MefkûreSuat KIR

Posa milliyetçiliği

837Okunma

Bizler, dedesi peygamber olan bir zümreye mensubuz. Müslümanız; sönmez, pörsümez ve eskimez yeni olan İslam’ın peygamberi, önderimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav)’nın ümmetiyiz.
Tüm insanların nefislerinden hesaba çekileceği ahiret günü, Rabb’imizin huzuruna çıktığımızda; bize kimin kulu olduğumuz, hangi dine mensup olduğumuz ve peygamberimizin kim olduğu soruları sorulacak ve o gün ırkımızın ne olduğunun bir önemi olmayacaktır.
Biz milliyetçiliği İbrahim (as)’in milletinden oluşumuz ölçüsünde kabul ederiz. İslamlığımızı aşan her türlü milliyetçilik paradigmasından beriyiz. Milliyetçiliği asla, Efendimiz (as)’in uzak durmamızı emrettiği kavmiyetçilik ve asabiyetçilik seviyesizliğine indirgemeyiz.
Büyük Doğu Mimarı’nın Türkiye’nin Manzarası eserinde tanımladığı bir Türkçülük tipi vardır; “İttihat ve Terakki komitecilerinin Türkçülük mefkûresi, topyekûn varlığımızı borçlu olduğumuz İslam idealiyle bir değiş-tokuş unsuru olarak, sırf onun yerini almak için getirilmiş ve milliyetçiliğin özü, ruhî muhtevada aranmak ve dine dayalı olmak gerekirken, başta fikirlerini devşirdikleri filozof (Dürkaym) bulunmak üzere bütün Batı mütefekkirlerine zıt yoldan ve tersine yürütülmüştür.” İttihat ve Terakki tipi posa-kabuk milliyetçiliği vasıtasıyla milliyetçiliğin içi bir nevi ırkçılıkla doldurulmaya ve madde üstü, ötelerin gayesi olan İslam ideali, ırk tapıcılığı psikolojisiyle yer değiştirilmeye çalışılmıştır.
Kabuk milliyetçiliği
İnsani anlayış ve şuur seviyesinin epey aşağısında olan “İttihat ve Terakki tipi posa-kabuk milliyetçiliği”, insan gibi ulvi amaçlar için yaratılmış bir varlık için çilesiz, fikirsiz, seviyesiz ve iptidai bir kavrayış ve inanış biçimidir. Bu bakımdan kavmiyetçiliği hayvanların dahi içine düşmeyeceği bir hastalık tipi olarak görebiliriz. Misal; inekler dahi kendi aralarında, “Bu ahır bizim, diğeri de sizin! Bizim ahırlılar sizin ahırlılardan daha üstündür!” tavrına girişmezler. Veya kırmızı bir horoz, siyah renkli horozlara karşı, “Bizim rengimiz ve cinsimiz sizden çok daha güzel, biz sizden üstünüz!” diyerek diğer cins horozlarla bir savaşa tutuşmazlar. Belki bir yiyecek, barınmak için kavga ederler ancak yukarıda bahsettiğimiz seviyeye onlar dahi düşmezler.
Şeytanın ademoğluna fısıldadığı en kadim hastalıklardan biri olan ırkçılık, dünya üzerindeki devr-i alemini Yahudiler ile tamamlamış ve tüm milletlerin kılcal damarlarına sirayet etmeyi başarmıştır. Hal böyleyken, Türkiye’de inkılap adı altında yapılan kültürel darbelerle İslamî anlayış ve şuurun yerine, adeta bir alternatif edasıyla getirilmeye çalışılan kafatasçılık da şeytanın bu kadim idealinin bizdeki tezahürü olmuştur. Peki şeytan ve nefsin tuzaklarına karşı daima kalben ve zihnen uyanık olmakla mükellef olan Müslümanlar bu tuzağa nasıl düşmüşlerdir?
Fikirsizlik ve çilesizliğin getirdiği boşluk maalesef bu günlerde önümüze posa-kabuk milliyetçiliği olarak çıkıyor. Büyük Doğu Mimarı posa-kabuk milliyetçiliğinin düşünce dünyasının fikirsizlik ve çilesizliğinden kaynaklanan dar ve inhisarcı akametini birkaç cümleyle ne de güzel ifadelendirmiş; “Böylece, hem ustasının fikirlerini tahrip etmesi bakımından ilmî, hem de zahirde saygılı göründüğü İslamiyet’e hakikatte düşmanlığı bakımından dinî, iki büyük suç sahibi Ziya Gökalp milliyetçiliği, esasen bir (ideoloji) olmayıp bir (psikoloji)den ibaret bulunan ırkçılığın hiçbir zaman engin bir ideal ufku açamayacak dar ve inhisarcı akameti bir tarafa, çocuk oyuncağı bir fantazyayı aşamamış ve eski “Mehmet”ler, “Ali”ler, “Osman”lar yerine, “Alp”li, “Tekin”li, “Mete”li, bir takım çeyrek aydınlara İslam nefretini aşılamaktan başka bir şeye yaramamıştır.”
Reçete ortada
