Yaşadığımız son yüzyılda, menşei Amerika olan, küresel güçler tarafından desteklenen ve biyolojik cinsellik üzerinden çekirdek aile yapısına yönelik yürütülen ciddi projeler söz konusudur.
Gaye ise cinsiyetsiz, ailesiz toplum oluşturmak, aile kavramına yeni tanımlar getirmek, sapkın ilişkileri normalleştirmek ve zaman içerisinde cemiyetin yapısını bozarak kültürel ve zihinsel programlamaya karşı korunaksız bir hale getirmektir.
Batı için bu ideal yeni değildir. Yeni olan projelerdir. Bitmek tükenmek bilmeyen kavramlar zinciri, akımlar ve sürekli tartışılır kılınan mevzulardır. Algı, düşünme, konuşma, yazma ve benzeri eylemler bu kavramların kullanımı miktarınca teşvik görür ve üniversitelerde yer bulur. Çünkü bu tür projelerin alt yapısı daha önceden kurulmuştur. Yani eğitim ve sağlık başta olmak üzere bürokrasinin her tarafında yeterli miktarda örgütlendikten sonra ileri sürülür.
Batı’yı kıbleleştiren, Batı merkezli çalışmaları sanki mutlakmış gibi kabul eden müstemleke (sömürge) aydını tiplemeleri ise projelerin tatbikçileridir. Nerede, nasıl yapıldığı meçhul anketleri ve araştırmaları, “bilimsel çalışma!” diye ülkemize taşıyan bu devşirme entelektüel kesim onlarca eseri, makaleyi bu sahte çalışmalar üzerine yapmakta ve yazmaktadır.
Bu ülkenin kimi aydını öteden beridir Batı’da gördüğü her kavramı ve kuramı hatta çöpü bile alma hastalığına tutulmuştur. Çünkü bu Batıcı aydının saha çalışması yoktur, dipnotlar ve göndermelerle Batı’nın kendi toplumu için ürettiği çözüm önerilerini benimseme ve tatbik etme vardır. Böylesi bir durum ise akademik düzmeceden başka bir şey değildir.
Nasıl ortaya çıktı?
Toplumsal cinsiyet kavramı yahut çalışmaları bir dönem “feminist çalışmalar” olarak anıldı. Kısa süre sonra “kadın çalışmaları”na dönüşen kavram “toplumsal cinsiyet çalışmaları” şeklinde sosyal bilimlerin alt disiplinlerinde yerini aldı. Mevzunun gelişme seyrine kısaca değinelim:
18. yüzyılda Fransa’da birtakım filozof ve kadın yazarlarca ortaya atılan ve savunulan feminizm, ilk dönemlerinde Batı rejimlerinin zulmünden korunmak isteyen ve kadının siyasal ve toplumsal açıdan erkekle eşit olması gerektiğini öne süren bir akımken gittikçe erkek ve aile düşmanlığına bürünen psikolojik bir yapıya dönüştü.
Feministler, 19. yüzyılda cinsiyet üzerine yeni bir kuram geliştirdiler. “Toplumsal Cinsiyet” adıyla ortaya koydukları bu yeni kuram ile cinsiyet tanımını iki farklı kategoriye ayırdılar; biri doğuştan getirdiğimiz biyolojik cinsiyet, diğeri sonradan kazandığımız toplumsal cinsiyet.
Bu ayrım sonradan edinilecek yahut değiştirilecek cinsiyet kurgusunun önünü açtı. Çünkü bu teze göre kadınla erkeğin sosyal rol ve davranışlarının sebebi doğuştan getirdiği farklılıklar değildir, sonradan değiştirilebilir. Hatta cemiyette yer edinmiş örfî yahut dinî erkeklik rolleri kadınlara, kadınlık rolleri de erkeklere verilebilir.
