Lider; baş, önder, zekâ ve kabiliyeti ile toplumları idare eden, takım kuran kişidir. Mihrak; odak, merkez. Merkez şahsiyet, bir cephesiyle remz şahsiyet. Keyfiyet yükü ve donanımı ile bir ahlak abidesi, üstün oluşa yol açan fikir ve aksiyon kahramanı. Mihrak şahsiyet, “bağlı bulunduğu dünya görüşünün nirengi noktaları müstesna, hiçbir kalıp içinde donmayan, softalaşmayan, demokrasi yobazlığına veya vicdanları süngüleme vahşetine düşmeyen insan.” (Necip Fazıl Kısakürek, Rapor 8)
Başsız ne yurt, ne yuva, ne hareket, ne de hayat mümkün. İki kişiden birini diğerine lider seçtiren bir inancın gölgesinde lidersiz hiçbir şey olucu ve erdirici değil. Lider, toplayıcı bir role sahip ve onun olduğu yerde başıboşluğa yer yok. Her şey muhteşem bir disiplin ve nizama sahip. En başta kendisi “kendini aşma” kabiliyetini gerçekleştirmiş olarak buna memur ve mecbur. Ardından bir tespihin taneleri gibi nizami hal ile “Baş/İmame”ye tutturulmuş bir şekilde ulvi oluşa/sefere yürüyüş. Liderin varlığı bu manada hem hareketten hem kadrodan evvel.
Lider ve gaye
Hareketin olduğu her yerde gaye ve fikir birlikte vardır. Fikir inançtan süzülür ve sonra gayeleşir. Bilardo masasındaki topa vuran el, fikir; topa çizilen istikamet, gaye; topun yuvarlanarak hedefe ulaşması ise seferdir. Nihayeti ise zaferdir. Zafer Allah’tan ve itikat mevzuu. Hem lider hem kadro hem sefere çıkanlar zafere memur. Yoksa yola çıkış bir teselliden ibaret kalır.
Lider, bu manada çocukluktan itibaren ilimde, hikmette, aksiyonda üretken ve başarı odaklı bir mizaca sahiptir. Ruh hamuru mücerret olan lider, müşahhas olanı kuşatıcı bir gelecek tasavvuru içerisinde tüm yaşamı boyunca pişer. Gayesi uğruna dünya hengâmesinde yoğrulurken kılıcını keskinleştirmekten uzak durmaz. O, Selahaddin Eyyubi gibi göğsünde Kudüs büyütür, Fatih Sultan Mehmet gibi İstanbul’u gençliğinin nişanesi yapar. Şehit namzedidir lakin “ölmeden ölünüz” sırrınca “yaşayan şehit” olarak ömür sürer.
Müslüman bir lider için gaye, pazarlıksız Allah ve Resulü davasıdır. O, davası noktasında tavizsiz, nefsine mahsus alanda ise mütevazıdır. Fakat ne adaletten ne de hakikatten yana zayıflık anlamına gelecek bir tevazu göstermez. Başı gayeleştirdiği davaya herkesten önce eğilir. İslam’ın müsaade ettiğini yasaklamadığı gibi müsaade etmediğini de serbest bırakmaz. Müminlere müşfik, kâfirlere ise şedittir. İşleri geleceğe erteleyen ve birtakım “cek-cak”larla iş yapmamanın mazeretlerini oluşturan zihniyete şiddetle karşıdır ve o “hemen değilse ne zaman” şuuru ile hareket eder ve “şimdi”nin hakkını verme gayretine girer.
Lider ve kadro
Hiçbir lider kadrosuz düşünülemez. Lider güneşse, kadro yıldızlardır. Yıldızlar, bütün evreni saran bir akis kümesidir; lider de zuhur eden ışığın yansıtıcısı, bir nevi fikrin tatbik edicileridir. Lider, kendi kadrosunu en iyi gözleyen ve gözetendir. Etrafında dalkavukluğa, aceleciliğe, kurusıkı pohpoha ve budala hayrancılığa müsaade etmez. Bu mizaca sahip şahsiyetleri de kadro olarak yanında barındırmaz. Hem lider hem kadrosu, her biri ayrı istidada sahip olmak üzere sadakat ve haya kaynağı, adalet ve merhamet timsali, cesaret ve gözü karalık örneğidir. Ehli ile istişare ve kadrosuna karşı gösterdiği saygı ve güven liderin en zarif tavrıdır.