Madde üstü bir inanış ve gaye olmayınca toplumumuz günden güne çürüyor, toplumdaki bu fikir boşluğunu İslam düşmanlığını pompalayıcı bu tip iptidai ve ideoloji dahi olmayan psikolojiler saplantılarla birlikte “çocuk oyuncağı fantazyalar” dolduruyor. Maalesef evlatlarımıza ruhlarını ötelere taşıyacak üstün fikri ve ona bağlı gayeyi aşılayamıyor, alçaldıkça alçalıyoruz. Bu mesele bizler için bir çeşit milli güvenlik meselesi… Fakat sıralamada en arkaya atılmış durumda ve ıstırapla çözülmeyi bekliyor.
Nesle üstün fikri ve ona bağlı ahlakı aşılamaktan başka çıkar yolumuz yok. Mucize odur ki ona, yani İslam’ın üstün fikrine sarıldığımızda yeryüzünün belki de görmediği ahlak ve onun örgütlediği nizam yaşandı ve tüm bunların ardından huzur geldi… İnsanlık topyekun rahata erdi ve ondan uzaklaştıkça da cemiyet çöktü, pörsüdü, paslandı, çürüdü. Bize bütün meselelerin çözümü olan ve aslında cebimizde olan bu reçeteyi görmek için daha nasıl bir mucize lazım bilemiyorum.
Maalesef cemiyetin tamamında üstün fikri inşa ve ibda etme hususunda yol kat edemiyoruz. Fakat en azından evlatlarımıza, akrabalarımıza, tanıdıklarımıza ümmet olduğumuzu, ümmet şuurunun ne olduğunu, ümmetten olmanın üzerimizde meydana getirdiği sorumlulukları yeniden ve sürekli olarak telkin etmemiz boynumuzun borcu olarak bize yeter. Dini ve dünyayı ayrı iki unsurmuş gibi gören, dini camide hapsetme kararlılığı ve gayreti içinde bulunan hakim bakış açısının, bu bakış açısından faydalananların ve bu bakış açısı ile uyutanların bu günlerde bize dikte ettikleri sahte milliyetçilik anlayışının hayat tasavvuru ile uzaktan yakından hiçbir ortak noktası yoktur.
Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (sav)’in ortaya koyduğu ilkeleri kabul etmeyen ve ona itaat etmeyenlerin uydurduğu dini hayatın dışında tutan posa ve kabuk milliyetçiliği anlayışı kabul edilemez. Yine üstadın cümleleriyle bu milliyetçilik türüne ancak kavmiyetçilik denilebilir ve onların milliyetçilik kavramını kullanmaya hakları yoktur. “Yani kavmiyetçilik (milliyet ruh birliği keyfiyetine ait İslamî bir mefhumdur ve posacıların cevhere bağlı bu kelimeyi kullanmaya hakları yoktur) kendi başına bir ideal olamazken, İttihat ve Terakki Türkçülüğü asıl kurtarılması gereken idealler idealinin batırıcısı olmuştur.”
Aynı topraklar üstünde yaşıyoruz diye Allah (cc)’a ve Resulü (sav)’ne küfredenlerle “biz de milliyetçiyiz” mantığı üzerinden dost olamayız. Müslüman oluşumuzdan dolayı dostumuzun da düşmanımızın da kimler olduğu Kuran’ı Kerim ve sünnet-i seniyeyle belirlenmiştir. Bizim, kul yapımı, dışarıdan getirilme her hangi ideolojiye ihtiyacımız olmadığı gibi tanımlarımızı ortaya koyarken de dışarıdan bir kaynağa ihtiyacımız yoktur, adeta bir cevher olan temel kaynaklarımız tüm tanımlamalar için kafidir.
Meydan yerinde olmalıyız
Bu anlayıştan hareketle, ideal etki alanı tüm dünya olan tek hak dinin temsilcileri olarak bizler, birlik ve beraberliğin dinamiklerini ruhta, müşterek anlayış ve kültürde, kafire karşı topyekun gösterdiğimiz imanî reflekste ve bizi biz yapan diğer tüm hasletlerimizde aramalıyız. Şeytanın Yahudi fitnesiyle birlikte insanlığın üzerine serpiştirdiği bu zehirli tohumların neşv-ü nema bulmaması adına, yaşayışta, düşünüşte, sezişte ve davayı cemiyet meydanında temsil edişte daima büyük birliğin ve iman kardeşliğinin tohumlarını ekmeliyiz. Kadim bir prensip gereği olarak, inanmış olanların birlikteliğinden doğan kuvvet, daima sapkınların çarpık ideallerinden meydana gelen parçalayıcı fikirlere galebe çalmıştır.
Sağlam duruş, müstakim bir yol, hedefe kilitlenmiş bir bakış ve davayı şahsında temsil edici bir vakar ile meydan yerinde görünecek Müslüman şahsiyetlerin, ırkçılık hastalığına duçar olan toplumların tedavisini yapabilecekleri muhakkaktır… “Suyun olduğu yerde teyemmüm bozulur.” hükmünce, billurdan sular gibi cemiyetin içine akıp geçtiği yeri, iman nurlarıyla parıldatan Müslüman şahsiyetlerinin boy göstermesiyle, insanların zihinlerine zehir ilka edenlerin teyemmümleri bozulacaktır. Hak gelecek, batıl zail olacaktır.