Teknik becerinin kutsandığı, medya okur-yazarlığının tavan yaptığı günlerde yaşıyoruz. Gerçekliğinden habersiz olduğumuz ve mahiyetini bütünüyle idrak edemediğimiz olayların akışı içindeyiz. Yalanın gerçeğe hükmettiği, kötülüğün sevdirildiği, iyilerin yok sayıldığı bir çağ bu. Sevenlerin muhabbet değil öfke soluduğu, aşkların yalan sayıldığı, sevdanın yokluğa mahkûm edildiği, ruhun tıkandığı bir çağ. “Doğruyu bulmak” isteyenlerin değil “Tek doğru benim!” diyenlerin çağı… Kimsenin başka hikayelere dahil olmadığı, birbirine tahammül edemeyenlerin çağı…
Yeter ki yolu kaybetmeyelim
Allah’ın mülkünde, Allah’tan başka sığınacak kimsesi olmayan kullar olarak, dünyada bize sunulanlarla imtihan olunuyoruz. Türlü türlü ve ince hesapların yapıldığı günlerden geçiyoruz. Aldanmakla aldatılmak arasındaki ince çizgiyi gözden kaçırıyoruz. Evet, insan çoğu zaman aldanır, sağlığı ve boşa geçirilen zamanı işaret ederek buyurulan “İki nimet vardır ki insanların çoğu (onlar hakkında) aldanmıştır.” ikazına uyalım, aldanmayalım.
Aldatan olmaktansa aldanmış görünmenin zararı daha az, yeter ki yolu kaybetmeyelim. Daha hızlı yol almaya çalışıyor, mutluluğu unutuyoruz. Neşet Ertaş demiş ya; “Cahildim dünyanın rengine kandım!” diye. Dünya bitmeyen üzüntüler veriyor, oysa mutlu olmak için Allah’ı anmak, kalbi hafifletmek gerekir.
Etrafımız, ilerleme imkanını elimizden almak isteyen harâmilerle dolu. Kalkınma ve gelişme adına üretilen teknik imkanlar ve teknolojik aygıtlarla anlamdan koparılmaya, kulluktan ve teslimiyetten uzaklaştırılmaya çalışılıyoruz.
Vakti kuşanmak zamanıdır. Kaybettiklerimizi hatırlayalım ve ânı doğru değerlendirelim. Kendimizi kandırmayalım. “Kimseyi aldatma, kimseye hile yapma ve hiç kimseye aldanma!” ilkesini esas alalım… Müslümanlar arasında aldatma olmaz!
Peygamberimiz (sav), Medine pazarında dolaşırken, dikkatini çeken bir hububat yığınına elini daldırdığında, hububatın altı, görünen kısmı gibi çıkmamış, parmakları ıslanmıştı. Satıcı bu ıslaklığın sebebini yağmura dayandırsa da “Öyleyse insanların görmeleri için ıslak olan kısmı üste koyman gerekmez miydi?” diye söyledikten sonra, o tarihi sözünü çağlara emanet bırakmıştı; “Bizi aldatan bizden değildir…”
Aldanma günü
Kur’an-ı Kerim’de, adını dokuzuncu ayetinde geçen “et Teğâbun”/ Aldanmak kelimesinden almış olan bir sûre vardır. Kıyamet koptuğu zaman, eksik ve kusurlarımızla aldanışlarımız ortaya çıkacağı için bu güne “Yevmü’t-Teğâbun (gerçek kâr ve zararın ortaya çıkacağı aldanma günü)” denilmiştir.
“Bu, Allah’ın, Toplanma Günü hepinizi hesaba çekmek üzere huzurunda bir araya getireceği, gerçek kâr ve zararın ortaya çıkacağı, nicelerinin pişmanlıktan feryad edeceği aldanma günüdür. İşte o gün, her kim Allah’a gereğince iman etmiş ve O’nun mesajları doğrultusunda güzel ve yararlı davranışlar ortaya koymuşsa, Allah onun günahlarını bağışlayacak ve kendisini, ağaçlarının altından ırmaklar çağıldayan ve ebedi olarak içinde yaşayacağı cennetlere koyacaktır. İşte budur en büyük kurtuluş, en büyük başarı.” (Teğabun, 9)
Gün gelir insan, insanı dünya ile makam ile ve hatta Allah ile aldatır. “Ey insanlar! Allah’ın verdiği söz gerçektir. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın, o aldatma ustası (olan Şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın. Şüphe yok ki şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman bilin. Çünkü o kendisine uyacaklara yakıcı ateşin mahkûmlarından olsunlar diye çağrıda bulunur.” (Fatır, 5-6)
Bununla birlikte; fıtratına dünya sevgisi yerleştirilmiş, servet yığma, ekin ve hayvanlar kendisine sevimli gösterilen insana ( Âl-i İmrân, 14) tabi tutulduğu imtihanda başarılı olabilmesi için ölçüler verilmektedir: Allah’a kulluk bilincini daima zinde tutmaya çalışmak, davranışlarında dünya hayatının icaplarıyla ahiret mutluluğunu dengeleyen bir itidal çizgisini tutturmak, bunu başarmak için ise fedakar olmak gerekir.
