Dursun Ali TaşçıHoş Sada

Özür Dilemek Olgunluktur

1.34BinOkunma

Kendi arabamla, ilçeden ayrılarak köy yoluna doğru saptım. Dışarıda bunaltıcı bir sıcak var. Kuşlar, ağızları açık dallarda tünerlerken, ağaçların yaprakları da sıcaktan kendinden geçmiş. Bir an evvel köyüme varmak ve bir yılın özlemini sevdiklerimle, akrabalarımla gidermek istiyorum. Bu nedenle de acelem var ve arabanın gaz pedalına biraz daha derinden basıyorum.

Köy yolunun bir kısmı beton, bir kısmı ise stabilize. Stabilize yolda ilerliyorum. Önümden de bir otomobil gidiyor. Biraz ağır gittiğinden onu geçmek istiyorum ve bunun için fırsat kolluyorum. Genişçe bir yerde, önümdeki otomobili solladım. Solladım, ama önümdeki çamurlu suyla dolu çukuru göremedim. Bir anlık gaflet ve hızla çukura girdim:
Şvapss!..

Yapacak pek bir şey de yok. Otomobili solladım ve dikiz aynasından arkaya bakmaya başladım. Otomobilin sürücüsünün sol kolu, indirilmiş camın üzerindeydi. Adamın sol kolunu ve başının sol tarafını çamurlu suyla sıvazladığımın farkına vardım.

Adam, el kol hareketleri yapıyor, muhtemelen uygunsuz sözler de söylüyordu. Kırk yaşlarında gösteriyordu, ama saçları erken ağarmıştı. Yanında da bir kadın vardı ki, hanımı olduğunu tahmin ettim.

Bütün bunlar bir anda olurken ben, arabamı sağa çekerek durdum. Sol yanımdan geçilebilecek yer de olmadığı için, arkamdaki sürücü de arabasını sağa çekerek durdu.
Ben büyük bir vicdan azabıyla adamdan özür dileyecektim; çünkü onun üst başını berbat etmiştim. Ağır ağır arabamdan indim ve arkamdaki adama doğru yürümeye başladım. Adam dikkatle ve de yüzü kızararak bana bakıyordu. Yanına yaklaştım ve en yumuşak sesimle adama: “Selamün aleyküm, kardeşim.” dedim.

Adam selamımı hafif bir sesle aldı, ama gözünü, gözümün içinden ayırmıyordu. Başımı hafifçe öne eğdim ve tebessümümü kuşanarak:

“Sevgili kardeşim, sizden çok ama çok özür diliyorum! Beni bağışlayın, bir anlık gafletimin sonucu üstünüzü başınızı berbat ettim. Size bir teklifim var, lütfen önerimi geri çevirmeyin. Gelin, birlikte ilçeye dönelim ve ben size bir gömlek alayım, böylece ben de rahatlamış olurum.”

Adam dalgın bakışlarla arabadan aşağıya doğru yavaş yavaş indi. Ciddi bir yüzle ve çok dikkatlice bir gözle bana bakmaya başladı. Sessizce biraz baktıktan sonra:

“Sen kimsin?” diyebildi.

“Benim kimliğim önemli değil, şu yukarıdaki köydenim, ama teklifimin cevabını sizden bekliyorum.” dedim.

Yere baktı, kafasını kaldırdı ve gökyüzünü taradı; derinden nefes aldı ve:

“Gömlek almak mı? Ne diyorsun sen? Az önce sana nasıl bir kötülük yapacağımın planını hazırlıyordum; çünkü çok sinirlenmiştim. Fakat bu insanca davranışın beni çok etkiledi, özür dilemenle gönlüme ılık sular akıttın. Şimdi ben bu gömleği ömrüm boyunca müzelik bir şekilde evimde saklayacağım! Biraz evvel sizin için neler düşünürken, şimdi bana dünyayı bağışladın adeta. Sizi kucaklamak istiyorum.”

Kucaklaştık. Çamurlu sudan bana da bulaştı. Arabaya binerken gözlerinin yaşardığını fark ettim.

Bu davranışa beni götüren, yıllar önce okuduğum ve Sahabe-i Kiram’ın büyüklüğünde eridiğim bir olay olmuştu:

Olay, Bilal-i Habeşi ile Ebuzer el-Gifari arasında geçiyordu.

Ebuzer, çok farklı bir insan; yalnız yaşayıp yalnız ölen yiğit. Celâl sıfatı önde biri. Bilal ise, Peygamberimizin müezzini ve eski bir köle. Çok çileler çekmiş ve sonunda İslam’ın izzetinde izzet bulmuş bir yüce insan.

Bir gün Ebuzer’in kafası kızıyor ve Bilal’e: “Hadi ordan, siyah kadının oğlu!” diyerek hakarette bulunuyor. Sonuçta onlar da insan ve bu tarz davranışlar onlardan da zuhur edebiliyor. Bilal’in bir anda dünyası kararıyor; böyle bir şeyi Ebuzer’den asla beklemiyor, çünkü. Gözleri yaşarıyor ve doğru peygamberimizin yanına, Mescid-i Nebevi’ye yöneliyor.
Peygamber(sav), Bilal’i mahzun ve gözü yaşlı görünce durumu öğrenmek istiyor. Bilal de olayı anlatıyor.

Ebuzer, Peygamber’in huzurunda. Peygamberimiz (sav) Ebuzer’e: “Ey Ebazer, yoksa sen cahiliye adetlerine geri mi dönmek istiyorsun?” diyerek sitemde bulunur.

Ebuzer’in içinde kim bilir hangi depremler oluşmakta, ne tür fırtınalar kopmaktadır!..
Ebuzer, Mescid-i Nebevi’nin kumdan zemininde ilerliyor ve kapının eşiğindeki kumlara yatarak yüzünü yere koyuyor:

“ Vallahi, Bilal, siyah ayaklarını ağzımın üzerine basmadıkça ben buradan kalkmayacağım!” diyor.

Dünyanın nabzını durduran davranışlara, dünya bir kez daha tanıklık yapıyor. Bilal:

“Ey Ebazer! Ben, Allah diyen ağza nasıl ayak basarım?” diyerek üzüntüsünü belirtiyor.

Gerisi önemli değil. Özür dileyebilen insan, ne güzel insandır. Olgunluğun en önemli işareti, özür dileme gücüne erişebilmektir. Ve dostlar, özür dileme erdemi, çocuklara aile içinde verilir.

-Dursun Ali Taşçı