Richart Sennett Ten ve Taş kitabında Cenova şehir devletinden bahisle “Refah seviyesi o kadar yükseldi ki o döneme kadar toplumda dışlanan ve çok sınırlı sayıda bulunan eşcinseller, kadın-erkek villalarda partiler verip sokaklarda gruplar halinde dolaşabiliyorlardı. Bu durum şehir halkı için sıradan hale gelmişti.” demektedir.
Cinsiyet algılarındaki değişim hakkında konuşmak için öncelikle cinsiyet, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve eşcinsellik gibi kavramlara açıklık getirmek faydalı olacaktır.
Cinsiyet, biyolojik olarak verili olan ve bireyi dişi ya da erkek yapan fiziksel özelliklerdir. Toplumsal cinsiyet (gender) ise kültürel ve sosyal olarak belirlenen cinsiyet rollerine karşılık gelmektedir. Toplumsal cinsiyet, kadın ve erkeklerin beklentilerini, değerlerini, imajlarını, davranışlarını, inanç sistemlerini ve rollerini tanımlayan fikirlerin sosyal yapılanmasıdır.
Toplumsal cinsiyet, erkek ve kadın cinsiyet kimliklerinden hareket ederek toplumsal dünyayı gey, lezbiyen, homoseksüel ve biseksüel gibi cinsel bunalımı temsil eden tutumları da tanımlamaya ve açıklamaya çalışır. Cinsel yönelim, kişinin hangi cinsiyete yönelik cinsel ve duygusal çekim duyduğuyla ilgili bir özelliktir. Eşcinsellik (homoseksüellik) ise bu çekimin kişinin kendi cinsiyetinden kişilere yönelik olmasıdır.
Değişen yaşam koşulları ve cinsiyet algıları
1960’lardan itibaren ortaya çıkan modernleşme, teknolojik gelişmeler, küreselleşme ve bunlara bağlı ortaya çıkan yeni toplumsal hareketler, cinsellik alanında söylem patlamasına yol açmış ve cinsellik alanında bir özgürlük alanı oluşturup Batı kültüründe cinsel devrimin yaşanmasına neden olmuştur. Daha sonraki dönemde ise antitezini üreterek muhafazakar söylemi güçlendirmiş ve cinselliğin denetim mekanizmalarını değişime uğratmıştır.
1960’ların sonlarından itibaren ise küreselleşme, postmodernleşme ve post-endüstriyelleşmeye paralel olarak ortaya çıkan toplumsal hareketler, birtakım yenilikleri, yeni grupları ve yeni talepleri ortaya çıkarmıştır.
Gelişim psikolojisi ve sosyolojisi alanındaki birçok çalışmanın ortak kanısı, toplumsal cinsiyet ve cinsellik kavramlarının sosyalizasyon sürecinde şekillendiğidir. Sosyalizasyon sürecinde aile, okul ve akran gruplarının vermiş olduğu mesajlar, bireylerin cinsiyet rollerini öğrenmesi ve pekiştirmesi üzerinde etkili olmaktadır. Bu konuda diğer bir belirleyici etken ise medyadır. Medya, sunmuş olduğu mesajlar üzerinden bireylere ideal olanı, ideal yaşam biçimini, arzu edilen kimliği oluşturmakta ve aşılamaya çalışmaktadır.
Değişen sosyoekonomik yapıyla ve yeni küresel düşüncelerin ve kültürlerin etkisiyle, Türkiye’de de yeni toplumsal koşullar ortaya çıkmış; modern gey ve lezbiyen kimlikleri diğer homoseksüel bağlardan farklı özellikler göstermeye başlamıştır. İnsanlar cinsel yönelimleriyle ilgili olarak birbirlerini keşfetmeye ve aile, komşuluk, okul, askerlik, dini mekanlar gibi eskiden beri var olan sosyal ilişki bağlamları dışında yeni sosyal ağlar oluşturmaya başlamışlardır. Böylece eşcinsellik, öz-farkındalık ve grup kimliği ile özdeşleştirilen toplumsal biçimlenme halini almaya başlamıştır.
