Tarihî süreçlerde “Bir toprak nasıl yurt olur?” sorusunu bizler Horasan Erenleri’ni anmadan cevaplayamayız. Bu bir gerçek. Öyle ki, Horasan Erenleri vurdukları damga ve çaldıkları maya ile bir toprak parçasının vatana dönüşmesine, yurt olmasına en güzel örnek olarak tarihî ve millî hafızamızın en mutena köşesinde yer almaktadırlar. Mesela, Hoca Nasreddin’in gölü elbette Anadolu (ve tabii ki Balkanlar), mayası da İslamiyet idi. O ve diğer Horasan Erenleri Anadolu’yu mayaladılar ve o sayede bizler buradayız, o vesileyle bizler Müslümanız. Vatanımız, yurdumuz burası ve bin yıldır burada yaşamaktayız; bin yıl sonrasının hesabını ise çoktan yaptık bile.
Ancak, Anadolu’nun bir hikmet deryasına dönüşmesinin sadece Pîr-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevî Dergahı’nın Anadolu’ya yağan nurundan ibaret görmek, etkisi ve farkı çok olsa da ve onu Hanefî-Maturidî-Yesevî çizgisi olarak görsek bile yeterli olmaz. Başka isimler de var Anadolu’yu mayalayanlar arasında! Bundan dolayı, Horasan Erenleri ile birlikte anılması gereken zatları, ayrım yapmadan bir hakikatin hizmetkarları olarak görmek ve anmak en doğru olanıdır.
Bu emanetin bizlere bir beka davası olarak intikal etmesi süreci çok büyük bir ilim, irfan, hikmet ve aşk kavgasında gerçekleşti. Bu durum, birbirini besleyen ve tamamlayan üç büyük dalganın iç içe geçmesi neticesinde, adeta “derya içre derya” olarak hakikat buldu.
Mezkur üç dalgayı veya derya içre deryayı şöyle ifade etmek mümkündür:
1) Hanefî-Maturudî-Yesevî dalgası,
2) Şafî-Eşarî-Gazalî dalgası,
3) İbn Arabî-Konevî-Kayserî dalgası
Tabiri caizse, vaktiyle Anadolu bu üç muhteşem üçgenin içine alınıp yoğrulmuştu. Günümüzde bu konuyla ilgili yorumlarda genelde, ya Hanefî-Maturudî-Yesevî dalgasından, ya Şafî-Eşarî-Gazalî ya da İbn Arabî-Konevî-Kayserî dalgasından bahsediliyor. Daha dikkatli bir tahkik bize birli, ikili değil; üçlü dalga yükselişini ve “derya içre derya” hakikatini göstermektedir. Bunların birisine Kuzey dalgası, diğerine Güney dalgası, üçüncüsüne Batı dalgası diyebiliriz. Biz belki de Kuzey-Güney, Doğu-Batı ayrımı yapmadan daha bütüncül bir eksen ortaya koymak zorundayız; ki İslam’ın cihanşümul oluşu da bunu gerektirmektedir. Ayrıca, yeni Ehli Sünnet ve’l Cemaat ummanı ancak böyle büyük bir umman olabilir.
Bu satırların yazarı olarak adı geçen üç dalganın etkilerini, hatta müşahhas tecelli ve taayyünlerini üzerimde hissediyorum. İfade edilen dalgalardan biri mevcut olmasa, kendimi eksik hissederim. Bu dalgalar içinden bakarsanız şunu görürsünüz ki Yesevî, Mevlana, Yunus, Dehhanî, Fuzulî, Karacaoğlan veya Sezai Karakoç aynı kişidir. Tıpkı, Ebu Hanife, İmam Şafî, İmam Gazalî, İbn Arabi, Fenarî, Galip Dede veya Zahit Kotku’nun aynı kişi olması gibi. Evet, o ağacın kökleri altımızdaki topraktadır ama aynı zamanda dalları da halihazırda üzerimizde uzamaktadır. Yani, Horasan Erenlerinin kemâlatının harmanlandığı kıymetler günümüzde bir bütün olarak bizdedir. Bu toprakların çocuklarındaki ilim, irfan ve hikmet odur. Bu toprakların çocuklarında taşan gönül deryası odur. Bu toprakların çocuklarında alevlenen aşk odur.
Bir de şöyle sormak lazım: Tamam da, derya içre deryada neler var, bize ne miras kaldı? Biz neler tevarüs ettik, neyi temellük etmedeyiz ve neyi temessül ediyoruz? Sorular böyle gelince, nicesinden süzülüp gelenler arasında cevap olarak şunlar yetmez mi:
– İnsanın İslam, İslam’ın insan ve de ikisinin vicdan olduğu bilmek.
– Malumattan geçmek; ilim, irfan ve hikmet yollarında arayan olmak.
– Öndeki perdeye dalıp gitmemek, perdelerin arkasında olana vakıf olmak; bu meyanda şeriat-tarikat-marifet-hakikat yolunda şeriatı hakikatte korumak, hakikati şeriatte aramak.
– Herkesin can, mal, namus, fikir ve inancını korumak; bunda cehd etmenin ibadet, ayrım yapmanın günah olduğunu bilmek.
– Dini güzel ahlak olarak yaşamak.
– Emrolunduğumuz gibi dosdoğru olmak.
– Engin gönüllü olmak.
– Varlıkta hiç olmak.
– Kesrette vahdet, vahdette kesret sırrına ermek.
– Nefsine “Edeb yâ Hû” diyebilmek.
– Muhammed (sav) ehli olmak için, muhabbet ehli olmak.
– Medine gülü şehirler kurmak.
– Dinin direği namazda olduğu gibi, göğü tutan kubbeler ve göğe yükselen minareler gölgesinde ibadeti aşk, aşkı ibadet bilmek.
– Bir ezanla, bir sala ile vatan savunması yapmak.
– İslam Hakk’ı tazim, mahluka şefkattir düsturu gereği akleden ve tefekkür eden Müslümanlar olarak bundan çok şeyler çıkarmak…
Bu üç derya içre derya bize bunları vermiş olsa yetmez mi? Biz bu imtizaç ile bir gönül yurduna dönüşen Anadolu’yu maddi yurt, manevi yurt, ahlaki yurt ve ebedî yurt olarak yaşatsak yetmez mi bize ve insanlığa!