Büyük tarih ve kitabiyat bilginimiz İbnülemin Mahmud Kemal Bey, 6 Mayıs 1956 tarihli Yeni İstanbul Gazetesi’ne verdiği mülakatta, Neriman Malkoç Öztürkmen Hanımefendi’nin sorularını cevaplandırırken sözü meşhur Sahaflar Çarşısı’na getirip şunları söylüyor:
“Bâbıâli’ye devam ettiğim zamanlar Sahaflar Çarşısı’ndan geçer ve kitapçıların davetine icabet ederek dükkanlarında beş on dakika otururdum. Yeni aldıkları kitapları bana gösterirlerdi. Mesleğime ve meşrebime uygun gördüklerimi satın alırdım. Bu, adeta benim için ibtila (tiryakilik) haline gelmişti. Müptela olmuştum. Sahaflardan geçmediğim gün gurbet diyarında bulunuyorum zannederdim.”
Şurası bir gerçektir ki, bir mekanı şereflendiren orada bulunan insan veya insanlardır.
Eski Sahaflar Çarşısı’nın gülleri ve bülbülleri hemen hemen hepsi birer kitabiyat alimi olan, yazma ve matbu eserlerden en iyi anlayan kimselerdi. Eski sahaflarda birer birer çekilince -ne yazık ki- bu çarşı da suyu kesilmiş değirmene döndü. Ne bir ses, ne bir nefes kaldı. Artık Sahaflar Çarşısı’na ne zaman uğrasam içime bir hüzün çöküyor ve gurbet havası teneffüs etmeye başlıyorum. Çünkü bu çarşıyı kitap dostlarının kıblesi haline getiren, bir cazibe merkezine dönüştüren geçmiş zaman kitaplarını, hazine değerindeki nadir eserleri, dünkü medeniyetimizin göstergeleri olan kıymetli evrakı artık göremiyoruz.
Oysa bir zamanlar bu çarşı ilmin, irfanın, kültürün tam teşekküllü merkeziydi. Delileriyle, velileriyle, kedileriyle büyük bir şöhret kazanan Sahaflar Çarşısı, bir zamanlar alimlerin, şairlerin, kitap aşıklarının, bibliyomanların (kitap satın alma hastalarının) ve bibliyofillerin (kitapseverlerin) bir nevi meclisiydi. Raif Yelkenci, Hacı Muzaffer Ozak, Şemseddin Yeşil, Nizameddin Aktuç, Hulusi Karadeniz sahaflık mesleğinin pirleriydiler. Kitaba dair her şey bu muhterem zatlara sorulur, keza en ayrıntılı ve tatmin edici cevaplar yine bunlardan alınırdı. Raif Yelkenci’nin tanımadığı, Muzaffer Hoca’nın görmediği, Hulusi Bey’in duymadığı kitap başka hiçbir yerde yok demekti. Bunların dükkanları aynı zamanda birer ilim ve irfan merkeziydi. Bizler, buralardan sadece kitap değil, aynı zamanda feyiz ve ilham da alırdık. Tozlu rafları karıştırırken duyduğumuz haz, sararan yaprakları çevirirken öğrendiğimiz bilgiler, dinlediğimiz anekdotlar bizi bir anda dünyanın en mutlu insanları yapıyordu.
Merhum Necati Alpas’ın, dükkanın bir köşesinde daima hazır duran eski bir merdivenle çıkıp yukarıdaki rafları karıştırması, dağınık halde duran sahafiye kitapların, bu arada patır patır yere dökülmesi, Necati Bey’in hiç üşenmeden aradığınız eseri bunların içinden bulup elinize tutuşturması, görülmeye değer manzaralardandı.
Merhum Ekrem Karadeniz’in gözleri görmediği halde hangi kitabın nerede olduğunu, kim tarafından yazıldığını, hangi matbaada basıldığını anında söylemesi, istediğiniz kitabı derhal takdim etmesi kitap dostlarını son derece heyecanlandırıyordu.
