölge tekrar Çin denetimine geçer.
18 Kasım 1884 günü, Çin İmparatorluğu’na bağlı bir eyalet haline gelir ve ismi; “Kazanılmış Topraklar” manasına gelen “Sincang” olarak değiştirilir. Ülkenin eyalet haline gelmesi, Uygur Müslümanlarının bağımsızlık mücadelesine gölge düşürmez. 1931 yılında tekrar direniş başlar. Bu yılda dikilen direniş fidanları yeşerir ve 1933 yılında diriliş olarak meyvesini verir. Tam bağımsız “Doğu Türkistan İslam Devleti” kurulur.
Direnişin dirilişe dönüştüğü ülkede, kara bulutlar bir türlü dinmek bilmez ve 1949 yılında, tekrar Komünist Çin’in işgaline uğrar. Asıl zulüm bu tarihten sonra başlar. İsim meselesi tekrar gündeme gelir ve ülkenin ismi “Sincan Uygur Özerk Bölgesi” olarak değiştirilir. Tarihe birer kara leke olarak geçecek katliamlar, işkenceler yapılır. Komünist Çin Devleti asıl rakamları sır gibi saklamasına rağmen Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği’nin vermiş olduğu verilere göre, 1949 yılına kadar, 40 milyondan fazla olan ülke nüfusu, işgalin şiddetlenmesiyle 20 milyondan daha az sayıya düşer. Günümüze kadar gelindiğinde ise işgalin bilançosu 35 milyonu bulmaktadır.
Gerekçe neydi?
Çin, önceden egemenliği altında olan toprakları “Kadim Çin” olarak kabul eder. Bu topraklardan bazılarını da kendi tarihi içinde değerlendirir ve buralara “Çin’in arka bahçeleri” tabirini kullanır. Sözüm ona aidiyet sağlamaya çalıştığı bu toprakların tekrar işgalini ise mübah sayar. Bu toprakların başında yer alan Doğu Türkistan’da, işgalin sebebi, ilk bakışta “Kadim Çin” hayali olarak görünse de derinlere indiğimizde bizleri çok daha farklı sebepler beklemektedir. Doğal kaynakları sömürü, etnik asimilasyon, dini kıyım! …
Doğal kaynakları sömürü
Doğu Türkistan Devleti doğal kaynak bakımından zengin ülkeler arasında yer almasına rağmen, bu kaynaklarını Komünist Çin’den dolayı kullanamamaktadır. Çin, minerallerinin yüzde yetmiş sekizini Doğu Türkistan’dan karşılamaktadır. Bölgede çıkarılan 148 madenin 141’i Doğu Türkistan’a ait olmasına rağmen, Çin tarafından işletilmektedir. Türkistan’ın kömür rezervi: 2,2 trilyon ton. Bu rakam Çin’in kömür rezervinin yarısını oluşturmaktadır.
Bir ülkeyi pasifize etmenin yöntemi, önce ekonomik bakımdan bağımlı hale getirmek olduğunu iyi bilen Çin Devleti, Türkistan’ın doğal kaynaklarını sömürerek, adeta kolunu kanadını kırmış, yürümek için dış mihrakların yardımına muhtaç hale getirmiştir.
Etnik asimilasyon
Ekonomik bakımdan bağımlı hale getirerek, ülke kapılarını aralayan Çin devleti; kapıları tam açmak için ikinci aşama olarak etnik asimilasyon uygular. Ve ülkenin demografik yapısını altüst eder. Amaç ülkeyi Çinlileştirmektir. Bu sebeple; bölgeye Çinliler yerleştirilerek iskân politikası uygulanır. Önceleri seçmeli olan Çince dersi, sonradan zorunlu hale getirilir. Tabelalar Çinceleştirilir. Çinlilerle evliliğe teşvik politikası uygulanır.