Kadro, aynı zamanda toplumun içinden seçilmiş üstün şahsiyetler zümresidir. Kadroda zuhur eden bir hastalık bütün kitleyi sarmakla kalmaz, lidere ve gayeye zarar verir. Kadro, liderin samimiyeti gölgesine sığınan değil, lidere samimiyetleri ile güç katan fikir ve aksiyon erleridir. İslâmî bir dünya görüşüne sahip kitleler için kadro, bütün sınıfları içine alan mücerret fikir ıstırabı ve bunun idraki ile kavrulan topluluktur. Bu çerçevede kadro, liderin etrafında bir topluluk hakikati belirtir; örgütlü, seviyeli, sadık, üstün fikir ve ahlâk sahibi yıldızlar olarak.
Lider ve teşkilat
Teşkilat, liderin kurmay kadrosunun membaıdır. Hem fikir hem kol gücüdür. Teşkilat olmadan hiçbir nizam kurulamaz, müesses nizam devam ettirilemez. Bir teşkilata ruh veren, inanç ve fikir; onu diri ve hareketli tutan şey ise disiplindir. Disipline olmamış fakat birtakım parti yahut dernekler olabilmiş gruplar, örgütlü görünebilir ama asla bir teşkilat olarak görülemezler. Disiplinsizlik, başıboşluk ve zaman kaybı demektir. Bu sebeple disiplin bir teşkilatın başat mevzuudur ve disipline olmamış hiç kimse teşkilatta barındırılmaz. Bu hal, aynı zamanda kıskançlık, haset ve ademe mahkum etme gibi marazları da teşkilattan uzak tutar.
Teşkilat yahut teşkilatlar, her kişinin branş, mizaç ve istidatlarına göre örgütlendiği yerdir. Lider ve etrafındaki kadro, bu teşkilatlar bünyesinde yetişen, fikir ve tecrübeleri ile kendilerini kanıtlamış, edep ve haya mümessili kimselerden seçilir. Bir yönüyle teşkilatlar, kitleler ile gerçekleştirilmek istenen gaye/inanç/ideoloji arasındaki köprüdür. Bir teşkilat oluşturan fertler, gönüllü olarak zihin ve kol gücünü liderin emrine verir. Her teşkilat liderin bir nevi aynası hükmünde, ondan payla aşk, vecd ve heyecanını yeniler, günceller. O, hem fikir ordusu hem zikir ordusu hem kılıç ordusudur. Teşkilat ile lider arasında bir bedeni oluşturan beyin ile diğer uzuvlar arasındaki ilişkiye benzer bir bağ vardır. Ve bu bağ çözüldü mü ne teşkilat ne de beyin bir işe yaramaz.
Lider ve zıddı
Yeryüzünde her şeyin sahtesi vardır, liderin de. Ona “meccani lider” denir. Taklitçi ve günü kurtarmacı tavrı onu hemen ele verir. Büyük zuhurların ve gerçek oluşların önündeki en büyük engel, bu meccani liderlerdir. Bunlar, ya hiç anlamadıkları veya hiç çalışmadıkları şeye olayların akışında birden nail olurlar ya da düşman kuvvetler tarafından sömürülmek veya yenilmek istenen toplulukların içine propaganda usulü ile şişirilerek sokulurlar. Günümüzde bunun sayısız misali vardır. Bunlar, dillerinden yarına dair umut pompalamaktan başka bir iş yapmayan ve fazilet iddiasına kalkan lüpçülerdir. Oysa aslolan, bir şeyi yerinde ve zamanında yapmak yani gereken yerde gerekeni yapmaktır.
Meccani lider, aslında “Lider kim değildir?” sorusunun en güzel cevabıdır. Nitekim meccani lider, davayı batırırken nefsine toz kondurmaz, balmumu adamlardan kendisine kadro teşkil eder, sanat ve estetikle alakalı mevzulara ham yobaz ve kaba softa tarzı ile yaklaşır. Fikir üretmez, yeniliğe kapalıdır ve eskiyi tekerleme gibi tekrar eder. Olamayış sırrını kendinde aramak yerine “Milletin nasibi yok”, “bu milletten bir şey olmaz!” minvalinde dışarıda arar. Yayın organlarının sürekli kendinden bahsetmesini bekler ve bunu “dava için gerekli propaganda unsuru” olarak çevresine yutturur. Cesaretten pay sahibi olmadığı gibi gözü karalık gibi vasıflardan da uzaktır. Sünepeliği tevazu diye satar. Korkak ve ürkek bir siyaset izler. Bunun adına da tedbir der.
– Ercan Çifci