Askeriyede hiyerarşik yapı, oldukça katıdır. Zerre boşluğa, zerre tavize yer yoktur. Her daim askerlerden, üslerine karşı ciddi ve itaatkar olmalarını beklenir.
Emirlere uymamak ve âsi davranmaksa ağır sonuçlar doğurur. Hapse mahkumiyet, askerliğin uzaması, angarya işlerde çalıştırılma ve daha nicesi. Bu sebeple askerlerin komutanlarına ve verdikleri emirlere karşı çıktıkları, çok rastlanır bir durum değildir.
Askeriyede herkes istidadınca işlerde çalıştırılır; kimi yemekhanelerde, kimi kazanlarda, kimiyse teknik işlerde. Bunun dışında askerlerin; yeme-içme, kamuflaj temini, hastalık zamanı tedavi gibi tabii ihtiyaçları devlet tarafından karşılanır. Hapse mahkum edilecek kadar büyük bir suç işleseler dahi bu ilke değişmez. Askerlik müddetince, her şart ve koşulda, ihtiyaçlar temin edilir.
Askerlerin asıl işiyse, talim (askerî eğitim) ve -gerektiğinde- muharebedir. İki vazifeden birine dahi katılmamaları, yüz çevirmeleri emirleri tanımamak addedilir ve cezaya çarptırılırlar.
Şimdi ey hasis nefsim, sana söylüyorum, dinle!
Seni yaradan, sana can veren, tüm mahlukatı emrine âmâde kılan Rabb’in, hükümdardır. Sen ise askersin. Vazifen talim ve muharebedir. Talimin, seni harbe hazırlayacak ibadetlerindir; kulluğun, namazın ve orucun. Muhareben nefs ve şeytan ikilisine karşı verdiğin amansız mücahedendir. Âsiliğin, kullukta gösterdiğin gaflet, emirlere karşı direnen tavrın ve başkaldırmandır.
Askerliğin, sana bahşedilen ömür sermayesidir. Komutanların, Kur’an ve sünnet-i seniyyedir. İstidadına göre işlerde çalıştırılman, rızkını kovalamandır. İhtiyaçlarının her şartta giderilmesi, Allah’ın Rahman ismi gereği rızkını dünyada temin altına almasıdır.
Unutma, hükümdarın buyruğu gereği dünyaya getirildin. Ve kalubelada bir söz verdin. Asker olacağına, her emre itaat edeceğine, kulluk vazifenden bir an olsun geri durmayacağına “belâ, elbette öyle” dedin.
Şimdi bu söz gereği, neyse yapman gereken, ona ada kendini. Talim ve muharebeden yüz çevirme evvela. Zira cennetin, bu ikisini hakkıyla yerine getirmene bağlıdır. Talimi zırhın olarak gör. Nefis ve şeytanıysa, en azılı düşmanların. Zırhını iyi kuşan ki ruh kalen esir düşmesin onlara.
Rızkından endişe etme sakın! O’na yönel, yalnızca O’na arz et halini; vazifende aksaklık göstersen dahi, O seni unutmayacaktır. “Yeryüzünde kımıldayan hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’ın üzerine olmasın! Allah onların halen bulunduğu yeri de emanet olarak konulacağı yeri de bilir; hepsi apaçık kitapta vardır.” (Hud, 6)
Komutanlarının emrinden de çıkma! Zira komutanlarının sana emrettiği, hükümdarın buyruğundan başka bir şey değildir. “O asla kendi arzu ve hevesine göre konuşmaz. Onun bildirdikleri, kendisine Allah tarafından gelen vahiyden başka bir şey değildir.” (Necm, 3-4) Tüm benliğinde, işiterek ve itaat ederek sarıl o emirlere.
Ve bir an olsun gaflete düşme. Zira gaflet, amacını sorgulamana sebebiyet verir. Komutanlarına karşı âsi olursun. Hükümlerini tanımazsın. Sözünü unutursun.
Zevk ve sefa ahirettedir
Demem o ki ey nefsim; Dünya, sandığın gibi zevk-u sefaya dalma yeri değildir. Zevk ve sefa ahirettedir. Burası mücadele, mücahede yeridir. Burası, askerî kışladır. Nasıl ki askerde her daim gözetim altındaysan, dünyada da aklından geçenleri dahi bilen Rabb’inin gözetimindesin.
Askerliğin bitene, ebedî huzura kavuşana dek dizginle nefsini ki; asıl yurdunda eziyet görmeyesin. Şu gelip geçici zevkler için sonsuz nimetlerden mahrum olmayasın. Bırak dünyayı ki ey nefsim, ahirette mahzun olmayasın…
-Miraç Çölgezer