İsmail ÖzSerlevha

Yükselen Lüks: Bir Ruh Bozgunu Ve Kırılma Çağı

827Okunma

Olgunlaşamayan, yeri geldiğinde elindekini feda edemeyen her insan için bir tuzaktır lüks. Dünyada mevcut dinlerin çoğu hak ya da batılinsana, olabildiğince dizginlenmiş bir nefis ve nefisten arınmış bir erdem vaadindedir. Fakat hangi dinin bunu gerçek manada başarabildiğinin ayrımına varabilecek olan akıl da son derece önemlidir. Oldukça iyi bir analojik kabiliyet ortaya koymak ve mantıklı çıkarımlar yapmak da büyük bir donanım gerektiriyor.

Araç ile amaç arasındaki bağların tespiti, patikada yolu kaybetmemek kadar önemlidir. Madde ile mana, ruh ile nefis, ebedî ile fâni ayrımları üzerinden bakarak dünyayı anlamlandırmak;bunu da zaman kaybetmeden, doğru mihmandarların yardımı ile başarmak ve sonrasında kendi yolumuzu keşfederek ilerlemek zorundayız.

Karşımızdaki büyük engel: lüks
Dünya tarihinde pek çok devlet adamının, komutanın ve tabi onların temsil ettiği toplumların ayağına dolanan en büyük engelin çoğu zaman lüks olduğunu hatırlamak zorundayız. Eğer bir nefis dizginlenememişse onu en çok kışkırtan şey, etrafında parıldayan şaşalı hayatlardır. Gözlerden uzak, kısıtlı bölgelerde yaşayanları tahrik eden pek bir şey yoktur etraflarında. O sebeple sefahatin getirdiği gevşemeden ve kusurlardan nispeten korunaklıdırlar. Fakat şunu da eklemek gerekir ki; eğer bilinçli bir tercih yoksa  sakin bir köşede yaşamak da insana kusurlardan arınmış, sade ve azla yetinen bir yaşamı öğretmez. Bu durumda nefsi sakinleştiren şey; sadece etrafında gösterişine tanıklık edecek, onu izleyecek çok fazla gözün olmayışıdır; kusurlar şahlanmak için izleyen gözlerden yararlanırlar zira.

Bir filozof bu durumu ne de güzel özetliyor: “Kimseye göstermeyecek olduktan sonra kim erguvan -eski Roma’da soylular bu rengi giyermiş-  giysi giyer ki? Kim gizlice altın tabakta yemek yer? Kim kırlarda bir ağacın gölgesine yatıp da lüksünün görkemini sergiler? Hiç kimse kendi gözleri için pırıl pırıl parlamaz; çok az kişi hatta yakınları olsa bile. Herkes kusurlarının gösterişini, bakan gözlerin kalabalığına göre ayarlar. Evet, öyledir;çılgınlığımızın nedeni; kışkırtıcı bir hayranı, bir suç ortağının olmasıdır..”Özellikleuzun bir alıntıyapmak istedim. Çünkü lüksün ve gösteriş merakının insanı nasıl kışkırttığını bu cümlelerin sahibinden daha kuvvetli ifade etmekten aciz olduğum ve de hiçbir cümlesinden sizi de mahrum etmemek adına feda etmeye kıyamadığımiçin.

Bugün dünyada fakirliğin sebep olduğu kusurlar elbette vardır; hırsızlık ya da zenginin malına dikilmiş gözlerin sebep olduğu şiddet gibi. Fakat lüksün ve aşırı refahın sebep olduğu kusurlar ile kıyaslandığında çok daha küçük bir orana sahip olduğu sonucuna çok rahat varabiliriz. Dünyadaki sermeyenin akış seyrinden bile bunu çıkarmak zor değildir. Şöyle ki,  fakirin kusuru daha aşikâr olduğu ve üzeri güçlü bir formasyonla örtülemediği için zenginlerin kusurlarından daha fazlaymış gibi algılanır. Oysa buda çok büyük bir yanılsamadır.

Üstelik gafletle gelen lüks ruhları bozguna uğratırken sadece kusurlara değil, gevşemelere de sebep olur. Zenginliğin ve refahın doruklarına çıktığını düşünen muhteris;artık bana hiçbir güç engel olamaz,yanılgısına o kadar gerçek bir duyguyla sarılır ki, artık ciddi bir öngörü miyopluğu yaşamaya başlar. Özellikle kapitalizmin bu denli vahşileştiği, siber dünyanın öngörümüzü bu denli aciz bıraktığı, post-covid19 olarak adlandırılan ve adeta bir kırılma çağına işaret eden; belirsizliklerin gittikçe belirginleştiği, madden az gelişmişliğin daha da geliştiği bir çağda, refahın zirvesini yaşayan bir muhteris için en emniyetsiz an, en emniyette olduğunu düşündüğü andır. Çünkü bütün savunma refleksleri zayıflamış ve bütün saldırılara açık hale gelmiştir.

“Su hep akmalı ama sele dönüşmemeli”

İnsan zorluklar içerisindeyken daha bilge, daha ihtiyatlı ve dikkatli oluyor aslında. Refah ise doğru olana karşı daha gevşek kılıyor ve neredeyse bütün doğruları dagetirdikleriyle birlikte alıp götürüyor. Şu azgın lüks düşkünlüğü;ince ayrıntılarla yazılmış ve rulosu sıkıca sarılmış en eski kaynaklardan, en yaldızlı ciltlerle kaplanmış kitaplara kadar hiç değişmeden gelen hakikatlerin adeta bir düşmanı olup çıkıveriyor.

Neredeyse hiçbir dönem yoktur ki İbn-i Haldun’u haksız çıkarsın. Her dönem ve her coğrafya kendi koşullarında “hadari-bedevi”döngüsünü mutlaka yaşatmış ve bu yaradılış yasasından kendini koruyamamıştır. Sayıca azken adeta şahlanan dava şuuru, samimiyet ve cesaret; ne yazık ki sayıyla birlikte imkanlar da arttıkça yerini korkuya, şuursuz bir ruh bozgununa ve sönmeye bırakıyor. Artık daha fazla gözün izlediği bir sahnede lüksün ve gösterişin ışıltıları arasında daha fazla kaybediyoruz asıl değerlerimizi.

Keşke zenginken fakir gibi yaşamayı ve her ikisinin de hakkını vermeyi başarabilse insanoğlu. O zaman her ikisinin de ne denli değerli birer imtihan olduğu anlaşılmış olurdu. Gevşetmeyen ve kusurlara boğmayan, paraya kul-köle olmayan bir zenginlik de, zengine kul-köle etmeyen fakirlik gibi değerlidir; yeter ki ikisi de yozlaşma eşiğini atlamasın. Her şeyin aşırısı muhakkak zararlıdır.Lakin olması gereken seviyede de mutlaka olmalıdır. Tıpkı şu güzel sözde olduğu gibi: “Su hep akmalı ama sele dönüşmemeli…”

-İsmail Öz