Yunanlı Başpiskopos Germanos’un ağzından çıkan ayaklanmanın milliyetçi sloganı “Hıristiyanlara huzur, konsoloslara saygı, Türklere ölüm” idi. Tripolitza’da üç gün üç gece, Türkler soykırıma tabi tutulmuştur. İsyancıların liderlerinden Kolokotrones’in “Kasabaya girdiğimde yukarı hisar kapısından başlayarak atımın ayağı hiç yere değmedi” dediği nakledilmektedir. Böyle denilerek ilerlenen zafer kutlama yolunun Müslüman cesetlerinden meydana gelen bir örtüyle döşendiği kastedilmiştir. Katliamdan kurtulan 2 bin civarındaki Müslümanın gaddarca toplanıp bitişik dağlardaki bir dere yatağına götürülüp koyun gibi boğazlandığı da ayrıca belirtilmiştir.
“Arındırma” Politikası
Ortodoks din adamlarının başını çektiği Yunan ayaklanmasını anlatan Amerikalı tarihçi J. McCarthy: “Yunan ayaklanması Balkanlarda daha sonraki ayaklanmalar için bir model ortaya koymuştu. Millî bağımsızlığı sağlamak uğruna bölgeleri Türk nüfusundan arındırma politikası; 1877-78, 1912-13, ve 1919-23 savaşlarında yeniden kendini gösterdi. Oysa Osmanlılar böyle yapmayıp, Hıristiyanların eskiden yaşadıkları yerlerde kalmasına katlandı. Hıristiyanlara çoğu zaman iyi, bazen kötü davrandılar ama onların varlıklarını sürdürmelerine ve dillerini, geleneklerini ve dinlerini korumalarına izin verdiler… Mora ayaklanması neticesinde kesin bilinen bir sayı olmamakla birlikte isyancılar tarafından öldürülen Müslümanların sayısı 25 bini geçmektedir.”
Şüphesiz Balkan kavimleri içinde, hem 1877-78 hem de 1912’de yaptıkları mezalim açısından Bulgarları kimse geçemez. 1877-78 Harbi ile Ruslar, Tuna nehrini geçip Bulgaristan’a girmişler ve işgal ettikleri bölgelerde katliamlar yapmışlardı. Bu zamanda gerçekleşen ve tarihlere Harmanlı Katliamı olarak geçen olay, bir anda öldürülen insan sayısı bakımından en büyük ve korkunç olanıdır. Rus ve Don Kazak askerlerinden oluşan birlikler Ocak 1878’de Harmanlı’da 20 bin arabadaki çoğu kadın ve çocuk olmak üzere en az 40 bin kişilik muhacir kafilesine saldırarak katletmişti.
Balkan Harbi’ni yakından izleyen gazeteci Leon Troçki, savaşın en başında Rodop mıntıkasındaki Bulgar kuvvetlerinin tamamen sivil halktan oluşan bir Pomak köyünü top ateşiyle tamamen yok ettiğini, Dimetoka’da bir süvari bölüğünün silahsız sivil halkı nehir içine sürükleyip, yaban ördeği avlar gibi öldürdüklerini yazmaktadır. Tırnova ve Kırcaali yörelerinde Bulgarların, karşılaştıkları Türklerin yollarda elleri arkadan bağlayarak, boyun kemiklerine kadar boğazlarını kestiği, çocuk, yaşlı kadın ve erkek Türklerin kafalarına aldıkları darbelerle evlerinin yanında öldürüldükleri, yine bu yazıda belirtilmektedir.
İngiliz konsolosluk raporlarında, Bulgarların güvence verip, Serez’e sığınmış bulunan muhacirlerin, memleketlerine geri dönebileceklerini ilan ettikleri yazar. Menlikli Türklerden kalabalık bir kitle, Petriç yakınlarına geldiklerinde köylerinin yakılıp yıkıldığını öğrenmişti. Onları konaklama esnasında basan Bulgarlar, bu muhacirlerden 200 kadarını öldürmüşlerdi. Ayrıca Struma/Karası ırmağı kıyısındaki Ormançiftlik’te bin 200 kişi daha kıyımdan geçirilmiş, 150 Türk Gyurgyevo köyünde öldürülmüş, Petriç’te kaymakam yardımcısının ilanı ile toplanmaya zorlanan Türklerden 160’ı süngülerle hemen oracıkta katledilmişti. Selanikteki konsoloslardan alınan bilgiye göre ise toplamda 20 bin Müslüman acımasızca katledilmiştir.
