Bu yıl 12. düzenlenen Uluslararası Dergicilik Günleri Sirkeci Tren Garı’nda konuklarını ağırladı. Beş gün süren fuara hava şartlarının iyi olmamasına karşın orta-iyi seviyede bir katılım sağlandı. Yeni dergiler, yeni yollar, kıymetli konuk ve yazar söyleşileriyle fuar pandemi sonrasında unutulan bu tarz sıcak ortaların hatırlanmasına vesile oldu. Meslektaşlarımız ve/veya okuyucularımızla bir araya gelmek hepimizin yüzünü güldürdü.
Zorlu pandemi döneminde kimi dergiler kapandı. Kimi dergiler kapanmanın eşiğine gelirken fuarın verdiği manevi enerjiyle yeniden harekete geçip toparlanacaklarını ümit ediyoruz. Her dergi emeğini/sanatını sunmanın verdiği gururla stantlarda yerlerini alarak dergilerini okuyucuyla buluşturmanın mutluluğunu yaşadı.
Öte taraftan pandemi döneminde doğup yayına başlayan dergilerin de ilk fuarıydı bu. Komşu standımız Mukadderat dergi bunlardan biriydi mesela. Bir tarafta heyecan ve enerjileriyle fuara hareket kazandıran gençlerin, çiçeği burnunda fanzinlerini tanıtmak için verdiği iştiyak ve etraflarında oluşturdukları kalabalık, bir yandan da daha az uğrak yeri olan, spesifik bir kitleye hitap eden, sessiz ve ama bir o kadar güven veren stantlarla fuar bir döngüyü hatırlatıyor. Burada dergiciliğin tüm aşamalarını, renklerini, pencerelerini görebiliyorsunuz.
Vefa fuarı
Gelenekleşen bu fuarın, kurucusu, koordinatörü, ağabeyi Asım Gültekin’e ithaf edilmesi de güzel bir farkındalık oluşturdu. Dünya dergilerinde yer alan Asım Gültekin karikatürleri sergisi fuarın renkli alanlarından biriydi. Açılış merasiminde Muharrem Balcı “Düğün davetiyesini bile dergi şeklinde yaptırmıştı” diyerek merhumun bu işe ne kadar gönül verdiğini anlatmıştı. İrfan ehli “Maksat sahibi deli gibidir” ve “Bir işin delisi olmadıkça, o işin velisi olunmaz” derler. Asım Gültekin’in de böyle olduğunun onlarca, yüzlerce şahidi fuardaydı.
Onun hâsıl etmek istediği maksat bu fuarda bence yerine geldi/geliyor. Kültür iktidarından bahsediyoruz ya hani. Bu fuar, kültürel manada iktidarın sağlandığı en canlı, en güçlü çalışmalarda biri. Tiyatro, sinema, resim gibi kültür sanat alanlarında bir zayıflıktan söz ediyoruz. Ama bütün bu kültür sanat alanlarının mutfağı olan dergiciliğe önem vermiyoruz. Asım Gültekin ve arkadaşlarının sağlamaya çalıştığı şey de buydu. Sadece bir sahada kültürel faaliyet yürütmek yerine, kültür sanatın bütün alanlarına nüfuz edecek, besleyecek bir faaliyeti öne çıkarmak…
Derginin ruhu
Dergi fuarının kitap fuarlarından ayrılan bariz hususiyetleri vardır. Her bir dergiyi ayrı bir mutfağa, her sayı yemeğe benzetebiliriz. Kimi dergiler profesyonel lokanta kimileri de seyyar sokak lezzeti gibidir. Tabi işin güzel ve yemekten farklı yanı bir günde en fazla 3-4 yerde yemek yiyebilirken, dergi fuarında zihninizin alabildiği kadar fikri, edebi, ilmi bir ziyafet çekersiniz.
Her dergi durağı farklı bir amaç, üslup, tasarım barındırıyor. Tüm yaşlara ve farklı kesimlere hitap eden çeşitliliğiyle kimsenin eli boş çıkamayacağı, her istasyonda bir adım büyüdüğünüz kıymetli bir dehliz yolcuğu gibi. Her duraktan bir iz taşıyabiliyorsunuz.
