Dosyalar

Ayasofya Kubbelerinde Ezân-ı Muhammedî

1.54BinOkunma

Yahya Kemal 30 Mart 1922’de der ki: “Bir hakikati keşfettim: Bu devletin iki manevî temeli vardır: Sultan Fatih’in Ayasofya minaresinde okuttuğu ezan ki, hâlâ okunuyor; Sultan Selim’in Hırka-ı Saadet dairesinde okuttuğu Kuran ki hâlâ okutuluyor. Eskişehir’in, Kars’ın genç askerleri siz bu kadar güzel bir şey için döğüştünüz.”

Şair Yahya Kemal’in keşfettiği manevi temeller Cumhuriyet rejiminin işlediği kültür soykırımı esnasında rafa kaldırılmıştı. Müslümanların zamanla güç ve itibar kazanmasıyla birlikte bu manevi temeller Ayasofya’nın tekrardan Cami-i Kebir olmasıyla asli hüviyetine kavuştu. Peki, cami olmasıyla birlikte bizleri neşeye gark eden Ayasofya’nın nasıl bir mazisi vardı? Bu yazımda ala kadril imkan (imkanlar el verdikçe) bu suale cevap vermeye çalışacağım.

Ayasofya’nın temelleri

Müze olduğu 1935 yılından itibaren Müslümanlar için bir zillet olan Ayasofya’nın köklü bir geçmişi vardır. İlk yapıldığı 360’ta ahşaptan yapılan binanın adı “Megali Eklessia” yani “Ulu Kilise” idi. 532 yılında bugünkü Sultanahmet Meydanı’nda çıkan ve 20.000 kişinin ölümüyle neticelenen Nika İsyanı’nda yanınca, İmparator Lustinianus 537 yılında binayı kargirden yeniden yaptırdı. Bugünkü bina temel itibarıyla 537 yılından kalmadır. Binanın ismi sonradan Aya+Sofia, “ilahi hikmet (bilgi)” olarak değiştirildi. Bu isim de Hazret-i İsa’nın (Logos-Tanrı’nın hikmeti) bir vasfıdır.

Hz. Peygamber’in “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.” hadis-i şerifini kendine şiar edinen Emeviler kuşattığı İstanbul’u ele geçirmedilerse de Bizans’la yapılan sulh görüşmeleri sayesinde Ayasofya’da namaz kılmakla müşerref ve Karaköy’de Arap Camii’ni yaptırıp birkaç sene oturmaya muvaffak oldular.

“Minarelerin yerlerini de hazırladım.”

Sultan II. Murad devrinde Bizans İmparatoru Ayasofya’nın tamiri için Osmanlı’dan yardım istedi. Sultan Murad mimarbaşı Ali Neccar’ı gönderdi. Dönüşte Sultan Murad’a Ayasofya hakkında malumat veren Ali Neccar “Minarelerin yerlerini de hazırladım.” demeyi ihmal etmedi.

29 Mayıs 1453’te İstanbul fethedilince Ayasofya kılıç hakkı olarak camiye çevrildi ve ilk Cuma Namazı 1 Haziran 1453’te Ayasofya’da kılındı. İslam hukukunda bir yer sulh ile fethedilirse fethedilen yerdeki kiliseler muahede şartlarına mebnidir, ama harp yoluyla fethedilmişse fetheden kişi şehirde istediği tasarrufta bulunabilir.

Diğer taraftan, İstanbul fethedildiğinde harap bir haldeydi. 1204 yılında bugün Ayasofya’da mezarı olan Venedikli Dodge Enrico Dandolo liderliğinde İstanbul’u işgal eden Haçlılar, başta Ayasofya olmak üzere İstanbul’u yağmaladı ve birçok kıymetli tarihi eseri Venedik’e kaçırdı. Sultan Fatih, İstanbul’u fethettiğinde Ayasofya’nın kubbesine çıkıp Sadi Şirazi’ye atfedilen ve İstanbul’un içler acısı halini anlatmak için şu beyiti okumuştu:

“Perdedâri mîküned der kasr-ı Kayser ankebût

Bûm nevbet mîzened her kubbe-i Efrâsiyâb”

“Kayser’in kasrında örümcek perdedarlık ediyor

Efrasiyab’ın sarayında da baykuş nevbet çalıyordu.”

