Tarih

Laiklik Batı İçin Bir Tercih Değil, Zorunluluktur!

957Okunma

Laik kelimesi Yunanca “laikos” sözcüğünden gelmektedir. Laos, halk, kitle, kalabalık; laikos ise halka ait, kalabalığa ait demektir. Latinceye laicus olarak geçen kelime, kiliseye mensup olmayan anlamında kullanılmıştır. Fransızcaya ise laic ve laique şeklinde geçen kelime, Türkçeye de buradan girmiştir. Dolayısıyla laiklik kökü itibariyle din karşıtlığı için değil de daha çok kiliseye ve dine ait olmayan anlamında kullanılmıştır.

Bu bağlamda laiklik, felsefi anlamda insan zihnin eseri olan düşüncenin, dini düşünceden ayrılması anlamına gelirken, siyasî anlamda ise devlet ve din işlerinin birbirinden ayrılması anlamı taşımaktadır.

Kilise örgütü

Laikliğin ilk ortaya çıkışı Ortaçağ Avrupa’sındaki Kilise’nin ve din adamlarının baskısına karşı yürütülen mücadelelere dayanmaktadır.

Kilise,1 Kavimler Göçü ile Roma İmparatorluğu’nun Doğu Roma ve Batı Roma olmak üzere ikiye ayrılması, akabinde Batı Roma’nın yıkılmasından sonra gücünü koruyarak hatta onun boşluğunu doldurmak suretiyle çok güçlü bir din müessesi olarak ortaya çıkmıştır. Kilise örgütünün en altında kırsal kiliselerin az eğitimli ve az gelirli papazları bulunuyordu. Ve Papa Grengorius’tan önce hemen hemen hepsi evliydi. Zirvede ise ruhanî ve dünyevî hiyerarşilerin birleşme noktasında kilise kodamanları bulunuyordu.2

Kilise örgütü, prensip olarak dünyevî işlerden uzak kalması gerekiyordu. Ancak Ortaçağ Avrupa’sında “Feodal Düzenin”3 hakim olması, Kiliseyi de bu Feodal düzene bağlanmaya itmiştir.  Dolayısıyla Kilise üretimde ve toprak sahipliğinde etkin bir rol oynamıştır. Artık bu dönemde “kilise prenslikleri” ortaya çıkmaya başlamıştır. Ayrıca kilise mensupları dahil oldukları feodal düzende üretime doğrudan katılmayı bir yük ve zaman israfı olarak kabul etmişlerdir. Onlar başkalarının yorgunluğundan geçinmeye haklarının olduklarını iddia etmişlerdir. Böylelikle Kilise, sömürüye dayalı zenginleşen bir dini yapı ve büyük bir toprak ağası konumuna gelmiştir.

Kilise siyasî olarak da etkindi

Ortaçağ Avrupa’sında Kilise, sadece ekonomide değil siyasette de etkin bir konumdadır. Feodal sistemde krallar, piskoposların4 üretime ve ekonomiye katılmalarını doğal bulmuşlar hatta teşvik bile etmişlerdir. Zamanla piskoposlar kralların temsilcilerine yardımcı olmaları hatta onları denetlemesi, üstüne kralların bunlara para basma yetkisini ve kırsal bölgelerin idaresini vermesi de eklenince Kilise örgütü siyasî olarak etkin bir konuma gelmiştir.

Ayrıca papazların krallara taç giydirmesi, aforoz etme5 yetkisinin bulunması, günah çıkarma işlerinin yapılması zaten siyasî olarak güçlü olan kiliseyi, hem siyasî hem de toplumsal güç olarak zirveye çıkarmıştır.

Öte yandan toplum ve siyaset nezdinde “Skolastik Düşüncenin” 6 hakim kılınmasıyla kilisenin sorgulanması yasaklanmıştır. Bilimsel olarak deney, gözlem yapılamadığı gibi bunları yapanlar şiddetle kilise tarafından cezalandırılmıştır.

