İsrail, kurulduğundan bu yana Müslüman kanı üzerinde yükselen bir terör, zulüm ve soykırım devleti oldu. Filistin, vahşet ve barbarlıkta sınır tanımayan Siyonist İsrail yüzünden bir kan gölü ülkesine dönmüş durumdadır. Bugün de kana boğmaya ve milyonlarca hayatı karartmaya hala devam ediyor.
İsrail barbarlığının arka planındaki sebeplerden biri de, 4 Temmuz 1187’deki Hıttin Savaşı’nda, Selahaddin Eyyubi’nin Haçlılara karşı zaferidir. Haçlıların, Selahaddin’in ordusu karşısında uğradıkları hezimete benzer bir hezimetle karşılaşmak, siyonistlerin en büyük korkusudur. Haçlıların kötü akıbeti, Yahudilerin tarih boyunca kulaklarına küpe olmuş ve onlar gibi yok edilmek kabusuyla kendilerini daima bıçak sırtında hissetmişlerdir. Bu kabus, potansiyel olarak her İsrail’linin bilinçaltında mevcuttur.
Korkunun tarihi temelleri
Haçlı Seferi sırasında büyük bir orduyla batıdan gelerek 1099’da Kudüs’ü işgal eden Haçlılar, bünye tarafından kabul edilmeyen bir organ gibi Hıttin bozgunuyla Kudüs’den atılmışlardı. Bu o devrin tarihi şartlarında kimsenin beklemediği, hatta hayal bile edemediği bir neticeydi. İmadeddin’in ifadesiyle Haçlılar, doğu sahillerine geldiklerinden beri Müslümanlar böyle bir zafer kazanmamışlardı.
Selahaddin Eyyubi, 10 günlük kuşatmanın ardından 2 Ekim 1187 cuma günü Miraç kandilinde Kudüs’ü ikinci kez fethetti. İlki Hz. Ömer zamanında, 636’daki Yermuk Zaferi sonrasında 637’de olmuştu. Kutsal şehirde 88 yıl aradan sonra ezan tekrar okundu. Kubbetü’s-Sahra’nın üzerindeki haç söküldü, yerine hilal kondu. Sultan Selahaddin, cuma namazını 9 Ekim’de muhteşem bir cemaatle Mescid-i Aksa’da kıldı.
Müslümanların Kudüs’ü fethetmesi Haçlı aleminde büyük yankı ve kedere yol açtı. Papa’nın çağrısıyla Avrupalı devletler, önceki Haçlı Seferlerinden daha kuvvetli bir ordu tertiplediler. Tarihe III. Haçlı Seferi (1189-1192) olarak geçen bu seferde de Selahaddin Eyyubi, Haçlılara büyük bir ders daha verdi. Kudüs ve Filistin’deki İslam varlığına son verilemeyeceğini yeniden ispatladı.
48-67 Savaşları ve depreşen korku
İsrail’in kurulmasına zemin hazırlayan 1948 Savaşı, Araplar için büyük bir yenilgi, İsrail içinse büyük bir zafer olmuştu. Ancak her iki taraf da bu durumun geçici olduğunu ve ilerde değişebileceğini biliyordu. Çünkü Haçlılar da asırlar önce gösterişli bir zaferle Filistin’i ele geçirmiş, sonra beklemedikleri bir anda çekip gitmek zorunda kalmışlardı. İsrail’in, Haçlıların bile başaramadığı bir işe soyunduğunun herkes farkındaydı.
Araplar ise, bu “yeni Haçlılara” karşı kendilerini birleştirecek ve zafere ulaştıracak yeni bir Selahaddin beklemeye başlamışlardır. O günden beri Arapların beklediği gibi bir Selahaddin henüz çıkmadı. Bu yüzden, İsrail’in yeni bir Hıttin yaşamaktan dolayı duyduğu endişe ya da korku hep canlı kalmaya devam etmektedir. Bundan dolayı 1948 sonrasında Ortadoğu, büyük ölçüde Hıttin korkusu çerçevesinde şekillenmişti. 1967’deki askeri başarı dahi İsrail’deki Hıttin korkusunu yok etmeye yetmeyecekti.
İsrail, Ortadoğu’da İslam denizinin ortasındaki terör adası konumundadır. Varlığının devamı, bu bünyenin olabildiğince zayıf ve etkisiz kalmasına bağlıdır. İçine girdiği ve çok ciddi biçimde yaraladığı İslam bünyesi de bunun farkındadır. Bu bünye, hiç bir zaman İsrail’i kabul etmeyecek ve onu dışarı atmak için fırsat kollayıp var gücüyle cihat edecektir.
Korkuyu yenmek için üretilen stratejiler
Bu amaçla, İsrail’i kuran David Ben-Gurion ve kurmayları, 1950’li yıllarda kapsamlı bir “beka stratejisi” geliştirdiler. Strateji, Ortadoğu ülkelerinin İsrail’e karşı birleşik bir cephe oluşturamaması esasına dayanıyordu. Ortadoğu bir sömürge bölgesi olarak kalmalıydı. Müslüman Arap denizinin ötesine uzanmalı, bu denizin çevresindeki ülkelerle ittifak imkanları aranmalıydı. Müslüman ülkelerindeki iç karışıklıklar, iktidar mücadeleleri körüklenmeli, iç savaşlar çıkartılmalı ve ülkeler parçalanmalıydı.