“Fuardaki her dergi çok başarılı” gibi bir cümle kuramayız belki. Fakat bu başarıyı nasıl tanımladığımızla alakalı. Oraya gelebilmek, ortaya koyulan eserin arkasında durup temsil etmeye çalışmak zaten belli bir başarının açık göstergesi. Zira isteyip de gelemeyen ve bunun eksikliğini hisseden pek çok dergi olduğuna eminim.
Dergicilerin bir kalebent gibi stantta duruşlarını müşahede etmek, heyecanlarını görmek o basılı metinlerden öte bir şeyleri hissetmektir. Zira her derginin bir ruhu vardır. Bir dergiciye “hikâyenizi anlatır mısınız?” diye sorduğunuz anda gözlerinin içi parlayarak anlattıkları, heyecan ve neşesini size yansıtması ya da ciddi bir eda ile hayat kavgasında yüklendikleri misyonu aktarması, işte o basılı metinlerin basit birer kâğıt parçası olmadığının açık alametleri…
Kitap fuarlarından farklı
Bir de stant önünde kısa fikri mütalaalar var. Burada kitap fuarlarında göremeyeceğiniz türden farklı diyaloglar olur. Kimi ziyaretçiler akademik, kimi aktüel, kimileri tamamen edebi saiklerle yorum yapar. Buna dergi ekibinin bazen tamamı cevap verebilir ve uzun, hoş muhabbetlerle karşılıklı beslenilir. Her bir metin bir mozaik taşıyken, bunların ahenkle birleştirilmeleriyle bir sanat eserine dönüşmesindeki yolculuk, manevi bağ ile ruha hitap eden incelik paha biçilemez. Bu da dergiciliğin çok boyutlu oluşunun göstergesidir.
Kitap fuarlarında böyle bir şey pek olmaz; çoğu kimse için alış veriş havasında geçer, yapılanlar bellidir. Yazarlarla buluşma olur, kitaplar imzalanır ve çoğu zaman diyaloğunuz 3-5 dakikayı geçmez. Çok okunan bir yazarsa arkada da epey bir sıra vardır. Ayrıca stanttakiler kitapların fikri/ilmi/edebi tafsilatına dergiciler kadar vakıf olamayabilir. Bütün bunlar eşyanın tabiatıyla alakalı. Kitabın hacmi belli, derginin belli.
Mukayesemiz biri iyi diğeri kötü manasında anlaşılmasın. Aslında bu -belki gereksiz- kıyasın temelinde kitap fuarları kadar dergi fuarlarına önem verilmemesi var. Dergicilik faaliyetleri en az kitap fuarları kadar kamu desteğini hak ediyor kanaatindeyim. Gönül ister ki yıl içinde bütün büyük şehirlerde dergi fuarları görsek…
Kitap ve dergi okurları ve yazarları aynı yolda ama farklı şeritlerde taşıyan iki vasıta gibi. Aralarında hız, güç, tasarım, ihtiyaç ve hedef farkı var. Dergideki farklı muhabbetin kaynağı ürün- satıcı -alıcı arasındaki sığ bir alışverişten öte bir fikri ve dostane bir ünsiyete dayanması diyebiliriz.
Netice olarak dergilerin oluşturduğu sıcak ortamıyla fuar, özlenen fikri ve manevi yoksunluklara iyi gelirken, yeni başlangıçlar için yol ve rehber edinilmesine yardımcı oldu. Tüm bunların ötesinde kollarınız sadece dergilerle dolu bir şekilde eve dönmektense yeni ve kıymetli insanlarla muhabbet etmenin, onları tanırken aslında temsil ettikleri dergilerini de tanımış olmanın doyumu ile günü tamamlamak ise ayrıca kıymetli bir mutluluktu. Bu mutluluk ve enerjinin özellikle eğitim hayatındaki gençlere aşılanması, geleceğin kültür, fikir ve sanat mimarlarının yetişmesine zemin oluşturması temennisiyle…
– Büşra Argüç