Kilise otoritesi sarsılıyor

Bütün bu yetki ve güç, Ortaçağ Avrupası’nda kralların ve halkın kiliseye şüpheyle bakmasına sebebiyet vermiştir. Krallar azalan siyasî otoritesini yeniden güçlü kılmak için uğraş verirken halk ise kendisini ezen, sömüren ve kullanan kiliseye kin ve öfke besliyordu.

Haçlı Seferlerine kadar devam eden bu süreç, seferlerin başarısızlıkla sonuçlanmasıyla kilisenin ve din adamlarının otoritesini sarsmıştır. Kiliseler arasında ayrılıklar başlamıştır. Feodal sistem etkinliğini kaybetmeye başlamış ve Avrupa’da Burjuva sınıfı ortaya çıkmıştır. İslam Dünyası’ndan öğrenilen kağıt, pusula yapımı ile matbaanın kullanılmaya başlanması Rönesans ve Reform hareketlerinin temelini atılmıştır.

Matbaanın kullanılmasıyla bilgi alış verişi hız kazanmıştır. Bilgi kiliselerin tekelinden çıkmıştır. Özellikle de Alman Martin Luther’in, kilisenin hezeyanlarının anlattığı, doksan beş maddeden oluşan bildirisini kilise duvarına asması kilise için adeta bir yıkım olmuştur. Bildiri her ne kadar duvardan kaldırılsa da matbaa sayesinde çoğaltılıp dağıtılmaya ve okunmaya devam edilmiştir.7 Nihayetinde kilise günden güne güç kaybetmiş, otoritesi sarsılmıştır. Kendi içerisinde ayrılıklarında başlaması akabinde Otuz Yıl Savaşları’nın (Mezhep Savaşları) patlak vermesi, kilise için “kaçınılmaz son” görünmüştür.

Din ve devlet birbirinden ayrılıyor

Haçlı Seferleri sonucunda başlayan Rönesans, Reform hareketlerinden Aydınlanma Çağı il Fransız Devrimi’ne kadar uzanan sürecin sonunda, özgür düşüncenin gelişmesi önündeki engeller kaldırılmış, kilise devlet karşısında güç kaybetmiş, devlet ve din işleri birbirinden ayrılmıştır.8 Daha doğrusu din ve devlet işlerinin ayrılması yani laiklik, Batı için zorunluluktan kabul edilmiştir.

Sonuç itibarıyla laiklik, Ortaçağ Avrupa’sında Kilisenin özellikle Katolik Kilisesinin insanları sömürmesi, zenginleşmesi, siyasî ve sosyal birçok yetkiye sahip olması neticesinde muazzam bir güç konumuna gelmiştir.  Akabinde Kilise tarafından siyasete ve topluma baskıların artmasıyla içinden çıkılmaz bir hâl alan bu durum Haçlı Seferleri neticesinde başlayan, Rönesans, Reform hareketleri ile Aydınlanma Çağı’na oradan da Fransız Devrimi’ne kadar giden süreç sonucunda Kilisenin etkisi kırılmış ve Batı için laiklik bir tercih değil, zorunluluk halini almıştır. Laiklik uygulanmış, yani din ve devlet işleri “zorunlu” olarak birbirinden ayrılmıştır.

-Ahmet Ünal

KAYNAKÇA: 1) Kilise kelimesi,  Grerekçe “ekklesia”dan gelir. Toplantı. Topluluk ve cemaat anlamındadır. 2) Muammer Gül, Ortaçağ Avrupa Tarihi, s. 104-105. 3) Toprağa dayalı ağalık sistemidir. Özelliklede Ortaçağ Avrupa’sında devlet otoritesinin zayıflamasıyla yerel unsurlar, ağalar, nüfuslu kişiler güçlü bir konuma gelmiştir. 4) Hristiyan kiliselerinde görevli, fetva verme yetkisine sahip üst düzey kilise görevlisine verilen addır. 5) Papazların istediği kişileri dinden çıkarma yetkisine denir. 6) Bilimi, sorgulamayı, deneyi ve gözlemi yasaklayan düşüncedir. 7) Ahmet Ünal, Avrupa Tarihi Ders Notları. 8) Temuçin Faik Ertan, Atatürk İlkelerine Genel Bakış, s, 15.