İyi bir toplum gözlemcisi ve aynı zamanda bir üniversitenin rektörüsünüz. Modern zaman sorularına en aydınlatıcı cevapları sizden alabiliriz; günümüz gençliğinin artıları ve eksileri nelerdir size göre?
Öncelikle iltifatlarınız için çok teşekkür ederim. Günümüz gençliğinin en büyük imkanı ve en büyük dezavantajı bana göre bilgi ile kurduğu ilişki temelinde okunabilir. Bir taraftan çok kolay bir şekilde bilgiye ulaşabiliyorlar, ama aynı zamanda o bilgiyi bir değere dönüştürecek zaman bulmakta zorlanıyorlar.
Keza özgürlük için de aynı şey söylenebilir, bireysel özgürlüklerin son derece önemsendiği ve ön plana çıkarıldığı bir atmosferde bir başka sorun baş göstermektedir; yalnızlık. Denilebilir ki gelecekteki en ciddi toplumsal sorunlardan birisi de yalnızlıktır.
Hayatın zorluklarına katlanmadan büyük fırsatlar yakaladıklarını düşünüyorum. Günümüz gençliği önemli paradokslarla karşı karşıya kalıyor, fakat ben bunları aşabilecek şuura sahip olduklarını düşünüyorum. Bundan dolayı da şahsen gençliğe çok güveniyorum.
Sosyal medyanın etkisi gençler üzerinde medyadan daha fazla diyebilir miyiz?
Medyanın en kritik sorusu -bana göre- sanal bir bilginin zihinsel işleyişi nasıl etkilediğidir. Yani medyatik bilgi ile zihnimiz arasında nasıl ve ne yönde bir nedensellik ilişkisi kurulmaktadır? Bu soru konuya dair tüm sorunları ihtiva eden bir alana bizi taşır. O halde kısaca birkaç temel bilgiyi arz edeyim: evvela bilinmelidir ki medyatik bilgi, dramatik bir bilgidir. Yani doğrudan duygulara hitap eder. Geleneksel medya, zihni etkileyen bir güce sahipti, sosyal medya ise zihne eklenen bir proteze dönüştü adeta. Yeni bir insan türü ve yeni bir düşünme biçimini doğurdu.
Dolayısıyla sosyal medya, gençler üzerinde çok daha etkili. Ama sonuçları itibarı ile olumsuzlukları daha çok içinde barındırabilen özelliklere sahiptir ki malum teknoloji bağımlılığı ve diğer başka sorunlara neden olmaktadır.
Sanal dünya dediğimiz şeyin gençlerin gerçek dünyası olduğunu söyleyebilir miyiz? Sizce de gerçek dünya artık hangisi?
Sanal ile gerçek olanı ayırmamızı sağlayan esas konu dünyaya ilişkin kuramsal olarak gerçekleştirdiğimiz girişimlerimizdir. Neyin gerçek, neyin rüya veya sanal olduğu konusu esasında yeni bir tartışma değildir; malum İmam-ı Gazali de “Uyanık olduğum zamanki hayat mı gerçek, rüyada gördüğüm hayat mı gerçek?” diye başlar konuyu irdelemeye. İnsanın varlığını anlamlandıran temel parametre sahip olduğu gerçekliktir. Eğer sizin verili (buyurulmuş) bir gerçekliğiniz yoksa çoğu zaman bunu kendiniz inşa edersiniz ve bu da esasında sizi, dinî bir ifade ile söylemek gerekirse azgınlaştırabilir.
Gereğin bilgisine giden yol, insanın kendisini tanımasından geçer. Kendisinin yaratılışını ve sınırlarını bilmesinden geçer. Sanal olanın gerçeğin rolünü üstlenmesine izin vermemek gerekir bence. Gerçek olan dünya, gerçek olandır. Buyurulmuş olandır. Bizim inşa ettiğimiz belki bir yere kadar katlanılabilir bir sanallık alemidir, ama teknolojinin ürettiği sanal alem varlığın hallerini bilmeye ilişkin bize referans olamaz.
Gençleri bilim ve ilme yönlendirecek bir mecra görüyor musunuz?
Elbette görüyorum, ama bunun çok kolay olmadığını biliyorum. Tabi ki bu mecra bana göre İslam inancı ve düşüncesidir. Ve biliyorum ki bu teklif, özellikle İslam dünyasının içinde bulunduğu durumdan dolayı pek çok kişiye ve özellikle gençlere pek cazip gelmeyecektir. Ama unutulmasın ki bu olumsuzluk arızî bir durumdur, geçicidir.