Neden minareler birbirinden farklı?

Fethin akabinde Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı kurulup, Ayasofya Camii’ni de bu vakfın gelirleriyle imar edilmiş ve yeni binalar eklenerek esaslı bir külliye haline getirilmiştir. Ayasofya’ya hizmet bunlarla da sınırlı kalmamıştır. Ayasofya’nın ilk minaresi Fatih tarafından yapılmış ve daha sonra Sultan II. Bayezid bir minare eklemiştir. Son iki minare de II. Selim tarafından ilave edilmiştir.

Ayasofya’nın birbirinden farklı minarelere sahip olmasının sebebi de budur. Mimar Sinan’ın Ayasofya’nın yıkılmaması için payandalar yaptırması, birçok padişah devrinde restorasyondan geçmesi, hamam, medrese, kütüphane, sıbyan mektebiyle birlikte mükemmel bir kompleks haline getirilmesi, Osmanlıların Ayasofya’ya ne kadar kıymet verdiklerini göstermektedir.

Sultan Abdülmecid devrinde İsviçreli Fossati Biraderlere yaptırılan devasa restorasyon Ayasofya’nın 1894’te İstanbul’da vuku bulan büyük depremden asgari hasar almasını sağlamıştır. Bilhassa, Ramazan ayında Kadir Gecesi’nde cemaatle kılınan teravih namazı çok ihtişamlı olurdu. Peygamber Efendimiz (sav)’in doğduğu gece olan Mevlid Kandili için ekseri (genellikle) Ayasofya seçilir, herkese tatlı ve şerbet dağıtılırdı.

“Bari Ayasofya’ya dokunmayın!”

Balkan Harbi esnasında alınan mağlubiyetlerden ötürü başta Ayasofya olmak üzere şehrin muhtelif yerlerini dinamitleyen ve şehir teslim edilirse bütün şehri dinamitlerle patlatacak olan Talat Paşa’ya Amerikan Sefiri Morgenthau “Bari Ayasofya’ya dokunmayın!” dediğinde Talat Paşa, “İttihat ve Terakki Fırkası’nda eski şeyleri seven insan sayısı bir elin parmağını geçmez.” diyerek içinde bulunduğu cemiyetin zihin haritasını gözler önüne sermektedir.

Mütareke esnasında İngilizler İstanbul’u işgal ettiğinde Ayasofya’nın tekrardan kilise yapılması fikri ortaya atılmış ve bu şayiaların üzerine Sultan Vahdeddin 700 kişilik muhafız alayına “Ayasofya’ya çan takmak isteyeni vurun.” talimatını vererek ne pahasına olursa olsun Ayasofya’yı koruyacağını herkese göstermiştir.

Bütün bunlar gösteriyor ki Ayasofya İslam’la müşerref olduğundan beri Müslümanların gözbebeği içerideki işbirlikçilerin ise fırsatını bulduğu anda hüviyetinden koparıp almayı beklediği bir av olmuştur. İzinden gittiğini iddia ettiğimiz Osmanlıların bizlere maddî-manevî miras bıraktığı ve İstanbul’daki İslam hakimiyetinin nişanesi olan Ayasofya’nın asli hüviyetine döndürülmesi bundan sonraki muktedir olma alametlerinin bir başlangıcı olmasını temenni ediyorum.

Bir dahaki yazımda, Ayasofya’daki mozaiklerden ve müzeye çevrilmesi vetiresindeki hadiselerden bahsedeceğim inşallah.

-Kamil Erdinli