Sinemayı insanoğlu açısından vazgeçilmez kılan şeylerin başında, bir ifade aracı oluşu gelir. Duygu taşır, hangi lisan ile çekilirse çekilsin bir duygu barındırır. Söz konusu duyguyu insandan insana taşır. Ve her yönetmenin ve belki de her filmin ayrı bir duygusu vardır.
Duygu denildiğinde akla Mecidi gelir
Duygu ve sinema dendiğinde akla gelen ilk isimlerden biri de Mecid Mecidi’dir. Son iki filmini saymazsak hep nahif, insanî ve duygulu filmlerin yönetmeni oldu Mecidi.
İranlı yönetmen, Türkiye’de en çok Cennetin Çocukları ve Cennetin Rengi filmleri ile tanınıyor.
Bu iki filmin yanına Söğüt Ağacı ve Serçelerin Şarkısı’nı da ekleyince ortak bir duygunun beyaz perdeye aralıklarla çıktığını söyleyebiliriz. Baba ve Baran filmleri de bu listeye girebilmekle beraber biraz daha farklı nüansları barındırıyor. Son çektiği Hz. Muhammed ve Bulutların Üstünde filmleri ise Mecidi filmografisinde bambaşka yerlerde duruyor. Hatta bana kalırsa bu son iki film, Mecidi filmi olamaz, ki olamadı da zaten.
Her yönetmenin filmografisi bir duygunun takipçisidir diyebiliriz. Mecidi sinemasını da özellikle iki film üzerinden okumak gerekir. Cennetin Rengi, duygusunu en yoğun hissettiğim filmlerin başında geliyor. Görme engelli bir çocuğun, yatılı okul tatil olunca köyüne gitmeyi beklemesi ile babasının yaşadığı ikilem ve ninesinin, hem torunu hem de babası ile olan ilişkisi etrafında kurgulanan film, Kuran-ı Kerim’de geçen “Allah’ın rengine boyanmak” ifadesini hayatın içinde arıyor ve göstermeye çalışıyor (Filmin orijinal ismi de esasında “Allah’ın Rengi”dir. Fakat Türkiye’deki pazarlama stratejisi açısından “Cennetin Rengi” ismi verilmiş.)
Filmde küçük Muhammed, tatilde köyüne gitmeyi, ailesi ile vakit geçirmeyi iple çekmektedir. Ancak babası, Muhammed’in a n n e s i n i n ölümü sonrası yeniden evlenmek istemektedir ve müstakbel eşi Muhammed’i istememektedir. Babası da Muhammed’den bir şekilde “kurtulmak” düşüncesindedir.
Babasının birkaç kez Muhammed’den kurtulmaya çalışması, Muhammed’in görmeyen gözlerine karşılık gören gönlü ile fark etmesi ve her şeye rağmen babasını bırakmak istememesi, ninesinin de filmin esas duygusunu temsilen babaya tepkisini göstermesi, filmin hikaye kurgusunun mihenk taşlarını oluşturuyor. Filmin son sahnesinde gördüğümüz “Allah’ın Rengi”, Mecidi’nin abartısız ve duyguya yönelik dili ile Cennetin Rengi, sinema tarihinin en özel yapımları arasında yerini alıyor.
Bir çift ayakkabının hikayesi
Mecidi sinemasının en önemli özelliklerinden biri metaforlar. Su, balık, gün ışığı, İran doğası gibi unsurları metaforik olarak anlatım dilini güçlendirecek şekilde kullanan Mecidi, hikayesine göre bir çift ayakkabı, tül perde ya da kağıdı merkeze koyabiliyor. Zaten Mecidi Sineması’nı güçlü kılan unsur da bu sanırım. Yani hepimizin hayatının içinde olan, ayrıntı gibi görünen, üzerine düşünmediğimiz unsurlara dikkat çekip izleyiciye sahici bir alan açması…
Cennetin Çocukları, tam olarak bu minvalde ele alınabilecek bir film. Okula giden iki kardeşten biri ayakkabısının tekini kaybeder. Babasının parası olmadığını bildiklerinden sorunu kendi aralarında çözmeye çalışırlar. Bir çift ayakkabıyı dönüşümlü olarak kullanırlar. Sabah okula giden koşarak ayakkabısını kardeşine verir ve okula aynı ayakkabı ile gider.
Sonra bir koşu yarışması duyurusu yapılır. Ağabey, bu yarışmaya girip ikinci olana verilecek ayakkabı ödülünü almak ister. Zor zahmet kendisini listeye yazdırır. Bu arada bir çift ayakkabıyı beraber kullanmanın zorluklarını izleyiciye yaşatır Mecidi.
Yarış günü gelir. Erkek çocuk yarışmada birinci olur ve üzülür. Zira ikinciye ayakkabı ödülü verilecektir. Ama filmin sonunda evlerinin bahçesinde bulunan havuzdaki balıkların, erkek çocuğun yaralı ayakları etrafında dönmesi ve çocuğa tebessüm ettirmesi, esas önemli olanın sonuç değil çaba olduğunu ve Allah’ın, çabalayana mutlaka ama mutlaka karşılığını vereceğini anlatır.
Bir dönem “fıtrat sineması” ifadesini dillendirmişti Mecidi. Yapmaya çalıştığı şeyin insan fıtratının temel özelliklerini takip eden ve Sünnetullah’ın anlaşılması/ yaşanılması noktasında belirtici unsurları olduğunu söylüyor, Mecidi. Hakikaten de öyle.
Modern zaman insanı için nostalji unsuru olan birçok duygunun ve kültürel/insani motifin taşıyıcısı olan Mecidi filmleri, sadece bu yönüyle bile çok kıymetli.
Bu filmler o kadar güçlü ki, salt festival filmi ya da ticari film olmamasına rağmen dünya festivallerinde büyük ilgi gördü, Oscar’da aday olarak kabul edildi. Ancak daha önemlisi, Mecidi’nin adı geçen filmleri insanların gönlünde her zaman duygu taşıyıcı bir misyon ile yer aldı. Bu duyguyu taşımanın bir diğer görevlisi olarak daha çok kişinin bu filmleri izlemesini sağlamak ve elbette öncelikle bizim izlememiz önem arz ediyor.
-Abdülhamit Güler