Sinemanın etkili anlatım yöntemleri ve kitlelere ulaşmasındaki kolaylığı, meramınızı ifade etme ya da küresel etki oluşturma noktasında eşsiz imkanlar sunuyor. En etkili kitle iletişim aracı olması hasebiyle sinema ürünleri de hızlı ve kalıcı kanaat oluşturmak ve halkların algısını yönlendirmek için kullanılıyor. Bunu en iyi yapan elbette Hollywood.
Ailenin ne olduğu ya da ne olması gerektiği hususunda küresel bir fikir belirlemek açısından da sinema üzerine düşen vazifeyi yerine getirdi, getiriyor. Postmodern dönemde ailenin yeniden tanımlanması, küresel sistemin aktörleri sayesinde çekirdek ailenin çatırdaması ve gençlerin aile mefhumundan uzaklaşması gibi hususlarda da sinemanın etkisi büyük. Son dönemde Netflix gibi dijital mecraların içeriklerinin de etkisiyle aile artık sığınılacak bir liman değil, özgürlük adına mümkün olduğu kadar uzak durulması gereken bir halka olarak addediliyor. Bu hususta mevcut vahim tabloya yarım asır önceden direniş gösteren ve filmleriyle hâlâ aile ve geleneğin önemini vurgulayan Japon yönetmen Yasujiro Ozu’dan ve eşsiz başyapıtı Tokyo Hikayesi’nden bahsetmek boynumuzun borcudur.
Sinema tarihinin en önemli yapıtlarından biri
1953 yapımı filmde, çocuklarını ziyaret etmek için Tokyo şehir merkezine bir ziyaret gerçekleştiren ihtiyar bir çiftin yaşadıkları anlatılıyor. Filmde çift, İkinci Dünya Savaşı sonrası modern Batılı çerçevede dönüşen Tokyo ve buna uyum sağlayan şehir sakinleriyle muhatap olur. Çocukları da bu kesimdendir. Yoğun iş temposu sebebiyle çocuklarının ilgisizliği ile karşılaşan ihtiyar çiftin tek yardımcısı, savaşta ölen çocuklarının dul karısı olur. Yaşadıkları hayal kırıklığına rağmen çocuklarını kırmadan taşraya dönen çift, daha sonra aldıkları acı bir haber ile aileyi yeniden toplar.
Batılılaşmanın gereklerinin Japonya gibi kadim geleneklere sahip toplumlarda nasıl bir çatırdamaya yol açtığını anlatan film ile Ozu; Batı özentisi şehir yapısının içinde, Batılıların önem verdiği en güncel sanat olan sinema ile adeta bir şiir yazar. Geleneklerine bağlılıkları ile nam salmış olan Japonların dahi modernleşme karşısındaki çaresizliğine işaret eden film, Ozu’nun sade anlatımı ve film dilindeki eşsiz nüanslarla sinema tarihinin en önemli yapıtları arasına girer.
Ozu’nun, sinemasını Japon kültürü ile harmanlaması noktasında benzersiz yöntemleri vardır. Örneğin filmlerinde kamera hep 90 cm yükseklikte konumlandırılmıştır. Çünkü Japon kültüründe minderin üzerinde oturan kişinin göz hizası da bu seviyededir. Mekân kullanımı da Japon kültürünü temsil eder. Geleneksel mimari ve kullanım tarzı her filminde başat aktördür. Sakin tarzı ve sade dili ile de bütünlüklü film tasarımını tamamlayan Ozu, bugünün sinemacılarına ve izleyicilerine de ciddi bir miras bırakmıştır.
Onlardan öğrenilecek çok şey var
Filmlerinin ilginç detaylarından biri de oyuncu Setsuko Hara’dır. Ozu sinemasının sade ve etkili dilinin taşıyıcısı isimlerinden olan Hara, Ozu hayatını kaybettikten sonra sinemayı bırakır. Ozu’nun filmleri dışında hiçbir filmde yer almamıştır. Çünkü aynı gaye ve hassasiyetle yol almışlardır.
Sinema üreticilerinin, yönetmenlerin, oyuncuların ve elbette izleyicilerin Ozu ve Hara’dan öğreneceği çok şey var. Aile nedir, aileye karşı girişilen gizli/açık savaşta savunma mekanizması olarak nasıl tavır alınmalı, sinema gibi Batılı ve güncel bir argüman bu karşı mücadelede nasıl kullanılmalı vb. sorular çerçevesinde en güzel cevapları bu isimlerden alıyoruz.
1963’te hayatını kaybeden Ozu, film dili ve ele aldığı meselelerle sinemanın en özgün isimleri arasındadır. Aile mefhumunun önemi temelinde sinemasını inşa eden Ozu, modern dayatmaların aile algısına karşı açtığı savaşta düşmeyen bir cephe olarak tarihteki yerini alır. Bugünkü aile kavramına ve sinemaya baktığımızda Ozu’dan öğrenecek çok şeyimiz var.
– Abdulhamit Güler