Bilhassa yakın zamanlarda “Çinli-Uygur İkiz Aile” genelgesiyle, evlerde mecburi Çinli aile bulundurulur. (!) Daha kötüsü, Çinli ailelerin yetersiz kaldığı yerlerde Çinli erkekleri, Müslüman ailelerin evlerine yerleştirerek hem Doğu Türkistanlıları kültürlerinden ederler hem de namuslarından! … Bunlarla da yetinmeyen zalim Çin, “Islah kampları” adı altında, adeta Nazi kamplarını andıran tesisler kurarak, halkı Çin ırkını benimseyene kadar bu kamplarda tutar!
Dini kıyım
Ülkeyi ekonomik olarak bağımlı hale getirerek kapıları aralayan Çin, etnik ve kültürel olarak yaptığı asimilasyon politikalarıyla da ülkenin kapılarını sonuna kadar açar ve geriye sadece dini olarak kıyım gerçekleştirip içeri girmek kalır. Bu da en zor olanıdır…
Tamamı Müslüman olan ülke halkı, yapısı itibariyle dini geleneklerine bağlı, İslam’ı zerrelerine kadar yaşamayı kendilerine ilke edinmiş insanlardan oluşur. Kadınları baştan ayağı tesettürlü, erkekler ise daha küçük yaştan itibaren hafız. Hâsılı İslam bedeninde sökülemez bir organ… Böyle bir ülkeyi dini bağlarından koparmak elbette ki zor olacaktı.
Bu doğrultuda; dini nikâh kıydırmak, tesettür amaçlı giyinmek yasaklanır. Namaz kılıp oruç tutanlara işkenceler uygulanır. Müslüman halk sebep gösterilmeksizin içeri alınır. Yiyeceklerde “Helal”, “İslami” ifadeleri kaldırılır. Başta Muhammed ismi olmak üzere, Müslüman devlet liderlerinin isminin konulması yasaklanır. Camiye girişler kısıtlanır. Karara göre 18 yaş altı çocuklar, kadınlar, devlet memurları, emekliler camiye alınmaz. İçki ve sigara satımı zorunlu hale getirilir. Ramazanda lokantalar zorunlu açık tutulur ve yine bu ayda, Müslümanlar arasında zorunlu içki içme yarışmaları düzenlenir.
İmamlar namazdan sonra şehrin meydanına çıkarılıp oynatılarak, halkın gözünde itibarları düşürülür. (!) Camilere yazılı ayet ve hadisler yerine, Komünist propagandası içeren afiş ve pankartlar yerleştirilir. Dini kitaplar yasaklanır, hatta evlere sebepsiz girilip dini kitap, Kuran, seccade vs. ne varsa toplanıp yakılır.
Ne yapmalı?
Yapılan katliamlara, baskılara, işkencelere rağmen, pasifize planının son adımını hala geçemediler. Doğu Türkistan’ın bağımsızlık için yaktığı ateş hala kül haline dönmedi. Ülke hala direniyor. Şimdi sıra bizde. Öncelikle “Zulmü engelleyemiyorsan hiç olmazsa duyur” düsturuyla, elimizden geldiğince Doğu Türkistan’ı gündeme taşıyarak, yapılan işgalin bir insanlık suçu olduğunu bütün dünyaya göstermeliyiz.
Kavramların ne kadar önemli olduğunu unutmadan, Doğu Türkistan için Çin dayatması “Sincan” ismini kullanmamalı, bölgeyi “kazanılmış topraklar” deyip onlara altın tepside sunmamalıyız. Oradan bir şekilde ülkemize sığınmış olan muhacir kardeşlerimize ensar olabilmeliyiz. Çünkü unutmamalıyız ki onlar bedenleriyle, bizler de imanlarımızla imtihandayız.
Son olarak, Allah’ın bizlere vaat ettiği, onlar için dehşetli bizim için ise ümit verici olan bir ayetle bitirmek istiyorum: “Sakın Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Bilakis korkudan gözlerinin yuvalarından fırlayacağı o güne erteliyor.” (İbrahim, 42)