İslam davetinin başladığı ilk günlerde okuma yazma bilenlerin sayısı yok denecek kadar azdı. Her şehirde bir elin parmakları kadar okuryazar vardı. Allah Resulü (sav)’nün yoğun çalışmaları ve teşvikleri sayesinde kısa sürede bu sayı hızla arttı. Sahabiler bu sayede Allah tarafından indirilen ayetleri yazma imkanı buldular.
Yazı, davet ve devlet işlerinde de yoğun olarak kullanıldı. Davet mektuplarının yanı sıra vali ve diğer görevlilere mektup gönderen Allah Resulü (sav), anlaşmaları ve verdiği çeşitli emirleri yazıyla kayıt altına aldı. Allah Resulü (sav)’nün vefatından sonra okuma yazma oranı daha çok arttı. Yazı yaygınlaştı. Halifeler, valiler ve cephedeki komutanlarla her konuda yazıştı, onlara emirler gönderdi. Mektupla gelen sorulara mektupla cevap verdiler. Cephedeki komutanlar mektuplarla birbirleriyle iletişim kurdukları gibi, yöneticiler de ilgili kişilerle bu vasıta ile iletişim kurdular.
İki büyük İslam kardeşi
İlmi faaliyetler ve irşad çalışmalarında da yazıdan istifade edildi. Sahabiler birbirlerine mektup yazarak hadis öğrendi veya bildikleri hadisleri teyit ettiler. Dostlar mektuplaşarak hasret giderirken birbirlerini uyarıp irşat ettiler. O dostlardan ikisi Selman-ı Fârisî ve Ebu Derdâ idi. Allah Resulü (sav) onları İslam kardeşi yaptığı günden itibaren can ciğer olmuşlardı.
Allah Resulü (sav) vefat ettikten bir süre sonra cihat için cepheye koştular. Selman-ı Fârisî Irak cephesinde savaşıyordu, Ebu Derdâ ise Şam cephesinde. İlerleyen zamanlarda Selman-ı Fârisî, Medâin valisi oldu, Ebu Derdâ Filistin kadısı. Medine’den ayrıldıktan sonra mektuplaşan sahabiler, özlemlerini kağıda nakşeder, hasretlerini yazı diliyle gidermeye çalışırlardı. Her iki sahabi de mektuplarına Kuran ayetleriyle başlar, onları mektubun ilk sayfasına yazarlardı.
Ebu Derdâ can kardeşi Selman-ı Fârisî’ye yazdığı bir mektupta ayrılık duygusunu şöyle dile getiriyordu:
– Evlerimiz birbirine çok uzak olsa da ruhlarımız birbirine çok yakındır. Sen de iyi bilirsin ki gökteki kuşlar, ülfet edip alıştıkları yerlere konarlar.
Mal ve mülkün ağır imtihanı
Kardeşlik bağları çok güçlü olan sahabiler her fırsatta mektuplaşır, hallerini anlatarak akıl sorar, duygularını paylaşırlardı. Bir keresinde Ebu Derdâ can dostuna bir mektup yazdı. Mektubunun bir yerinde:
– Allah bana senden sonra çok mal ihsan etti. Arz-ı Mukaddes’e yerleştim, diye yazıyordu.
O günlerde Müslümanlar makam, mevkii, mal ve mülk ile imtihan oluyordu. Fethedilen topraklardan elde edilen ganimetlerle inanılmaz derecede zenginleşmişlerdi. Bir anda gelen zenginlik bazı insanları çok etkilemiş, ahiret bilincini zayıflatıp hayatlarını değiştirmişti.
Ebu Zer, Ebu Eyyûb ve Selman-ı Fârisî gibi sahabiler insanları zühde teşvik ederek insanlara ahireti hatırlatmış, olabildiğince manevi yıkımın önüne geçmeye çalışmışlardı.
İşte tam da bu nedenle kardeşine cevap yazan Selman-ı Fârisî:
– Bana, Allah’ın sana çokça mal ihsan ettiğini yazmışsın. Allah sana onları hayırla ve hayırda kullanmayı nasip etsin. İyi bil ki çok mal ve çok çocuk sahibi olmak sanıldığı gibi hayır değildir. Asıl hayır “hilm”inin (ağır başlılığının, güzel ahlakının) artması, ilmin ve sahip olduğun malın sana fayda vermesidir.
Bana Arz-ı Mukaddes’e yerleştiğini yazmışsın. Bilmeni isterim ki mekan kişinin yerine amel etmez. Kutsal mekanlarda da olsan sakın ola ameli ihmal etme. Bilakis Allah’ı görüyormuşçasına amel ederek nefsini ölüme hazırla, diye tavsiyede bulundu.
Aldığı cevaptan memnun kalan Ebu Derdâ, kardeşinin uyarısını dikkate alarak, Rabbine daha fazla yöneldi, kalbî hayatını daha çok önceledi. Kardeşine olan özlemi her geçen gün biraz daha artan Ebu Derdâ, ona bir mektup yazarak evine davet etti.
– Lütfen Arz-ı Mukaddes’e gel, görüşüp hasret giderelim, diye yazdı. Mektubu alınca sevinen sahabi, günün şartları, görev ve sorumluğunun ağırlığı nedeniyle gidemedi. Bunun yerine mektubuna cevap yazdı:
“Daha önce de bildirdiğim gibi hiçbir mekan kişiyi mukaddes yapmaz. İnsanı mukaddes yapan amelidir. Bana gelen haberlere göre doktor (kadı) olmuş, (verdiğin hükümlerle) insanları tedavi ediyormuşsun, tebrik ederim.
İnsanlar yaptığın tedaviyle iyileşiyorlarsa ne ala, ne güzel! Onları (verdiğin hükümlerle) gerçek anlamda tedavi etmek istersen, çok dikkatli olmalısın. Özellikle verdiğin hükmünle insanları haksız olarak öldürmekten sakınmalısın. Zira böyle bir şey yaptığın zaman cehenneme gidersin.”
Mektubu okuyan Ebu Derdâ o günden sonra mahkeme usulünü değiştirdi. İki kişi arasında hüküm verdiği zaman, adamlar arkalarını dönüp gittikleri her seferde onlara bakar:
– Lütfen geri dönün, diye seslenirdi. Adamlar geri dönüp yanına gelince:
– Olayı yeniden anlatın, diyerek hükmünü gözden geçirirdi.
Kaynakça:
1) Delâilu’n-nübüvve, 6/63
2) İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, 3/12
3) Begavî, Mucemü’s-Sahabe, 1072; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, 2438 (11/253); Zehebî Siyeru Alâmu’n-Nübelâ, 2315; İbn Manzûr, Muhtasar, 10/51
4) Muvatta, Vasiyyet, 8; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, 2438 (11/253); Zehebî Siyeru Alâmu’n-Nübelâ, 2315