Ortadoğu’nun İsrail açısından güvenli hale getirilebilmesi için bazı bölgelerin İsrail tarafından işgal edilmesi, bazı bölgelerin de İngiltere ve ABD gibi Batılı güçler tarafından yeniden sömürgeleştirilmesi gerekiyordu. İsrail Başbakanı Ben-Gurion, Ekim 1956’da Fransa ile yapılan Sevr Konferansı’nda Orta Doğu için şu sözde çözüm ve yerleşim planını önermişti:
“Ürdün’ün var olma hakkı yoktur ve bölünmelidir. Ürdün Irmağı’nın doğu yakası Irak’a katılacaktır ve Arap mültecileri buraya yerleşecektir. Batı Şeria, özerk bir bölge olarak İsrail’e verilecektir. Lübnan, Hristiyan bölümünün dengesini bozan Müslüman bölgelerden kurtarılacaktır. Irak, Doğu Şeria ve güney Arap Yarımadası İngilizlerin olacaktır. Süveyş Kanalı milletlerarası olacak ve Kızıldeniz boğazları İsrail kontrolü altına alınacaktır.”
Müslümanları tehdit eden plan
İsrail Dışişlerinin eski görevlilerinden Oded Yinon’un, 1982 yılında Dünya Siyonist Örgütü’ne bağlı Enformasyon Dairesi’nin yayın organı olan Kivunim’a yazdığı “1980’lerde İsrail İçin Strateji” başlıklı rapor, Yahudi Devleti’nin Ortadoğu’da hangi uzun vadeli stratejiyi planladığını deşifre eden önemli belgelerden biridir. Raporda, Ortadoğu’nun parçalanarak İsrail’e yeni nefes alma ve hayat bulma sahaları açılmasının öngörüldüğü ve bölgenin bu strateji çerçevesinde yeniden dizayn edilip güvenli hale getirileceği ifade edilmiştir. Rapor özetle şöyledir:
Oded Yinon, raporunda Ortadoğu’daki her bir Arap ülkesinin İsrail tarafından nasıl parçalanabileceği hakkında fikirler yürütmüştür. Irak’ın; kuzeyde bir Kürt Devleti, ortada bir Sünni Arap devleti, güneyde ise bir Şii Arap devleti olmak üzere üçe bölünmesinin mümkün olduğunu yazmıştır. Suriye için öngördüğü senaryo ise şudur: Suriye, etnik yapısına uygun olarak Lübnan’da olduğu gibi çeşitli devletlere ayrılacaktır. Kıyıda bir Şii Alevi devleti, Halep bölgesinde bir Sünni devleti, Şam’da buna düşman bir başka Sünni devleti ve Havran, kuzey Ürdün ve belki Golan’da bir Dürzi devleti. Böyle bir parçalanma ve yeniden yapılanma uzun vadede İsrail’in barış ve güvenliğinin garantisi olacaktır. Yinon, şunu da eklemeyi ihmal etmemiştir: “Bu hedef, bugün erişebileceğimiz kadar yakındır.”
Arap Baharı süreci ve Kissinger’in öngörüsü
Dikkat edilirse bu plan, “Arap Baharı” adı verilen süreçten başlayarak İslam coğrafyasında uygulanmak istenmektedir. Bunun önündeki en büyük engel ve bertaraf edilmesi gereken tehlikeler ise; Suriye, Irak, İran ve Türkiye’den kaynaklanmaktadır. İşin ilginç yanı, Oded Yinon’un raporunda öngördüğü planlar ve hedeflerle, ABD’nin esrarengiz dışişleri bakanlarından Yahudi asıllı Henry Kissinger’in, Daily Squib adlı gazeteye 27 Kasım 2011 tarihinde verdiği röportajda dile getirdiği şu öngörüsünün garip bir şekilde örtüşmesidir:
“Arap Baharı ve BOP doğrultusunda yakın gelecekte o kadar acımasız bir savaş olacak ki, bu savaştan yalnızca ABD gibi güçlü bir devlet galip çıkabilir. Kıyamet savaşı olacak; İran’ın işgaliyle Ortadoğu’da dengeler tamamen değişecek ve askerî kaynakların temini için 7 ülke işgal edilip Büyük İsrail Devleti kurulacak. Bu 7 ülkeden 1’i de kesinlikle Türkiye olacaktır.”
Büyük İslam denizi ve bitmeyen korku
İsrail bugüne değin ABD, AB ve diğer Batı ülkelerinin desteği sayesinde kendisine yönelik tehditleri bir şekilde savuşturdu. Lakin uzun vadede bunun yetmeyeceğinin de farkında. Amerika’nın baskıları sonucunda gerçekleşen barış süreci gibi yapay düzenlemelerin kendisini asla kurtaramayacağını, sadece zaman kazanmaya yarayacağını da gayet iyi bilmektedir. İçinde yaşadığı İslam denizinin bir gün güçlenmesi ve birleşmesi, İsrail’i kuşatıp yutması ve nihayet yok etmesi muhtemel ve mukadderdir. Sahip olduğu nükleer güç, Hıttin korkusunu yenmek için elindeki son kozu ve tek şansıdır. Bu nedenle, İsrail’in malum Hıttin korkusunu asla aşamayacağı ve yenemeyeceği muhakkaktır.
– İsmail Çolak