Abdulhamit GülerSinema

Gençlere 40 yıl öncesinden çağrı var

1.17BinOkunma

Sinema ne kadar güçlü? Bu gücü ne belirler? 124 yıllık tarihine baktığımızda zihnimizde kalan filmleri, bu denli kalıcı kılan ne? Bir filmin kalıcılığını kimler belirliyor? Belirleyici unsurlar olduğu kadar belirgin olmayan kişiler ya da yöntemler var mı?
Bütün bu soruların cevabı olduğu gibi net cevap verememek de mümkün. İki örnek üzerinden gidelim.
Hz. Hamza dediğimde gözünüzde kim canlanıyor (ne demiyorum, kim)? Elbette Anthony Quinn. Ömer Muhtar dediğimizde gözünüzde kim canlanıyor? Aynı isim… Peki neden? Çünkü Mustafa Akkad’ın Çağrı ve Ömer Muhtar filmlerinde rolü o canlandırıyordu ve bu zihnimize nakşoldu.
Dahası, Akkad’ın Ömer Muhtar filmi olmasaydı öyle bir halk kahramanından haberimiz olacak mıydı? Ömer Muhtar’ın şehit edildiği tarihte anmalar yapacak mıydık, sosyal medyada son sözünü Anthony Quinn fotoğrafıyla paylaşacak mıydık?
Her kitle iletişim aracının benzer etkisi vardır. Kimi sese, kimi müziğe, kimi resme hükmeder. Görsel malzeme ile zihni şekillenen zamane insanı içinse sinema, etkisi azımsanmayacak derecede mühim. Sinemanın kitleler üzerindeki etkisi gittikçe artıyor. Hollywood dışındaki birçok ülke sineması ve insanı savunmasız durumda. Her sinema eserinin aynı güce sahip olduğunu söyleyemeyiz elbette. Misal; bir Yeşilçam filminde, Hz. Ömer kendini tanıtırken, ”Ben Hazreti Ömer!” diyordu. Böylesi gülünç bir manzaranın resmedildiği sinemanın etkisinden söz edemeyiz. Sinema, gücü nispetince ciddi ve zor bir sanat dalı. Bu çerçeveden bakarak Çağrı ve Ömer Muhtar filmlerinin altını çizmek gerek.

Çekim süreçleri

Çağrı’nın çekim aşamaları inanılmayacak derecede karmaşıktır. Mustafa Akkad, finans bulabilmek için İslam dünyasında birçok yere gider. Suudiler destek vereceklerini söyler. Hatta filmin çekimleri Fas’ta başlar. Sonra İslam dünyasında bir dedikodu çıkar. Sözde, Çağrı filminde Hz. Muhammed (sav) resmediliyormuş. Hatta o dönem ülkemizde bile protesto gösterileri olur, gazete köşelerinde film eleştirilir.
Sonra Suudiler filmden desteğini çeker. Akkad ise ortada kalır. Sonra Kaddafi devreye girer. Filme destek vermeyi taahhüt eder. Filmin çekimleri Libya’da yapılır. Bir bilgiye göre Kaddafi, anlaşırken Akkad’dan Ömer Muhtar’ın da filmini yapmasını ister. Çağrı’dan sonra da bu film yapılır.
Mustafa Akkad, 20 yıl kadar önce Türkiye’ye gelir. İstanbul’un fethinin filmini yapacaktır. Destek arar. Bir grup destek vermeyi taahhüt eder. Ancak Akkad 10 milyon dolar civarı destek ister. O dönem ülkede en revaçta olan (televizyonu da olan) dini grup ise en fazla 5 milyon lira (o günün parası 5 trilyon) verebileceğini söyler. Ve film çekilemez. Akkad yıllar sonra Hindistan’da bir otelde El Kaide’nin bombalı saldırısında hayatını kaybeder.
Akkad, Türkiye’de aradığı desteği bulabilseydi, bugün bütün dünya (daha çok İslam alemi) İstanbul’un fethine dair referans bir filme sahip olacaktı. Çağrı ve Ömer Muhtar filmlerini bir de bu gözle izlemek lazım. Prodüksiyonu, hikaye kurgusu, oyunculukları itibariyle eşsiz yapımlar. Özellikle Hollywood’da başlayan ve bütün ülke sinemalarında kullanılan ‘star sistemi’ (yani yıldız bir ismin oynaması) sayesinde her iki film de gözden kaçamayacak derecede dikkat çeker.

Çağrı’nın müziğini yapan gayrimüslimdir

Çağrı filminin müziklerinin nasıl yapıldığını da hatırlatmak isterim. Maurice Jarre, müziklerde imzası olan Fransız müzisyen. Gayrimüslimdir. Akkad’dan teklif geldiğinde bir şart koşar. Çölde, çadırda zaman geçirmek ister. İstediği gibi olur. 3 ay kadar çölde kalır ve o eşsiz besteler çıkar. Sinemanın insanlar üzerinde ne denli etkili olduğuna çok fazla örnek var elbet. Ancak İslam alemini olumsuz göstermeyen, dünya çapında prodüksiyona sahip ve başarılı çok az çalışma var. Çağrı ve Ömer Muhtar bunlardandır.
Bütün bu bilgiler ve altını çizmeye çalıştığım hususlar üzerine her iki filmi tekrar izlemenizi tavsiye ederim. Özellikle gençlerin, başka bir bakış açısı ve geleneğe dair fikir sahibi olup kadim kıymetlerden haberdar olması için bu tarz klasiklere mutlaka ulaşması gerekiyor.