Yine gördüm onu. Sokak lambasının arkasından bana bakıyordu. Gözleri yaşlıydı. Uzun zamandır çıkmıyordu karşıma. Merak ettim yine neden geldiğini, neden böyle baktığını. Yaklaşsam kaçardı biliyordum. Bu yüzden sadece uzaktan baktım. O da yanıma gelmedi. Daha fazla beklemenin manasız olduğunu düşündüm. Yokuş aşağı inmeye başladım. Kaçmadı bu sefer. Biraz daha ilerledim ona doğru. Saklandığı yerden çıktı.
Yine kaçacak sandım, kaçmadı. Nesi vardı onun? Biraz daha yaklaştım. Sokak lambasının ışığı yüzünü aydınlatıyordu. Saçının perçemleri alnına dökülmüştü. Gözleri buğulanmıştı, gözbebeklerini seçemedim. Ağlamaktan gözleri şişmiş, burnu kızarmıştı. Biraz daha yaklaştım. O da bir adım attı bana doğru. Anladım bana ihtiyacı vardı. Bir kaç adım daha attım. Yanına kadar gelmiştim. Çömeldim. Gözlerim onun gözlerinin hizasındaydı artık. Bir anda boynuma sarıldı. Sımsıkı sarılmıştı. Ben de sarıldım ona. Benim de ona ihtiyacım vardı belki de.
Minik vücudu titriyordu ve hıçkırmaya başladı. Gözlerinden boşanan yaşlar omzumu ıslatıyordu. “Ne oldu küçüğüm?” diye soramadım. Sorsam da anlatmazdı. Hiçbir şey anlatmazdı bana. Ben de sormazdım. Hatta son bir kaç aydır yanıma dahi gelmemişti. Ne kadar öyle kaldık bilmiyorum. En son bıraktı kollarını ve geriye doğru bir adım attı. Ardından ellerinin tersiyle gözlerini sildi ve gülümsedi. Buruk bir gülümsemeydi. Gamzeleri -yanaklarında oluşan minik iki çukur- bile belirmemişti.
Çok az görmüştüm gamzelerini. Çok nadir gülerdi. Ellerime bir fotoğraf tutuşturdu. Sonra arkasını döndü. Karanlığa doğru yürümeye başladı. Bir an geri döner mi, diye düşündüm. Geri döner mi, diye bekledim. Dönmedi, karanlıkta kayboldu. Arkasından gitmedim. Gitsem de bulamazdım. Daha önce bulamamıştım. Ben de arkamı döndüm. İndiğim yokuşu geri çıktım. Köşeyi dönerken elime tutuşturduğu fotoğrafı hatırladım. Fotoğrafta küçüktü ve gülüyordu. Gamzeleri alabildiğine belirgindi. Yanında ailesi vardı. Onlar da gülüyordu.
Mutlu bir aile fotoğrafıydı ama üzerine kan sıçramıştı. Üzerine savaş sıçramıştı. O an anladım ki ailesinin yanına gidiyordu. Bizden çok uzağa gidiyordu. Bu fotoğraf onun sessiz çığlığıydı. Onun son çığlığıydı. Fotoğrafı sıkıca kavradım ve yürümeye başladım. Gece sabaha dönüyordu. Sokak lambaları yavaş yavaş sönüyordu. Yürümeye devam ettim. Ben yürüdükçe gün doğdu ve ben bir söz verdim. Küçük kıza bir söz verdim. Onun sessiz çığlığını insanlara duyurmaya söz verdim.
– Elif Şeyma Taşçı