Kategorisiz

Haçlı Ordusuna Son Osmanlı Tokadı Çanakkale Zaferi

830Okunma

Yıl: 1897. Cephe: Dömeke. Yunan ordusuyla hesaplaşıyoruz. Hemen arkasından Makedonya’da varlık mücadelesi veriyoruz.
Yıl: 1911. Cephe: Trablusgarp. Trablusgarp’ı (Libya) koparmak isteyen İtalya ile savaşıyoruz.
Yıl: 1912-13. Balkan Savaşları: Rusya ile Batılı devletlerin kışkırtıp desteklediği Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan ve Karadağ’dan oluşan Haçlı ordusunun saldırısı karşısında eriyen Osmanlı kuvvetleri Edirne’ye kadar geriliyor. Şükrü Paşa’nın kahramanca savunmasına rağmen eski Osmanlı başkenti 26 Mart 1913’te Bulgarlara teslim ediliyor.
Sözün burasında şu son derece ilginç sahneye bakmak lazım:
Bulgar Kralı Ferdinand, yanında yaverleri ve üst düzey komutanları, sırtında mareşal üniforması, ayağında yeni parlatılmış çizmeleriyle Selimiye’ye giriyor. “Burası camidir, ayakkabıyla girilmez” diye uyaracak biri kalmamıştır. Pervasızca mihraba doğru yürüyor. Mihrabın önünde komutanlardan biri söz alıp “Haşmetmeab! Şu an Türklerin kalbinde yürüyorsunuz” diyor.
Ferdinand ters ters komutanına bakıyor: “Hayır” diyor, “burası Türklerin en görkemli mabedi ama kalpleri Ayasofya’dır! Ancak Ayasofya’ya girdiğimiz gün Türkleri kalplerinden vurmuş olacağız!”

Konuya dönelim: 1912-13 arasında Anadolu’nun tertemiz gençleri Balkan topraklarında kalırken İstanbul’a ve yakın şehirlere Balkanlardan müthiş bir “dindaş/soydaş” göçü başlıyor.
Nihayet yıl: 1915: Bu kez cephe bütün vatan. Yine kan, barut ve ateş! Ateşin ortasında yine biz: Sanki Nemrut ateşine fırlatılmış İbrahimleriz! Üstelik imparatorluğumuzun merkezi kendi içine kapanmış, generallerin çoğu iktidardan pay kapmaya çalışırken Allahuekber Dağları’ndaki buz cehennemi binlerce vatan evlâdını yutuyor.
17 yıl aralıksız savaşmak zorunda bırakılan devletin önce insan kaynağı, sonra hazinesi ve nihayet cephanesi tükeniyor. En tükenmiş anımızda “Hasta Adam” damgasını vuruyor ve öldürücü darbeyi indirmek üzere dünyanın en güçlü, en etkili ve tabii en büyük donanmasını Çanakkale Boğazı’na yığıyorlar.
Çanakkale savaşlarının özü de özeti de budur. Önemi ise yokluktan varlık çıkarılabilmesi, “Çanakkale geçilmez” hükmünün dünya tarihinin alnına vurulabilmesinden gelir. Dünyanın en yorgun milletinin, dünyanın en iyi orduları karşısında tutunabilmesi, gerçekten de analize muhtaçtır ve geleceğimiz açısından bir umuttur.
Gerçek şu ki, Çanakkale savaşları hem bir mucizeler tarlası, hem de üzerinde ihtilafsız ittifak edebileceğimiz değerlerin adresidir. Aynı değerler uğruna savaştık ve aynı mezarda kıyamet uykusuna yattık.
Çanakkale’ye saldıranların ortak adı “düşmandı”; Osmanlı Ordusu içinde yer alan Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Abaza, Arnavut gibi etnik unsurların ortak adı “kardeş”ti. Çaldıran’da, Niğbolu’da, Varna’da, Preveze’de de aynıydı: “Kardeş”ler omuz omuza, yürek yüreğe “düşman”la savaşıyor, her savaş sonrasında ya cennetin ya da ortak zaferin tadını çıkarıyorlardı.
Zafer çizgisi günün birinde Çanakkale’ye dayandı. Burada yine Türkler, Kürtler, Lazlar, Çerkesler, Abazalar, Arnavutlar; kısacası bin yıllık tarih yolunu yalnız el ele değil, gönül gönüle yürümüş “kardeş”ler vardı. “Düşman” ise bu kez İngiliz/Fransız suretinde gelmişti.
En etkili toplarla donatılmış güçlü zırhlılar Çanakkale sırtlarına siperlenmiş “kardeş”lerin imanını delmek için ateş yağdırırken, vatanı savunanların hiçbiri etnik kökenin derdinde, dâvasında değildi. Bu, “Çanakkale’yi geçmeye geldik” diyenlerle “geçirtmeyeceğiz” diyenlerin savaşıydı. “Düşman” Boğaz’ı geçemeyince İngiliz amirallerden biri “Çanakkale’de Osmanlı insanının ortak imanına tosladık, onurumuz kırıldı” diyecekti.
Mehmetçik Öyle Bir Cevap Verdi Ki!
Çanakkale’de savaşan 5. Ordu’nun komutanı Alman Mareşal Liman Von Sanders cepheyi denetlemeye çıkar. Yanında Çanakkale Müstahkem Mevki Kumandanı Kurmay Albay Cevad Bey de var. Önünde sıralanan Mehmetçiklerden birine damdan düşer gibi sorar: “Niçin savaşıyorsun?” Cevap, mert Anadolu delikanlısının temel amacını haykırır gibidir: “Allah için!” Liman Von Sanders çarpılır adeta. Bir yandan da meraklanmış: Acaba askerde fikir birliği var mı? Başka birliklere geçiyor. Farklı bölüklerde savaşan birkaç Mehmetçiğe daha aynı soruyu yöneltiyor: “Niçin savaşıyorsun?” Hayret! Cevap aynıdır: “Allah için!”
Mareşal önce Cevad Bey’e, sonra diğer Türk subaylara bakar: “Bravo beyler!” der, “yaptığı işi Allah için yapan evlatları olan bir millet mahvolmaz.”
Bugün aynı inanç ve kararlılıkla aynı şeyi söyleyebiliyorsak korkacak bir şey yok demektir. Çanakkale Zaferi’ni kazanan insanı incelemek bu yüzden önemli.

Yavuz Bahadıroğlu – 2015