Irmak üç-beş damla su idi, kurudu… İnsan üç-beş damla kan idi, kuruttu…
Modern insanın ne kadar acımasız ve kendi dışındaki canlılara karşıne kadar tehditkar olduğunu söylemeyen, buna dair kalem oynatmayan kalmamıştır sanırım. Hakkında en çok film çekilen meselelerden biri de budur. Sorunlar bitmiyor, ikazlar eksilmiyor, dünya tükeniyor ve değişen ne oluyor?
Varoluşa dair tehditler bitmediği müddetçe ikazlar da devam edecek. Fakat insanoğlu, insanlıktan çıkmaktaki ısrarında “dikte edici” uyarılara karşı kulağını tıkamış durumda. İnsana ulaşmanın “doğrudan olmayan” yollarını kullanmak gerekiyor. Sanat burada en önemli kapı oluyor, sanırım. Birçok sanat dalı ve sanat eserleri insan üzerinde kalıcı etki bırakabiliyor. Bir sanat eserine muhatap olup zihni değişen azdır elbet. Ancak suyun istikrarlı şekilde damlayarak kayayı delmesi gibi, sanat da insanoğlunun bitmeyen serüveninde hem yoldaş hem de etki sahibi olmuştur.
Gelenekve modern yaşam mukayesesi
Bu noktada sinemanın hakikaten çok özel bir yeri var. İnsanın son bir asırlık yolculuğunda belki de en önemli mühimmatı ve düşmanı oldu. Enteresan bir ikilem.Bazı filmler bu paradokstan yola çıkarak bitmeyecek sonuçsuzluğa ya da sorunlara dikkat çekme noktasında özel bir yere sahip. 2018 yapımıÂga da bunlardan biri.
Rusya’ya bağlı Yakutistan’ın buz çölünde yaşayan ihtiyar karı-kocanın hayatının bir kısmına ve kendilerini belirsiz bir zaman önce terk etmiş olan kızlarına dönmenin hikayesine odaklanan film, Sibirya’nın yakınlarındaki bir bölgede; neredeyse buzul ortamında yaşayan insanların zorlu hayat şartlarıyla, modern yaşamı tercih eden yeni nesli sade bir dille kıyaslıyor. Her iki yaşantıyı da anlamaya çalışan film, tarafını doğadan yana koymasına rağmen hayatın gerçeklerini de gözden kaçırmadan meseleye yaklaşılması gerektiğini vurguluyor. Bulgar yönetmen Milko Lazarov’un yazıp yönettiği film, sakin dili ve etkili oyunculuklarıyla dikkat çekiyor.
Yaşanılması zor bir bölgede hayatını geçiren Nanouk ve karısı Sedna, balıkçılık ve avcılık yaparak hayatlarını geleneksel biçimde sürdürmektedir. Ancak iklim değişikliği bölgelerinde etkisini uzun süredir göstermektedir. Küresel ısınmanın yaşanmaz hale getirdiği topraklarından ayrılmamak için zorluklara direnen Nanouk ve Sedna geleneği temsil ederken, bu yaşamı bırakıp şehre gitmiş ve bir daha da dönmemiş kızları ise modern yaşamı ve modern insanı temsil etmektedir. Baba, kızına küsmüştür. Barışmamakta da ısrarlıdır. Ta ki o acı ânı yaşayana kadar…
Film hakkında fazla ipucu vermeden devam etmek gerekir. Modern insanı temsil eden kızı sadece filmin sonunda görüyoruz. Yani geleneğe tutunmaya çalışan ve sonunda pes etmek zorunda kalanların hayatına şahitlik ediyoruz. Filmin başarılı noktalarından biri de bu. Göstermediği noktayı da gösterdiği nokta kadar hissediyor ve değerlendiriyoruz. Zira filme ismini veren de şehirdeki çocuk Âga’dır.
Buz, çöl, okyanus ya da orman… Mekan değişebiliyor ama insanoğlunun kendine ve dünyaya yaptıklarının sonuçları değişmiyor. Tükettikçe tükeniyor, insanoğlu…Elbette, “kötü insan, günahkar insan, en vahşi yaratık insan” gibi toptancı yaklaşımlardan berîyim. Nihayetinde etrafımızdaki güzelliklerin içinde de hep güzel insanlar oluyor. Lakin insanoğlunun ne yaptığını göstermediğimiz müddetçe, gelecek nesillerin de kendini tüketmesine mani olamayız. Ders verir gibi değil, sanat yoluyla; hissettirerek…
Âga filmi 21. Yüzyıl sinemacılığı açısından klasik olmaya aday bir yapım. Sinematografisi çok başarılı. Doğayı resmedişi estetik ve duygu verici. Ajitasyon yok. İzlenmemesi halinde çok şey kaçırılacak bir çalışma.
-Abdülhamit Güler