Toplumsal cinsiyet kavramı sistematik şekilde Kinsey raporlarında kullanılmış ve akademik dünyanın gündemine sokulmuştur. İnsanların, fizyolojik cinsiyetlerinin yanı sıra “yönelimlerine” göre de cinsiyetlerinin tanımlanması gerektiğini söyleyen Kinsey, yayınladığı skalada tanımladığı gibi heteroseksüellikten eşcinselliğe kadar uzanan ara formların, (LGBT; lezbiyen, gay, biseksüel, trans) cinsel yönelimlerini toplumsal cinsiyet örneği olarak görür.
LGBTİQ+ sapkınlığı nedir?
LGBTİ bir ideoloji olmamakla beraber kendi dilini ve kültürünü oluşturmaya çalışan bir yapıdır. Fikrî kuvvetini daha çok karşı olmakla elde ettiği çatışmacı ortamdan alır.
Diğer taraftan LGBTİ+ mensupları kendilerine en yakın akım olarak feministleri görür. Bu yüzden onların geliştirdiği dilden oldukça fazla yararlanırlar. Genel söylemleri arasında özgürlük, ayrımcılık, homofobi, eşitlik gibi ifadeler bulunan LGBTİQ üyeleri çeşitli dernekler vasıtası ile örgütlenmekte, birçok üniversitede kulüpler kurmakta ve çıkardıkları dergiler, kurdukları web siteleri aracılığı ile propagandalarını yapmaktadırlar.
Ulu orta gerçekleştirdikleri sapkın cinsel davranışlar karşısında tepki gösteren halkı ise hemen “nefret suçu” gibi zeminsiz gürültülerle baskı altına almakta, itiraz eden insanları çıkardıkları yaygaralarla susturmaya çalışmaktadırlar.
Hali hazırda bu gidişe bir dur denilmezse LGBTİQ+ diye devam eden harf zincirine P(Pedefoli) ve N(Nekrofoli) de eklenecektir. Pedofoli, yetişkin bir kimsenin ergenlik öncesi çocukları veya ergenliğe yeni girmişleri cinsel açıdan çekici bulması ve cinsel eğiliminin çocuklara yönelik olmasına neden olan psikoseksüel bir sapkınlıktır. Nekrofoli ise ölülere dönük cinsel arzu duyma ve bu fiili gerçekleştirme şeklinde ortaya çıkan sapkınlık türüdür. Bunlardan her biri ceza gerektirici suç olmanın yanında aynı zamanda tedavi gerektirici ağır bir hastalıktır.
Queer sapkınlığı nedir?
Toplumsal cinsiyet meselesinde öne çıkan kavramlardan biri de Queer (kuir) kavramıdır. Batı kendi tezlerini tartıştırmak, aktif ve diyalektik anlamda gelişebilir kılmak için sürekli kavram üretmekte, akademisyenler (!) tarafından üzerine çalışmalar yaptırmakta, çeşitli ilmi çalışmaların sonucu gibi kuramlaştırmaktadır.
Batı tefekkürü bu manada sayısız sahte kuram ve veri ile doludur. Bu yüzden Batı Sosyolojisi’ne yaklaşırken, felsefî düşüncelerini değerlendirirken, tıbbî ve iktisadî teorileri gündeme alırken dikkatle incelenmelidir. Çünkü Batı’nın bütün bu sahtekarlığının arkasında sömürü vardır, yağma vardır, yok etme ve dumura uğratma vardır.
Queer Kuramı da bu çerçevede değerlendirilmesi gereken bir kuramdır. Yani aslında Queer Kuramı cinsiyet kimliğinin ve cinsel yönelimlerin sabit olmadığını, tüm insanları belirli kimlik veya cinsiyet tanımları üzerinden genellemenin doğru olmayacağını ifade eden, cinsiyetsiz toplumu hedefleyen ve cinsiyetsiz insan öngören sapkınlık tanımıdır.
