Toplumda uzun zamandan beri bir yenilenme arzusu görüyoruz. Yolu bozanlara uymayalım. Yol açan fikirlere ihtiyacımız var, yolunu ve yönünü bilmeyen yol açamaz. Yenilenme arzusunu başkalaşma gibi görerek dine ve maneviyata mesafeli kurumlar kurmaya başladık. Eskiyle yeni, dün ile bugün, gelenekle modern olanın değişiminden ve dönüşümünden doğan bunalımları anlamaya ve aşmaya gayret etmeliyiz.
Dönüşüm zamanla gerçekleşir ve sancılı olur. Değerlerimizi koruyarak yenilenmeliyiz. Fakat biz başkalarını taklit ederek yenileşme peşinde yürüyoruz. İmajlara sığındığımız bir dünyadayız. Kelimelerle değil emojilerle konuşuyoruz. Sözün değeri düştü, imaj yükseldi. Sözü yüceltmek gerekiyor. Kaynaklarımızdan beslenen bir yol haritası belirleyelim, birbirimize güvenerek ilerleyelim.
Dünya bir dönüşüm bekliyor. Sahip olmak istediklerimizi hızlı ve kolayca elde etmek istiyoruz. Büyükler gençlere sürekli bir yerlere veya bir şeylere geç kalmış gözüyle bakıyor. Birlikte yaşamanın hazzını kaybettik, çocuklarımız ve gençlerimiz kendi akranları arasında daima en önde olsun, her yarışta birinci olsun, her sınavda herkesi geride bıraksınlar istiyoruz.
“Kalk ve uyar!”
Yeni bir dünya kurmak için delikanlı; sözünün eri, dürüst namuslu yeni bir insana muhtacız. Hazret-i Ömer, “Delikanlısı olmayan toplumların sonu hüsran olur” demişti. Peygamberimiz böyle bir nesli yetiştirmek için Mekke’de 19 yaşındaki Erkam bin Eb’il Erkam’ın evini ibadet mekanı, eğitim merkezi, tebliğ ve davet üssü olarak kullanmıştı. İslam’a özel olarak davet edeceği kişileri o evde ağırladı; çağrısını titiz ve hassas şekilde orada gerçekleştirdi, öncü şahsiyetleri orada yetiştirdi.
Oraya gelenler; önce kendi benliğini tanıdı, Rabbini bilmeyi, güzel ahlakı, sahih inanç, doğru düşünce ve gönül eğitimine önem verdiler, iradeleri eğitildi. “Kalk ve uyar!” emriyle ayağa kalkıp emrin gereğini yerine getirdiler. Fatiha Suresiyle; teslimiyet, hamd, dua ve istikamet şuuru öğretildi. Böylece rahmet ve merhamet nuruyla gönüllerindeki kilitler açılmış oldu.
İnsan ile kainat arasında kopmuş olan bağları yeniden kurmalıyız. Allah kainatı yaratmış ve uymamız gereken kuralları bize bildirmiştir. Tüm varlıklar O’nun kanunlarına uyar, sadece aklına ve hevasına uygun yollar bulmakta mahir olan insan itiraz ediyor. Teslimiyet yoluna girmeli, ibadet şuuruyla yaşamalı ve nefis tezkiyesini esas alınan bir yaklaşım geliştirmeliyiz. Bozulan neyse onu düzeltmeli, hastalıklarımızı tedavi etmeliyiz. Anadolu evliyaları; Kuran’la insanlar arasında, devletle toplum arasında sağlam bağlar kurmak suretiyle bir merhamet medeniyeti inşa etmişlerdi.
Meziyetleri artırmak gerek
Gençler; şahsiyetli olalım, niyetlerimizin saflığını koruyalım, işlerimizi gönülle yapalım, yeteneklerimizi geliştirelim, meziyetlerimizi artıralım. Şahsiyetli insan, sorumluluk şuuruyla yaşar, hayatına kurallarla yön verir, karakterli olur. Üretkenlik birçok meziyetin oluşmasına yardımcı olur; meziyetlerimiz bizi daha fazla üretmeye, daha az tüketmeye yönlendirir. Eskiler, “İçtenlikle nezaket birleşince zarafet, yetenekle çaba birleşince marifet meydana gelir” der.
Gençliğe dindarlık öğretilmeli ama ondan önce ahlakı öğretmeliyiz. Ahlak; fıtrata dönmek, duyarlı olmak, emanetleri korumak, sözünde durmak, esiri, yetimi ve miskini doyurmakla başlar. Doğru anlayışa, düzgün bir yaklaşıma sahip olalım.
Gençler yıkımın ve inşanın kilit taşıdır. İnsan çaresiz kaldığı zaman daha fazla anlaşılmak ister. Sanal cemaatler ortalığı toz duman etmiş vaziyette. Yalnızlık ve boşluk gibi hastalıklar yayılıyor. Yalnızlık kötü hislere kurban olmaktan, belki hissizlikten doğuyor. Kararsızlık ve duyguları doğru yönetememek, zayıflık ve boşluk doğuruyor. Bir şeylere mecbur kalmak yalnızlığı katlanılamaz hale getiriyor. Gençler arasında kendi başına, yalnız yaşama isteği arttı, “yalnız” yaşamak istiyor, evden ve toplumdan kaçıyorlar. Bu durum İslam’ın cemaat vurgusuyla çelişiyor.