Merhum Ragıp Akyavaş, Âsitane ismini taşıyan ve Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları arasında çıkan kitabının ikinci cildinde “Sahaflar” konusunda bize şu ilgi çekici bilgileri aktarıyor:
“Kitaba olan muhabbetim çok gençliğimde başladı. Harbiye sınıflarına ve sonra Hukuk Fakültesi’ne devam ettiğim senelerde yolum mutlaka Beyazıt’taki Sahaflar Çarşısı’ndan geçerdi. Benim gibi kitap merakı olan arkadaşlara bu çarşıda rast gelmek mümkün olur, onlarla hoş-beş ederdik. Ayrıca İstanbul’un tanınmış kitap meraklılarına da burada rastlanırdı. Rahmetli Ali Emiri Efendi, tarihçi Ahmet Refik Bey, Ali Kemal, Ahmet Kasım Bey, İskilipli Atıf Hoca ve Fuad Köprülü her daim Sahaflarda karşılaştığım simalardı. Onları görünce bahtiyarlığım artar, almak istediğim kitaplar hakkında bilgiye sahip olurdum.
Eskiden Sahaflar Çarşısı, Kapalı Çarşı’nın içinde, şimdi yorgancıların bulunduğu yerdeydi. Sonra Beyazıt Camii’nin yanındaki yere geçti. Ahşap, salaş, pestenkerani (döküntü) dükkanlar idi. Fakat kendine mahsus ruhani bir havası, bir özelliği vardı.
Kitaplar çuvallar içinde veya yığınlar halinde durur, kitabiyyundan olan sahaflar istediğiniz kitabı size derhal bulup verirlerdi. Bir gün bu salaş dükkanların birinde yangın çıktı. Yel üfürdü, içinde hazine yatan dükkanları alev süpürdü. Yerine bugünkü kâgir (taştan yapılma) Sahaflar Çarşısı kuruldu, fakat maalesef eski havasını kaybetti.
Mahkeme kararı ile yapılan mezat (açık artırma) ve terekerlerde satılan kitaplar Sahaflar Çarşısı’na intikal eder, sahaflar şeyhine veya kahyasına teslim edilirdi. Cuma ve Salı günleri mezat yapılır, erbab-ı merak toplanır, sahaflar kitapları kolayca tanır ve değerini takdir ederlerdi. Bu arada nadir elyazmaları kapış kapış elden geçerdi.
Bir gün o civardan geçerken böyle büyük bir mezata rast gelmiştim. Umumi Kütüphane Müdürü, zamanın allamesi İsmail Saib Efendi ile tanışıklığımız vardı. O da oradaydı. Bu mezadın kime ait olduğunu sordum. Rüsumat Nazırı Raif Paşa’nın kitapları, dedi. Mezatta çok nadir kitaplar, yazmalar ve İbrahim Müteferrika’nın ilk basma nüshaları satılıyordu. Haraç-mezat altın para ile on liraya kadar çıktı. O tarihlerde on altın tam bir servetti. Tabii fakirinizde o servetten eser olmadığı için ancak bu kıymetli kitapların seyriyle iktifa ettim.
Meşhur sahaflardan Raşid, Halis, Necati, Mahmud, Hulusi ve Allah daha uzun zaman muammer etsin, Raif Efendilerin içinde bir hazine yatan mütevazi dükkanları, Bayezid Camii tarafındaki kapıdan girince hemen oradaki Dahiliye Nazırı Memduh Paşa, Sadrazam Müşir Cevad ve Kamil Paşalar bu sahaflarda tesadüf ettiğim devlet adamlarıdır. Bu zevat, nadide kitapları hiç kaçırmaz, esmanını (bedelini) tediye edip satın alırlardı. Sadrazam Cevad Paşa’nın beş bin ciltlik çok zengin bir kütüphaneye malik olduğu rivayet edilirdi.
Meşrutiyetten önceki günlerde padişahın ikinci kitapçısı, sonraları şeyhülislam olan Mustafa Sabri Efendi idi. Merhum, “Bana ilim namına ne isnad ediyorlarsa, hepsini Yıldız Sarayı’nın kütüphanesine borçluyum” derdi.