Allah’ın en büyük sırrı insan, insanın en büyük sırrı Allah. Bütün varlık alemi, bu sır idrak edilsin diye yaratıldı. Kainat bir sır. Allah, olmasını murat ettiği şeye sadece “ol” der ve o şey olur. İnsan büyük bir sır. Selam bu sırra anahtar. İslam, selam, selamet, salim, selim, teslim, tesellüm, müslim hepsi aynı kökten, “s-l-m” den. Istılahta, korkulardan emin olmak, emniyette olmak manasında. Dua hükmünde bir karşılaşma ve ayrılış: “Selamun aleyküm” (Allah seni korku ve zararlardan emin kılsın), “Ve aleyküm selam” (Allah seni de selamet üzere eylesin). Allah Resulü’nün tüm insanlıkça tanınan vasfı “Muhammed-ül Emin” ve İslam dini mensuplarına verilen isim “Mümin”. Mümin, yani kendisinden emin olunan, iman sahibi kimse. Selam; eminler yurdu. Nitekim cennetin bir ismi Dar-üs Selam yani selamet yurdu iken Kabe’nin bir ismi de Beyt-üs Selam yani selamet evidir.
Selam bir zikirdir
Birbirleri ile anlaşsın, görüşsün, tanışsın diye farklı dil, renk ve şekilde yaratılmış insan. Mertebesi itibarıyla eşref-i mahlukat. Eşref-i mahlukat tabirine en layık insan Allah Resulü. Bu yüzden O, Habibullah diye anıldı. Bütün alemler O’nun için yaratıldı. Salat ve selam O’na. Nitekim buyruldu ki: “Şüphesiz Allah ve Melekleri Peygamber’e salat ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salat edin, selam edin.” (Ahzâb, 56)
Demek selamların en güzeli, duaların en güzeli, O’na salat ve selam getirmek: “Allahümme salli ala Seyyidina Muhammed”.
Namaz sonrası bir başka zikir: “Allahümme ente’s-selam ve minke’s-selam tebarekte ve tealeyte ya ze’l-celali ve’likram (Allah’ım sen selamsın. Selamet de sendendir. Ey celal ve ikram sahibi sen münezzehsin, sen yücesin.” Selam Allah’ın sıfatlarından ve Esmaü’l Hüsna’dan. İhsan ve selam Allah’ın kuluna ikramlarından. Gören gözeten O, kollayıp selamete erdiren O, genişlik ve ferahlık veren O.
Selam insanlığa merhamet ilanıdır
Selam, insana insanca yaşamayı öğretir. Büyüğü küçüğe, toku aça, zengini yoksula, alimi talebeye, savaşı barışa, aşığı maşuka yakınlaştırır. Selam kalpten gelen sözdür; kalplere tesir eden. Surete bürünmüş muhabbettir; gönüllerde nur huzmesi olarak beliren. Ne müthiş edep; binek üzerinde olan yürüyene, az olan çoğa, küçük olan büyüğe selam verir. Bilir bereket vardır burada, samimiyeti ve sadakati artırır, izzet ve iffeti yüceltir. Allah Resulü buyurdu: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız.” (Müslim, Tirmizî, İbni Mâce)
Selam sufi bir seyirdir
Selam edeptir, edep ise had bilmek. Tasavvuf bu ruhun örgüleşmiş hali ve İslam’ı hakkıyla yaşamaya gayret iştahı. Selamlamanın tasavvufta yeri oldukça mühim. Çünkü bir selamla başlar her şey ve bir selamla devam eder. Tasavvufta selamlaşma aşk üzerine kuruludur. Şöyle anlatılır: “Dervişin biri, yine bir dervişler topluluğu içerisine gelip, selam vererek oturduktan sonra, topluluk gelen dervişe ‘Merhaba!’ yerine ‘Aşk olsun!’ dermiş… Derviş de ‘Aşkınız cemal olsun efendim!’ diye mukabele edermiş. Bu sefer topluluk ‘Cemaliniz nur olsun!’ dediğinde, derviş ‘Nurunuz ayn olsun!’ dermiş ve böylece selamlaşma bitermiş.” İçinde bulunduğu toplulukta fanileşen ve derece derece ilahi aşk yolculuğunda seyreden insana, “Aşk nedir?” diye sorulsa “Maşukun rızasıdır.” cevabını veren bu yolun erenlerinden Mevlevilikte, sema sırasında dört devreyi ihtiva eden Ayin-i Şerif’in arasındaki duraklamalar için kullanılan selam tabiri dördüncü devrede bir beşaret/ müjde merhalesi olarak görünür.
Selam bir medeniyet mektebidir
Selamlaşma, “İslam’a Muhatap Anlayış” davası çerçevesinde örgüleşmiş; mimaride, sanatta, teknolojide, iktisatta hasıl-ı kelam neredeyse bütün ilim kollarında tezahür etmiş bir fikirdir. Öyle bir fikir ki, yüzlerce yıllık mazisi, milyonlarca hatırası ve bir o kadar da yaşayan eseri olan.