Hayatı sanal gerçekliğe kurban etmeyelim
Gençlikte akıldan ziyade hislerle ve duygularla hareket edilir. Hormonal olarak hızlı gelişen gençler; eylem olarak ve duygusal yönlerden içe kapandı, kainattan koptular. Heyecan ve zevkler, geçici mutluluğu ebedî saadete tercih etmeye sebep olabilir, dikkat etmek lazım. Bazı gençler sabırsız, az emek vererek kolay kazanma ve hızlı tüketme peşindeler.
Okumayı değil yazmayı, düşünmeden hüküm vermeyi, aramayı değil bulmayı, koşmayı değil yürümeyi önemli görüyorlar. Hayat sanal gerçekliğe kurban edilmek üzere, teknoloji bizi kalbimizden ve bedenimizden uzaklaştırmaya başladı.
Sağlıklı nesiller yetiştirelim ve onlara tahrip edilmemiş bir dünya bırakalım. Onlarla bağı koparmamak için yeni yollar deneyelim, onlarla konuşalım, onları dinlemeye ve anlamaya çalışalım. Bazı gençler “Ne iş olsa yaparım” diyor. Bazıları da herhangi bir işyerinde ücretli çalışmayı eksiklik ve eziklik olarak görmeye başladı. 4 yıl süren akademik eğitim sonucu alınan diploma veya kişisel gelişim kurslarında öğrendikleri bazı bilgi kırıntılarıyla benlikleri şaha kalktı, bu durum onlarda adeta bir özgüven patlaması yaşattı. Sonuç, emeğin, alın terinin kıymeti unutuldu. Masa başında ve çok kazanacakları işlere girerek daha az emekle, ilişki ağlarıyla hızla yükselme istekleri arttı…
Gençlere içlerindeki coşkuyu hikmetle yöneterek anlayışlı ve basiretli davranma yollarını göstermeliyiz. Tecrübeleri az olduğu için insanlara çabuk güvenip bağlanıyorlar. Aldatıldıklarını anlayınca nefrette aşırıya kaçabiliyorlar. Acelecilik, bağımlılık, sabırsızlık ve gelecek kaygısı gibi problemleri var. Üretkenliklerini azaltarak onları köleleştirmek isteyenler var. Özgün fikir üretemiyorlar, şahsiyetleri zedelendi, iradeleri eridi, olgun ve sağduyu sahibi insanlar olarak yaşama imkânları azaldı.
Bazı gençlik problemleri
Duyarsızlık: İçlerinde bir kötülüğü engellemek yerine onu kameraya alıp paylaşmayı marifet bilen, yanında acı çeken birini görse bile ona karşı ilgisiz ve yabancı gözlerle bakabilenler var. Bazıları kötülüğe şahit olunca: “Bana bu halden bir sorumluluk düşebilir.” diye endişe edebiliyor. Oysa acı insanı harekete geçirmeli, acıyı görmezden gelmek endişelendirmeli, ona sorumluluk yüklemeli.
Bencillik: Her şey kendi etraflarında dönsün isteyenler var. Bunu köpürten şeylerden birisi, çocuk yetiştirme tarzımızda var olan “sen biriciksin, bir tanesin” telkinleridir. Almaya alışmışlar, vermeyi bilmiyorlar. En önemlisi de çocuklarımıza Kuran’la Resulullah ile ve kainatın yaratıcısı olan Allah ile doğru ilişki kurmayı öğretemiyoruz.
Amaçsızlık: Bazıları yolu kaybediyor, neleri ve neden yapması gerektiği hususunda boşluğa düşüyorlar. Boşluğu kötü amaçlar dolduruyor, içinden çıkılmaz hâle getiriyor. Amaçsızlık huzursuzluğu çoğaltıyor, radikal örgütler, müzik grupları ve dijital akımlar yoluyla gençleri ele geçiriyor. Onlara kendilerine göre “sahte kutsallar” zerk ederek ailelerinden, ülkelerinden ve inançlarından koparıyor, teröre kurban ve bağımlı hale getiriyorlar.
Yabancılaşma: İnsanın kendisini inkâr etmesi, kendisiyle, ailesiyle ve kültürüyle temasının kopmasına denir. Böyle olunca, kimlik kaybı, ahlakı hor, hakir ve gereksiz görme, kişilik bölünmesi, güçsüzlük, inançları ve değerleri kaybetme, kuralsız ve duyarsız davranma gibi sorunlar oluşuyor. Bunlar gençlerde şahsiyet zedelenmesine veya kişilik bölünmesine sebep oluyor.
Robotlaşma: Eskiden insanlar köleleşmekten korkardı. Bunun yerini robotlaşma aldı. Köle, bir gün özgür olma imkânına sahiptir; robotlar ise sahiplerinin iradesine bağlı yaşamak zorundadır. Eric Fromm, “Köle özgürlüğünü kaybeder. Robot ise insanlığını…” demişti.
Öze dönüş; köke dönüş
Çare; köklerimize dönelim. Bazı gençler aile büyüklerini ve atalarını tanımıyor, dedelerinin nasıl yaşadığından habersiz büyüyorlar. Gelenek yok olmuş, aile yitirilmiş, kültür unutulmuş durumda. Bunları yazdıktan sonra sadece gençlere değil hepimize bir çağrı yaparak bitirelim:
Sadaka verelim, bir fidan dikelim, yabancı dil öğrenelim, birine Kuran öğretelim, bir davamız ve idealimiz olsun, bir kitap yazmaya gayret edelim, bir yoksulu giydirelim ve doyuralım, bize fayda sağlayacak bir insan tanıyalım. Bir çiçeğin açışını izleyelim, dalından meyve toplayalım, bir kuzunun doğumuna şahitlik edelim.
Sıradan ve sürüden olmayalım!
– Selim Cerrah