Cinsel yönelimin ifade edilebilmesiyle sosyal sınıf arasındaki ilişki, farklı ekonomik kaynaklara erişim ve bunun getirdiği özgürlük ortamıyla yakından bağlantılıdır. Refah seviyesine erişmiş, sosyoekonomik olarak daha avantajlı olan bireyler, yeni sosyal ağlar kurarak farklı cinsel kimliklerini açık bir biçimde yaşamaya başlamışlardır. Bu noktada yaşanılan mekan, iş ortamı ve kültürel çevreye entegre olabilecek maddi ve sosyal sermayeye sahip olabilmek önemli ölçütlerdir. Bu refah toplumunu Osmanlı dönemindeki refah toplumundan ayıran diğer bir nokta ise bireylerin meta kültürünü benimseyerek; maddiyatçı, bireysel ve tüketim üzerine yoğunlaşarak mevcut yaşamda hazcı bir tavır sergilemeleridir. Bu durum geçmişte var olan değerleri (paylaşma, iş bölümü vb.) aşındırarak bireyleri yalnızlığa, farklılaşmaya yöneltmiştir.
Yalnızlıktan kurtulmak isteyen birey ise hızla değişen zaman içerisinde benliğini, var olduğunu kanıtlamak adına aykırılıklar peşinde koşmayı tercih etmekte, yaşam, giyim ve beslenme stili üzerinden yaşanılan toplumda fark edilmeye çabalamaktadır.
Mevcut yeni dünyada bireyler kısa süreli hazlar peşinde koşarak, öz benliklerini oluşturan değerlerden, geleneklerden uzaklaşmaktadır. Kısa süreli hazlardan doyum sağlayamama durumu ise kişileri ruhsal bunalımlara sürüklemektedir.
Geleneklerinden ve değerlerinden uzaklaştırılmaya çalışılan gelecek adına kurgulanan bir diğer proje ise toplumu cinsiyetsizleştirmektir. Bu proje kapsamında insanların herhangi bir cinsiyet rolü dayatması olmaksızın hayatlarını sürdürmeleri; dilde, hukukta, kıyafetlerde, kültürde, insan ilişkilerinde, iş hayatında, eğitimde kısacası hayatın her alanında bireylerin toplumsal cinsiyeti ifade edici sıfatlardan arındırılması hedeflenmektedir.
Kültürel yaşam ve cinsiyetsiz toplum projesi
Geçmişten bugüne bireylerin var olan kimlikleri sosyal yaşamdaki roller ve araçlarla pekiştirilmeye çalışılmış, böylelikle bireylerin toplumsal yaşamla uyum sağlaması hedeflenmiştir. Bu amaçla çocukluğundan itibaren bir insanın kıyafetleri, oyuncakları, odası ve hayat tarzı cinsiyeti ekseninde şekillendirilmeye çalışılmıştır.
Fakat günümüz toplumunda cinsiyet kavramını yok sayarak, insan olmayı öne süren ve cinsiyetten bağımsızlaşmayı öğütleyen söylemler öne çıkmaktadır. Bu söylemler aracılığı ile cinsiyetsiz kimlikleri oluşturmak hedeflenmiştir. Bu durum, bireyin sosyal yaşantısında var olan cinsiyetini pekiştirmek adına donatılmış araçların bireyin sosyal çevresinden uzaklaştırılması şeklinde meydana gelmektedir.