İslam medeniyetinin çok büyük bir mirasa sahip olduğunu, Müslümanların bütün zamanlara, toplumlara ve coğrafyalara hitap eden en son ilahi mesaj olan Kuran’a sahip oldukları gerçeği her şeyin üstündedir.
Şu konuyu özellikle tüm genç kardeşlerimin dikkatine arz etmek isterim: Bilindiği gibi Hazreti Peygambere gelen ilk vahiy “Oku” emri ile başlar. “Oku! Yaratan Rabb’inin adıyla”. Bu ilk ayetler, bildiğimiz anlamıyla sadece bir okuma-yazmayı emrediyor değiller, ki biliyorsunuz ikinci nazil olan sure de Kalem suresidir. Ve orada da “Nûn. Kaleme ve yazdıklarına And olsun.” diye buyurulmaktadır. İşte bunlar bize klasik okumadan daha çok şey ifade etmektedirler. Anlamaya, bilmeye ve şuur sahibi olmaya açık bir davettir. İnsanlığı tanı, kendini tanı, dünyayı bil diye emrolunmaktayız.
Ahlak kavramını kullanmanın dahi ayıp sayıldığı sosyal medya mecraları malumunuzdur. Ahlak çöküyor mu?
Evet, büyük bir risk altında olduğu söylenebilir. Ama bu soruya cevap vermeden önce kısaca ahlak nedir, ona bakalım: Bilindiği gibi ahlak, “hulk” kök kelimesinden türemiştir ve insanın manevi yönünü ifade eder. Yani insandaki yüksek değerlerin toplamıdır. Ahlaki olan nedir? Kısaca iyi olandır denilebilir. İnsanın doğasında var olan evrensel iyi ilkelerin birer davranışa dönüşmesidir. Ya da insanın iyi bir kişiliğe dönüşmesidir. İnsanın cesarete dönüşmesi, merhamete dönüşmesi ve iyiliğe dönüşmesidir.
Şimdi bu çerçeveden sizin sorduğunuza cevap arayalım, bugünün dünyasında iyi olan nedir sorusu bizi “hulk” kök kelimesindeki yaratılışa götürmüyor maalesef. Ve bundan dolayı da iyi olmanın ya da belli başlı temel esaslara bağlı olmanın yadırgandığı bir durumla karşı karşıyayız. Bu manada sosyal medya mecralarının bana göre en büyük açmazı, karşınızda somut bir muhatap şahsın ve ilkenin olmamasıdır. Görünmez bir dünyada iyi olmanın anlamsızlaştığı bir yerdir sosyal medya. Oysa iyiliğin de kötülüğün de bilinmesi ama ifşa edilmemesi gerekir.
İletişim dilleri de değişti elbette. Gençler konuşup, tam manasıyla tartışabiliyor mu kendi aralarında bir meseleyi? Yoksa tartışmalar artık bir kör dövüşünden farksız mı?
İletişim denince benim aklıma çoğu zaman “kavram kargaşası” gelir. İnsanın en büyük açmazı ve zorluğu belki de kullandığı kavrama yüklediği anlamın muhatabı tarafından anlaşılmamasıdır. Yani muhatabınızla aynı dili konuşup aynı imgeleri çağrıştıran bir zemin bulamamak. Bu ciddi bir açmazdır.
Tartışmaların bir kör dövüşüne dönüşmesine giden sürecin esas ayağını da muhatabının söylediklerini anlamak yerine cevap yetiştirme çabası yatmaktadır. İnsanlar, sizin söylediklerinizi anlamak yerine söylediklerinize cevap hazırlamaya odaklanıyorlar. Bu da doğal olarak anlamayı değil, kavga etmeyi gerekli kılmaktadır.
Kendi gençlik döneminizle kıyaslayacak olursanız, o dönem olup da şimdi olmayan, şimdi olup da o dönem olmayan “iyi şeyler” nelerdi?
Benim en fazla hasretini çektiğim kaybolan o eski nezaket ve zarafettir. Toplumun sahip olduğu değerlerle o değerlerin oluşturduğu davranış biçimleri arasındaki uyum bir rüya gibiydi. Günümüzde olmayan ve eskiden olan temel değerler, büyük ideallere sahip olmak, dünyayı kurtaracak bir fikir sahibi olduğunu hayal etmek güzeldi. İdeallerle gerçekleri buluşturabileceğine inanıyor olmak önemli bir yaşam kaynağıydı. Bugün böylesi bir uyum var mı çok emin değilim.