Annemi ziyarete köye gelmiştim. 22 Temmuz 2020 günü akşama doğru, Şermin Hüküm Hanım’ın sayfasında “Asım Gültekin” ve “vefat” kelimelerinin olduğunu fark ettiğim bir cümle gözüme ilişti. Geri döndüm, okudum. “Asım Gültekin vefat etmiş, Allah rahmet eylesin!” yazıyordu. İçim cız etti. Kalktığım yere yeniden oturdum. İçimden “Keşke paylaşmasaydı Şermin Hoca, doğru değildir!” dedim. Dijital mecralarda doğruluğu teyit edilmemiş, sonradan yalanlanan ölüm haberleri paylaşılıyor ya, onlardan biridir diye tahmin ettim.
Vefat haberine inanamadım
Yine de içime şüphe düştü. Birkaç yere daha baktım, benzer paylaşımlar olmuştu. Asım ile birlikte olduğumuz üç dört Whatsapp grubu vardı, onlara baktım, ortak arkadaşlarımızdan bazılarını aradım, tam bilgisi olan yoktu. İz’den Mehmet Kahraman Ağabey, vefat bilgisinin teyit edildiğini söyledi. Yine de “İnşallah yanlış duyumdur!” deyip duruyordum. Bazı haberler yalan çıkar, seviniriz ya, bir saatten fazla bekledim “Duyduğunuz doğru değil!” densin diye.
Dakikalar içinde, vefat haberinin gerçek olduğu anlaşılmıştı. Vakit ilerledikçe Asım’ın vefatı herkesin gündemine girdi. Yazılanların ortak noktası şaşkınlık ve inanmak istemeyişlikti. Müthiş bir hüzün vardı. Taziyeler peş peşe yayınlanmaya başlandı. Şaşkınlık geçtikçe cenaze namazının yeri ve vakti sorulmaya başlandı. Saat 24.00’e gelirken Mehmet Ali Gültekin, Twitter’den “Amcam Edebiyatçı Yazar Asım Gültekin’in cenazesi 23 Temmuz Perşembe günü ikindi namazında Taşova Merkez Camiinde kılınacak cenaze namazı sonrası Doğu Mahallesi Kabristanlığına defnedilecektir.” bilgisini paylaştı.
Vakit gece yarısına varmasına rağmen uyuyamıyordum. Cenazeye gitmek niyetindeyim, yola çıkacaktım, uyumalıydım. İki de bir internete girip yazılanlara bakıyordum. Her yazan onun abiliğinden, vefasından, çalışkanlığından, müminliğinden bahsediyordu. Binlerce güzel şahitlik geceyi sarıyordu.
Asım’ın tüm dostları oradaydı
Sabaha doğru Ubeydullah Erdoğan’ın paylaşımı düştü önüme: “Asım Gültekin abiyle yola çıktık, ben ön koltukta o arkada, aramızda bir arşın bir âlem var.” diye yazmıştı. Ubeydullah bir de video paylaşmış. Videoda merhumun Yalova’dan uğurlanışı ve helallik alınışı var. Gece karanlığında çekilmiş görüntülerde Mürsel Sönmez konuşuyordu, cenazeyi taşıyanların içinde Halit Bekiroğlu, Mustafa Enesoğlu, Ali Öztürk’ü seçebildim.
Diğerlerini seçemeyince Ubeydullah’tan sordum; Yunus Tekgöçen, Bünyamin Yılmaz, Recep Baydemir, Abdülkadir Alemdar, Muhammed Akaydın, Kamil Gelgör, Ahmet Altay, Salim Sarıyıldız, Ömer Faruk Sarımermer de oradaymış. Ne güzel ki dostları melek gibi kısa sürede Yalova’ya ulaşmışlardı.
Sinop’taki köyümüzden Taşova yaklaşık iki yüz kilometre idi. Abim uykusuz ve bitkin halimi görünce yola yalnız çıkmama razı olmadı. Mehmet Abim ve teyze oğlu diğer Mehmet ile yola çıktık; Saraydüzü, Durağan, Vezirkörü üzerinden Taşova’ya ulaştık. Cami avlusu dolmuştu.
Asım’ın her yerden her yaştan dostları gelmişti. Cevat Özkaya, Abdullah Yıldız, Necdet Subaşı, Enes Batman, Ahmet Altay, Nezihi Pesen ilk rastladıklarımdı. Asım’ın ailesi bahçede sıra olmuş, taziyeleri kabul ediyordu, duvar dışında da kadınlar vardı. Mehmet Acar ve Süleyman Öksüz gibi Amasyalılar da cenazeye gelmişlerdi.
İkindiden sonra cenaze namazı için saf tuttuk. Taşova Belediye Başkanı, gelenleri selamladı, Asım’a gösterilen ilgiye atıf yaparak hemşerileri adına mahcubiyet ifadeleri olan kısa ve mütevazı bir konuşma yaptı. Sonra namaz kılındı, helallik ve şahitlik istendi. İçten bir sesle hep birden “İyi biliriz, haklarımız helal olsun!” dedik.
Namazdan sonra tekbirler ve gözyaşları arasında cenaze arabası Asım’ı alıp baba evine sonra mezarlığa götürdü. Herkes yine oradaydı. Bünyamin Yılmaz, Muhammed Akaydın, Kamil Büyüker, Mevlana İdris’i de orada gördüm. Asım’ın oğlu İbrahim Taha, başından sonuna babasının mezarının çevresinde döndü durdu.
“Göçtü kervan, kalmak yok!”