Mevcut duruma örnek olarak İsveç’te okul öncesi eğitim veren kurumları incelendiğinde, bu kurumların kadın-erkek rollerini pekiştirecek, bireylerin kimliklerini belirginleştirecek tüm oyuncaklar ve oyun alanlarından sıyrılarak, kimliksiz ortak mekanlarla donatıldığı görülmektedir. Herhangi bir zorlama olmadan çocukların özgürce cinsiyetlerine ve yaşam biçimlerine karar vermelerini sağlamayı hedeflediğini öne süren bu okullar, aynı zamanda cinsiyetsizliği dayatmakta ve çocuklar için bir kimlik bunalımı oluşturma riski taşımaktadır. Bu eğitim kurumlarında biyolojik farklılıklara sahip iki cinsiyet, tek kalıp şeklinde sunulmakta ve bireysel farklılıklar göz ardı edilerek ortak bir yaşam biçimi oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Bu durum için incelenebilecek ikinci bir örnek ise gençler arasında oldukça popüler olan BTS (Bangtan Boys, Big Hit Entertainment tarafından oluşturulan Güney Koreli K-Pop (Kore Pop Müziği Kültürü) grubudur. Dünya ve Türkiye gençleri arasında oldukça popüler hale gelen bu müzik grup üyeleri, kendilerini tüm cinsiyetlere eşit mesafede olarak tanımlamaktadır. Kıyafetleriyle, danslarıyla, hal ve hareketleriyle, gençleri üçüncü bir cinsiyete sevk eden bu grup, tüm cinsiyetlere eşit mesafede davranmakta ve aşırı makyaj yaparak orta bir cins algısı oluşturmaya çalışmaktadır. Bu grubun (BTS’nin) şarkı sözlerini dilimize çevirdiğimizde ise “İçimde onlarca, yüzlerce insan var”, “Bugün başka bir benle karşılaşıyorum”, “Nereye gidersem en iyiyim”, “Asla değişmeyeceğim!” gibi cümlelerle karşılaşılmaktadır. Görüldüğü üzere dinleyiciler (gençler) bulunduğu ortamın en iyisi, en farklısı, dikkat çekeni olmaya yönlendirilmektedir.
Cinsiyetsiz toplum düşüncesinde ayrıca dilin cinsiyetten arındırılması talep edilmekte; abi, abla, anne, baba, bey, hanım, kadın, erkek gibi cinsiyeti işaret eden kelimeler kullanılmamaktadır. Bu proje kapsamında arzu edilen bir diğer konu ise yasaların ve kimliklerin de tamamen cinsiyetsizleştirilmesidir. Cinsiyetsizlik projesinin en dikkat çeken özelliği, dış görünüşümüze yansımasıdır. Cinsiyetsiz toplumda kıyafetlerin, makyaj yapmanın, saç şeklinin cinsiyeti yoktur.
Bu durum bireyleri uzun solukta ruhsal bunalımlara sürükleme riski taşımaktadır. Batı kültüründe cinsel devrimin yaşanmasına karşı, Müslüman ülkelerde böylesi bir devrim yaşanmamıştır. Ülkemizde ise eşcinselliğe yönelik toplumsal algının, tarihsel süreç içerisinde birtakım değişikliklere uğramakla birlikte, uzun zaman büyük gelişim göstermediği görülmektedir. Türkiye’de eşcinselliği yasaklayan yasalar yoktur, medeni kanunda “cinsel yönelim” gibi bir ifade de yer almamaktadır.
Bu yazıdaki amaç, bireylerin fıtri (biyolojik) olarak eşcinselliğini yargılamak veya eleştirmek değildir. Ancak eşcinselliğin doğal bir eğilim ve normal bir durum olduğunun ve bunun bir yaşam tercihi şeklinde lanse edilmesinin önüne geçilmesi, hatta cinsiyetsiz bir birey algısı oluşturularak geleceğimizi, muğlaklaştıran insani değerlerinden yoksunlaştıran ve bireyleri ruhsal bunalımlara sürükleyecek olan projelerin varlığına dikkat çekmek ve bu konuda farkındalık üretmektir.
Dolayısı ile eşcinselliğin, cinsiyetsiz toplumun normalleştirilmesi, yaygınlaştırılması veya özendirilmesine yönelik her türlü girişime karşı gerekli tedbirlerin alınması gerekmektedir. Bu konuda aile, eğitim, sağlık kurumları, yasa yapıcılar, kamu ve özel kuruluşların bilinçliliği ve birlikteliği oldukça önemlidir.
Bugün Batılı devletlerde aile yapısını ve toplum güvenliğini tehdit eden cinsiyetsizlik bir salgın gibi bütün dünyaya yayılmaktadır, çünkü son iki yüz yıldır; fikir, düşünce, siyaset, ticaret moda Batı’dan yayılmaktadır ve onlardan gelen her olgunun makbul olduğuna dair bir üst algı oluşturmayı başarmışlardır.
Bir milletin refah toplumu aşamasına geçmesi yüksek kültür, tarihî şuur, aile değerleri ve var olan zenginliğin kültüre dönüşmesi ile birlikte refah toplumunu varlığını faydaya dönüştürecektir.