Bu tanıma uygun toplumu oluşturmak için toplumsal cinsiyet eşitliği savunucuları, ebeveynlerin bebeklerine pembe ve mavi giydirmelerine, çocuklarını kızım oğlum diye sevmelerine, biyolojik cinsiyete göre oyuncak seçimlerine şiddetle karşı çıkarlar. Medya ve ders kitaplarında “ayrımcılık” olduğu gerekçesi ile baba, anne, dede, nene, hanım, hanımefendi, bey, beyefendi, bayan, hatun, bacı, adam, ağa, er, dayı, amca, teyze, hala, ağabey, oğlan, delikanlı, yiğit, babayiğit gibi kelimelerin çıkarılmasını ve kullanılmamasını isterler.
Kuran’dan ve hadis kitaplarından kadın-erkek eşitliğine uygun olmadığını düşündükleri, cinsiyet farklılığını öne çıkaran ayet ve hadislerin ayıklanması yahut yeniden yorumlanması gerektiğini söylerler. Masalların, hikayelerin, tarihi hadiselerin içeriğinde erkek özenli anlatımlara, binlerce yıllık gelenekten gelen kadın anlatımlarına tahammül edemez, bunların yanlış olduğunu ispata girişirler.
Tuvaletleri, kadın ve erkek tuvaleti diye ayırmanın cinsiyet ayrımcılığı, giyim mağazalarındaki deneme odalarında kadın-erkek diye farklı oda tanımlamasının ataerkil ve gerici bir uygulama olduğunu iddia ederler. Sadece iddia da etmez, bunlarla ilgili yüzlerce rapor hazırlar, kitap yazar, lobi çalışması yaparlar.
Nasıl bir toplum oluşturulmak isteniyor?
Kimlik, ferdin yalnızca kendine özgü tutumlarından, duygularından, algılarından, değerlerinden ve davranışlarından oluşan kendi hakkındaki görüşüdür. “Ben kimim, ne yapabilirim, hayattan beklentim ne?” gibi soruların cevapları gerçek kimliği, “Benim için ne değerlidir?” sorusunun cevabı ise özlem duyulan “ideal kimliği” gösterir. Cinsel kimlik, ferdin biyolojik açıdan belli bir cinsten olduğuna ilişkin bilgisine ve karşı cinsin kimler olduğunu tanıma becerisine sahip olmak demektir.
Cinsel kimliğin oluşumu iki yaş civarında başlar ve çocuklar bu yaşlarda kendi cinslerini tanırlar. Ancak bu tanıma, cinsellik anlamında bir tanıma değil, giyim ve rollerden kaynaklanan bir tanımadır. 5-6 yaşlarından itibaren ise dişi ve eril ayrımını rahatlıkla yapan bu çocuklar cinsel kimlik oluşturma eğilimini artırarak sürdürürler.
Toplumsal cinsiyet eşitliği meselesi bu zemin üzerinde kendine ifade imkanı bulur ve farklı kültürlerde kendine yer arar. Nihayetinde kendini “kadın ve erkeklerin beklentilerini, değerlerini, davranışlarını, inanç sistemlerini ve rollerini tanımlayan fikirlerin sosyal yapılanması” olarak takdim eden toplumsal cinsiyet kuramı, kadın-erkek eşitliğini sağlamak, ayrımcılığı ortadan kaldırmak gibi süslü bir motivasyonla hareket eder. Ancak bu kelimeler toplumu dönüştürmek için kullanılan avcı yemidir.
Kitleler üzerinde psiko-sosyal mühendislik yapanlar aynı yere bakılmasına rağmen her göze farklı bir sunum ikram ederler. Böyle olunca birçok fert bilmeden(!) mevzunun akademik yaşatıcısı yahut pratik deneği olur. Toplumsal cinsiyet meselesi üzerinden geliştirilen projeler de bu çerçevede kitleleri denek konumuna sokmuş, denemelerin neticesi sosyolojik veri olarak akademik kitaplara girmiş, böylece diyalektik bir çatışma ile sürekli gündemde olması sağlanarak fikir üretimi taze tutulmuştur. Bu projelerin nihai noktası cinsiyetsiz ve ailesiz bir toplum oluşturmaktır.