Rumeli nüfusu yüzde 62 eksildi
1 Ağustos 1913 tarihli bir askerî raporda zorla din değiştirme ve sürdürülen baskılar dile getirilmekteydi. Kırcaali ve Gümülcine taraflarında bulunan Bulgar eşkıyaları, Müslümanları kiliseye dönüştürülen camilerde her Pazar Hıristiyan ayini için zorluyor, gitmezlerse her seferde 15 altın lira para cezasına çarptırıyor veya gizlice idam ediyorlardı.
Cami, tekke gibi yapıların yıkılması ya da başka maksatlarla kullanılması Bulgarların dinî zulümlerinin en belirginlerindendir. Trakya’nın geri alınmasından sonra 12 Ağustos 1913’te tanzim edilen bir askerî raporda, Bulgar işgali sırasında Karamehmed Köyü’ndeki caminin tahrip edildiği, Lüleburgaz’daki caminin minaresi yıkılarak çan kulesi eklenip kiliseye çevrildiği, Hasköy’deki caminin ise ahır yapıldığı belirtilmektedir. Keşan’da 14 cami, Usturumca’da 3 cami, Çatalca’da 1 cami yıkılmıştır. Demirhisar’daki Sultan Camii tiyatroya çevrilmiştir.
Arnavutluk’u istila eden Karadağ’lı askerler, yolları üzerindeki her şeyi yakıp yıktılar. Selanik’teki İngiliz konsolosu Lamb’in amirlerine verdiği raporlara göre sırf Arnavutluk’taki Müslümanlara ait 700 bin koyun Sırplarca gasp edilmiş ve burada kalan insanlar açlık çekmeye mahkûm edilmişti.
1877-78 Osmanlı-Rus Harbi neticesinde yarım milyondan fazla Müslüman, Rus ve Bulgarlar tarafından katledilmiştir. 1 milyon 250 bin kadar muhacir ise yerinden yurdundan olup göç etmek zorunda kaldı. 1911’de Osmanlı’nın elinde bulunan Rumeli’nin Müslüman nüfusu 2 milyon 315 bin 293 kişidir. Yunan, Bulgar ve Yugoslavya kaynaklarında, 1913 sonrasında Balkan Harbi’nde Osmanlı’dan aldıkları topraklardaki Müslüman nüfusa bakıldığında 870 bin 114 kişi kaldığı görülmektedir. Fark 1 milyon 445 bin 179 kişidir ki böylece toplam nüfusun yüzde 62’si eksilmişti.
Balkan Harbi’nde 632 bin Müslüman katledildi
Bunun ne kadarı göç ne kadarı katliam sonucu öldürüldüğünü kesin sayılarla bilmek imkânsızdır. Ancak, 1 milyon 445 bin 179 kişiden Türkiye’ye göç edenlerin sayısı olan 812 bin 771 kişi çıkarılınca Balkan Harbi esnasında Balkanlarda kalan ve katliam sonucu öldürülen Müslümanların sayısı 632 bin 408 kişi olarak çıkmaktadır. Bu sayı Osmanlı’dan zapt edilmiş Rumeli nüfusunun yüzde 27’sine tekabül etmektedir. Bu veriler etnik mezalimin en önemli delilleridir.
Kemal Karpat ise 1854-1908 arasında yaklaşık 5 milyon göçmenin Osmanlı’ya geldiğini ifade etmektedir. 19’uncu yüzyılın ilk yarısında Balkan nüfusunun yüzde 35’ini Müslümanlar oluştururken, Kırım ve Kafkas göçleri neticesinde bu oran yüzde 43’e çıktı. Söz konusu göçmenlerin sayısı 700-800 bin arasında değişmektedir. McCarthy’e göre ise 1800-1912 göçleri neticesi Anadolu’da Müslüman nüfusunun oranı yüzde 70’den yüzde 80’e çıktı.
Rumeli’den göç meselesinde, devlet bir ikilem yaşamaktaydı. Göçü kabul etse, bu Rumeli’deki Türk ve Müslüman varlığının sona ermesi demekti. Kabul etmese mezalimle karşılaşan Rumeli Müslümanları yok olacaklardı. Sonuçta askerî ve ekonomik açıdan güçsüz olan Osmanlı Devleti dindaş ve ırkdaşlarını yerinde sabitleyedi ve böylece Rumeli büyük oranda boşaldı.
24 Mart 1918 tarihli Meclis-i Ayan toplantısında Balkan Savaşları’ndan sonra Türkiye’ye 640.000 kişinin göç ettiğinden söz edilmektedir. Dönemin Aşair ve Muhacirin Müdürü Hamdi Bey, Meşrutiyet’ten ve Balkan Harbi’nden sonra gelenleri 450 bin kişi olarak tespit ettiklerini belirtiyordu.
H. Yıldırım Ağanoğlu – 2019