Osmanlı mimarisinin nadide örneklerinden konak yahut saraylardaki haremlik ve selamlık bölümleri bunlardan biridir. Yine padişahların her cuma halkla irtibat kurdukları, halkın talep ve şikayetlerini aldıkları Cuma Selamlığı hali hazırda mevcut. İncelik idrakinin zirve noktası bir medeniyette kapı tokmakları üzerinden verilen sessiz mesajlar/selamlar: İç içe ya da üst üste bindirilen tokmaklardan biri kalın, diğeri ince ses çıkarırdı. Misafir erkekse kalın ses çıkaran kapı tokmağını, kadın ise ince sesli olanını kullanırdı. Böylece ev sahipleri kapıdaki misafirin kimliği hakkında bilgi sahibi olur, dikkatle ve edeple karşılarlardı.
Sadece mimaride değil şiirde de sembolik anlatımlarla yer bulur selam. Bazen ay bazen güneş olur bazen ise sitem ve özlem dolu olarak. Misal: Selam veren insanın eğilmesi ile ayın hilal şeklinde görünümü arasında ilişki kuran Baki:
“Mihr-i sipihr-i mekremet ol kim cenabına Gökden hilal iki bükilüp virür selam”
Hayalî ise şu beytinde yukarıdaki beytin tam tersine güneşe benzetir selamı: “Ol afitab-ı sipihr-i saadetiz ki bizim Gelir her ay hilal-i felek selamımıza.”
Ahmedi’nin şu beyitleri ise sevgiliye özlemi dillendirir:
“Ne bir peyam işitdüm ne bir selam senden Yolunda bin kez ölen değmez mi bir selama”
Selam bir fetih hareketidir
Selam ehli; cihad ehlidir, zikir ve infak ehlidir, secde ve kıyam ehlidir. Selam ehli tefekkür ve hikmet ehlidir, kılıç ve kalem ehlidir, şehadet ve fetih ehlidir. Onlar bütün gönüllere ve coğrafyalara adalet taşırlar. Selahaddin Eyyubi Kudüs’te, Fatih Sultan Mehmet İstanbul’da, Yavuz Sultan Selim Mısır’da mazlumların nefesi olmuş, selamı olmuş, hadimi olmuştur. Muhyiddin-i Arabî Endülüs’ten Şam’a, Şah-ı Nakşibend Buhara’dan Yemen’e, Abdulkâdir Geylanî Bağdat’tan Sudan’a gönüllerde taht kurmuştur. Mevlana aşk ile taşmış Konya’dan tüm dünyaya selam göndermiştir. Yunus’un şu dizeleri kasvetten bunalmış ruhlara ilaç olmuştur:
“Bu dünyadan gider olduk Kalanlara selam olsun Bizim için hayır dua Kılanlara selam olsun”
Selam Anadolu’nun ruhudur
Selam, Anadolu büyüklüğündeki dava taşını yerli yerine oturtmak için muhtaç olduğumuz fikir ve aksiyon halidir. Nihayetinde selamdır Hakkari’yi Edirne ile buluşturan, Kars’ı Muğla ile birleştiren, Sinop’u Mersin’e yakınlaştıran. Selamdır, Fegiye Teyran’ın dizelerinde aşkı tanıtıp Şeyh Galip’le şiire doyuran, İdris-i Bitlisi’yi Yavuz Sultan Selim’le aynı davaya yoldaş kılıp ümmetin birliğini sağlayan. Selamdır Sultan Ahmet’te Bayram namazını kıldıktan sonra Süleymaniye’de alem-i İslam’ı seyrettiren. Selamdır Bolu’da Hayrettin Tokadî Hazretleri’ni ziyaret edip Konya’da Şeb-i Arus törenlerinde aşka getiren.
Bazen bir yetimin başını okşamak, bazen bir gariple aynı çorbaya kaşık sallamaktır, bazen de bir şehid evinde gözyaşı kurutmaktır selam. Selam, Anadolu’yu karış karış gezen fikir ve aksiyon kahramanlarının zafer nişanesidir, aşk ve vecd elbisesidir. Selamsızlık modern çağ hastalığıdır
Selamdan kaçmak hazımsızlıktır, kıskançlıktır, hasettir, fesattır, kibirdir. Selamsızlık psikolojik bir
rahatsızlık, cemiyetin içine yerleşmiş bir urdur. Modern dünya, insanı makine ile avladı ve dört duvar arasına hapsetti. Sen güçlüsün dedi, onu “birey” haline getirdi. Yaşadığı mahalleyi yok etti, bahçeli evler yerine cezaevini andıran koridorlardan geçilen kibrit kutusu gibi daireler inşa etti. Ne komşuluk kaldı, ne selam, ne de güven. Sermaye sahipleri patron oldu, biraz okumuşu da “kariyer” müptelası ve kibir budalası. Teneşiri unuttular, toprağın kokusunu ve yağmur duasını. Selamın bir vakti vardı, teneşire varmadan, toprakla buluşmadan, yağmur duası gibi. Çünkü selam kurak gönülleri yeşertir, canlandırır, hayat verir. Selamsızlık ölümdür, çoraklaşmak ve çürümektir. Selam birleştirir, selamsızlık ayrıştırır. Selamların en güzeli hepinizin/hepimizin üzerine olsun.
-Ercan Cifci