Asımımızı 23 Temmuz 2020 Perşembe günü, babası Eyyüp Sabri Gültekin’in yanına, toprağın bağrına bıraktık, Allah’ın rahmetine emanet ettik. O bizden uzaklaştıkça, iyi insanların iyi işlerine daha çok yardımcı olmamız gerektiğini, muvahhid olmanın en iyi istikamet olduğunu yeniden kavradık.
Son toprak atılınca mikrofondan Asım’ın yol arkadaşlarından Murat Ayar’ın sesi duyuldu. Kısa, içten, vurgulu bir konuşma yaptı Murat. “İyi ki bu konuşma oldu.” dedim. Asım’ın en öz anlatımıydı duyduğum cümleler.
Asım akranlarına dost, gençlere ağabey, sanatçılara omuzdaş, dergicilere yoldaştı. Onlarca dergide, yüzlerce dergicide, binlerce fanzinci gençte emeği vardı. Salgından önce başlatılan Dergicilik Okulu, ekipten Recep Baydemir’in öncülüğünde zorluklara rağmen salgın günlerinde bile sürdürülmüştü, ara verilmemişti. Onun derdi kelimeler, harfler, heceler, seslerdi. Hayat anlayışı, “Biz işimize bakalım!” prensibine dayanıyordu. Mottosunu “Göçtü kervan, kalmak yok!” diye ilan edişi de bundandı.
İki ay kadar önce Beykoz’daki bahçemize dut yemeye davet etmiştim. Gelemedi. Sonraki günlerde arayarak “Bahçesinde meyve ağaçları olan bir evimiz var artık Yalova’da, seni seneye dut yemeye davet edeceğim.” demişti. Birkaç yıldır dut buluşmaları yapıyordu, meyvelere ve duta muhabbetliydi.
Üç dört ay önce arkadaşlarıyla ARGETUS’a geldiğinde önümüzdeki aylarda düzenlenmesi düşünülen “Dünya Dergicilik Kongresi” üzerine sohbet etmiştik. Dergiler çoğalsın, dergiler görünür olsun, gençlerin her birinin dergisi olsun, her okulda beş on fanzin yayımlansın istiyordu.
Kitap fuarlarında sık karşılaşırdık, en son 3 Mart’ta Darıca Kitap Fuarı’nda yan yana kitaplarımızı imzalamıştık. Kitap fuarlarında gençler ve çocuklarla özel ilgilenirdi. Fuardaki çocuklarla olan neşeli sohbetini videoya çekerek “Asım abi, dedeliğe hazır!” notuyla paylaşmıştım. Benden 6-7 yaş küçük olmasına rağmen “Asım abi” demeyi severdim. Abilik çok yakışıyordu ona. İki çocuğunu geride bırakarak uçtu gitti. İnşallah torunları olur, onlar da Asım dedeleri gibi güzel işler yaparlar.
İsimlerini yaşatmalıyız
Asım’ın dergiler, dergi fuarları, okul fanzinleri, genç yazarlar, kadim metinlerin okunması, mizah edebiyatının yeni bir ruhla oluşturulması, medeniyet perspektifine uygun müzik ürünlerinin üretilmesi, şehirlerde meyve ve dut ağaçlarının çoğaltılması gibi pek çok alanda gayreti vardı.
Asım’ın başlattığı güzel işlerin dostları ve öğrencileri tarafından sürdürülmesi gerekir. Onun duruşuna uygun biçimde geleneksel hale getirilebilecek kültür içerikli organizasyonlar düşünülmeli; yarışmalar, ödüller, fuarlar gibi. Belki adına vakıf bile kurulabilir.
Asım Gültekin’in yanı sıra Cahit Zarifoğlu, Akif Emre, Necdet Konak, Hasan Nail Canat, Çinuçen Tanrıkorur, Salih Mirzabeyoğlu gibi edebiyat, fikir ve sanat dünyamızın kıymetli isimlerini, onlar adına yapılacak etkinliklerle yaşatmalıyız.
Asım Gültekin’in ismini, birçok insan vefatıyla duydu. Akif Emre’nin vefatından sonra da “İlk defa duydum!” diyen onlarca gence rastlamıştım. Keşke daha çok insan tanısaydı, keşke daha çok genç fikirlerinden istifade etseydi, diye düşündüğümüz pek çok ismin arkasından benzer yakınmalara şahitlik ediyoruz. Delikanlılara ağabeylik, kızlarımıza ablalık, öğrencilere yoldaşlık yapan iyi insanlarımız, kıymetli öncülerimiz var.
İki elin parmakları kadar değil yüzlerce güzel insanımız var böyle. İhmalkârlıklarımız, vefasızlıklarımız, kıymet takdir edemeyişlerimizden dolayı, kıymetlilerimizin daha çok insana yoldaşlık etmesini adeta engelliyoruz. Sonra da yakınıp duruyoruz. Güzel insanları toplumla, gençlerle, çocuklarla daha çok buluşturalım. Her defasında “çok iyiydi, kıymetini bilemedik” demeyelim.
Asım Gültekin çok özel birisiydi; dosttu, çalışkandı, paylaşandı, umut verendi, mütebessimdi. Onu mütefekkir, eleştirel ve muhalif yönleriyle Akif Emre’ye; gençlerle dostluğu ve maceracı yönleriyle Cahit Zarifoğlu’na benzetirdim. Üçü de aramızda yok. Üçüne ve onlar gibi olanlara selam olsun. Güzel dostum Asım, henüz 45’inde aramızdan uçtun, Allah sana rahmet eylesin, mekanın cennetin en güzel yerinde olsun.
-Erol Erdoğan