Aşk mefhumunun tabiri bugüne değin çok kez yapılmıştır. Bu duygu şahsa münhasır kalıptan kalıba girdirilerek tanımlanmıştır. Kişinin fıtratında olan bu hissiyatın muhatabı bazen yaratıcı olmuş bazen de bir beşer. Kimi Mecnun gibi “Sen onu bir de benim gözümde gör” diye tarif etmiş, kimi Hallac-ı Mansur gibi “En-el Hak!” diyerek benliğini yakıp varoluşunun pınarı haline getirmiştir. Kimine de Juliet gibi “Denizler gibi derin sana olan sevgim. Sana ne kadar verirsem, bende o kadar çoğalıyor bende kalan.” dedirtmiştir.
Yalın haliyle aşk; yaratıcının yeryüzündeki halifesi olan insanın kalp uzvunda, manası ebediyet olan el-Baki (c.c) esmasının cereyan ettiği duygudur. Aşk acısının yaşanmasına neden olan bam teli buradadır. Sonsuz sevebilme fıtratıyla yaratılan gönlün karşısına sınırlı olan beşer çıkınca; duygu engelle karşılaşmakta ve kişi acı çekmektedir. Kalbin harlı sevgisi ancak ezeli ve ebedi olanla muhatap olduğunda muhabbetin dorukları yaşanmaktadır. Varlığının başı ve sonu olmayan, aşk duygusunun ve tüm hissiyatların asıl sahibi, Rad Suresinde bize: “Bilesiniz ki gönüller ancak Allah’ı zikrederek huzura kavuşur.” rehberliğini sunmaktadır.
Beşeri cihetten baktığımız takdirde kişinin aile ortamı, psikolojik ihtiyaçları, kültürel çevresi aşkı yaşama biçimini tayin eder. Araştırmalara göre sevgiye ihtiyacı olan, yalnız olduğunu hisseden kişi; duygusal açlık çekmekte ve diğer insanlara nazaran daha tez aşık olma potansiyeli taşımaktadır. Bilhassa baba sevgisi ihtiyacını karşılayamayan kızlar, kendisinden yaşça büyük erkeklerle babasını özdeşleştirerek aşık olmaktadır.
Aşk halinde biyolojimizin psikolojimize yansımasını da ele alalım. Aşık olan kişinin beyninde endorfin ve morfin salgıları artmaktadır. Bu durum sarhoş edecek düzeyde mutluluk verir ve kişi doğruyu yanlışı ayırt etmekte zorlanır. Akıl, işlevini kaybeder. Atalarımız bu durumu “Aşkın gözü kördür.” diye de tabir etmişlerdir.
Göz biraz açılıp kişiler birbirini tanıdıkça, zevklerin ve heveslerin farklılıkları anlaşılınca yavaş yavaş mantık devreye girer. Halk arasında da aşık olan kişinin melekelerini yitiriyor olduğuna dair şu nükte vardır: “Evlenmeden evvel dört gözünü, evlendikten sonra tek gözünü aç.” Farkına varılması gereken hakikatlere, göz görünce akıl idrak edince erişilmektedir.
Peki aşk duygusunu yaşadığımız takdirde ne yapalım?
Öncelikle şunu kabul edelim ki tüm hissiyatlar biz insanlar içindir. Sevmek, sevilmek her kişinin yaşayabileceği güzel hasletler olup önemli olan bu hoş duyguları had çizgisi içinde yaşayabilmektir. Bilginin güç olduğu esasıyla ilk adım, ‘içinde yaşanılan duyguyu tanıyor’ olmaktır.
Bu hissiyatları ve etkisini bilmek, hayatımızı yönetmeyi ve kontrol etmeyi kolaylaştırır. Evlenecek yaştaysanız karşınızdaki kişi doğru bir insansa tasalanmaya gerek yoktur. Ancak doğru biri olup olmadığını güvenilir insanlarla istişare edip araştırarak teyit etmeliyiz. Zira akıl, sebep-sonuç ilişkisi kurmayı, analitik düşünmeyi sağlar. Aşk duygusu meydana çıkınca, akıl devre dışı kalır.
Aşık olan bir arkadaşınız ise ve karşısındaki kişinin doğru olduğuna inanmıyorsanız onun duygusunu değiştirmeye çalışmak dostluğunuza zarar verebilir. Onu anlamadığınızı düşünerek sizden uzaklaşabilir. Yapılması gereken ona şefkat duygusuyla yaklaşarak karşısında değil yanında olduğunuzu hissettirmektir. Duygularına karşı çıkıyor olmanız arkadaşınızın o hissiyatlara daha da çok sarılmasına sebep olur. Henüz evlilik yaşında değilseniz imtihanınızda kolaylıklar dilerim.
Yineliyorum; sevmek, sevilmek güzel hasletler. Önemli olan bu güzellikleri bize verenin belirlemiş olduğu sınırları bilerek, O’nu ve Resulünü üzmeden yaşayabilmektir. Güzel kalbiniz güzel insanlara denk gelsin. Selametle.