İnsanları Allah’ın yaratmış olduğunu bildiği halde bunu inkar edenlere de O’na iman edenlere de -dünya hayatının var ediliş hikmetinin gereği olarak- kendisine imkan ve fırsat verildiği belirtilmekte. Sûrede herkesin eksik ve kusurlarının -mümin, kafir- kıyamet günü açığa çıkacağı konu edilmektedir. Sorumlu varlık olan insan, kainatın yaratılış hikmetini ve kendi özelliklerini düşünmeye çağırılmaktadır. Ayetlerin tabii akışı içinde İslam inancının bazı temel unsurları aktarılmıştır.
Korkulara mağlup olma!
Aynı şekilde, surenin son bölümünde insana, kulluk görevlerini yerine getirmekten kendisini alıkoyabilecek faktörlerle süslenmiş olan dünya hayatında hem kulluk vecîbelerinin daha düzgün ifa edilmesi hem de beşerî ilişkileri sağlıklı yürütülebilmesi için de bazı ölçüler verilmektedir.
“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan da size düşman olanlar vardır, onlardan sakının. Ama affeder, hoşgörülü ve bağışlayıcı davranırsanız, şüphesiz Allah da çok bağışlayıcı ve engin merhamet sahibidir. Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir imtihandır; büyük mükafat ise Allah’ın katındadır. O halde gücünüz yettiğince Allah’a saygısızlıktan sakının; dinleyin, itaat edin ve kendi iyiliğinize olmak üzere başkaları yararına harcama yapın. Kim nefsinin bencilliğinden korunmayı başarırsa işte kurtuluşa erecekler onlardır.
Allah’a güzel bir borç verirseniz O da bunu size fazlasıyla öder ve sizi bağışlar. Allah şükrün karşılığını bol bol verir, cezada ise acele etmez. Allah, akıl ve duyularla idrak edilemeyeni de edileni de bilir; O üstündür, hikmet sahibidir.” (Teğabun, 14-18)
İmtihan olunuyoruz; bakıyorsun bağrımızda büyüyenler düşman oluyor, koynumuzda yatıyor. Bizden görünerek bizi aldatıyor. İmtihandan kaçmaya çalışmak çözüm değildir. Tehlikelere karşı dikkatli ve hazırlıklı olmak, geçici hayattan vazgeçmeden, bu hayatı ahiretin tarlası bilip, ebedî hayat için çalışmalıyız. Teslimiyet ve fedakârlık başarılı olabilmenin şartıdır. Sana verilmiş olan her neyse kardeşine ondan ver, nefsinin kalbine fısıldadığı korkulara mağlup olma.
Unutma, en çok sevdiklerinle deneneceksin!
Kapitalizmle birlikte bize dayatılan “Tükettikçe mutlu olursun!” mantığı yerini yeni durumda “daha hızlı ve daha akışkan” olursan mutlu olursun anlayışına terk etti. Hayatımızı yeni yazılımlar ve elektronik cihazlar belirliyor. On-line olamamak en büyük korkumuz haline geldi. Bizden her an güncellenmeye hazır olmamız isteniyor. Sürü psikolojisine tabi olarak kalabalığa uymamız, robot gibi yaşamamız isteniyor.
Direnelim!
Güzel rüyalar göremiyoruz, görülen rüyaları hayra yorma imkanımız azalıyor. İçimizde haksızlıkla zindana düşmüş bir Yusuf yok ki, rüyalarımızdan yola çıkarak bize bir kurtuluş yolu çizsin, zayıf ineklerin semiz inekleri yemesine bakarak, kıtlık zamanı daha az zarar görelim diye, 15 yıllık planlar yaparak açlığa karşı tedbir üretsin. Aldatan kim, aldanan kim belli olmaz çoğu zaman ve sabırdır, onulmaz yaralar açan hikayelerin merhemi… Haset kurdu kardeşlerinin kalplerini kemirerek aldatmış Yusuf’u kuyuya atmışlardı. Gömleğine sürdükleri aldatıcı bir kan ve sahte gözyaşıyla babaları Yakup’a gelmişlerdi.
Yaşanmamış duyguların bile kirletildiği, güzelliklerin tüketildiği bir dünyadan bize kalan sadece gönül yorgunluğu oldu… Evet, Müslümanlara dünyada rahat yok ama umutsuzluk bizim işimiz değil. Şartlar zor, aldatıcılar çok olsa bile hayal kurmaktan, koşmaktan ve geleceği planlanmaktan vazgeçmeyeceğiz.
Temel meselemiz, Müslümanca yaşamanın zorluklarını göze alıp, inançla, azimle gayret etmeye devam etmektir.
-Selim Cerrah