Fikriyatİslam TarihiTarih

Dünya Medeniyetler Silsilesi Arasında: İslam

Sena Akbalık

979Okunma

Kur’an-ı Kerim’de ”O, insanı bir alaktan yarattı.”(Alak,2) ayetiyle insanın özünde alak maddesinin bulunduğu anlatılır. Alak ise bağımlı, tutunan, asılı duran şey manasındadır. Bir bebek evvela annesinin rahminde tutunur ki buna embriyo deriz. Doğumdan sonra da bu tutunma işlemi bitmez, bilakis insanların yakın ilişkiler kurmasıyla bu bağlılık devam eder. Başka bir cihetle insan kelimesi ”e-n-s” kökünden türemiştir. Ünsiyet kuran, yani bu yolla dünya imârethanesinde ahbaplık edip tanış olan demektir. İnsanlar birbirine ve her insan fert fert en nihayetinde Allah’a bağlıdır.

 

Birikim ve etkileşim

Birbirleriyle yardımlaşma halinde bulunan topluluklar medeniyetler oluşturmuşlardır. Bir toplumu medeniyet yapan en önemli saik nedir sorusuna coğrafya, dil, din, ırk veya kadim bir geçmişe sahip olması gibi cevaplar verebiliriz. Prof. Fuad Köprülü meşhur İslam Medeniyeti Tarihi kitabında bunun cevabını “diğer medeniyetlerle etkileşim içerisinde olmasıdır” şeklinde Wilhelm Barthold’den alarak aktarır. Nitekim sıfırdan bir medeniyetin inşası mümkün değildir. İnsanlık tarihi boyunca milletler kendilerinden öncekilerin birikimlerini geliştirir ve yeryüzünü imar edebildikleri ölçüde kendi medeniyetlerini inşa ederler. 

Dünya’nın merkezi diyebileceğimiz bir coğrafi konumda bulunan Ceziret’ül Arab’ı düşünelim. Doğusunda kadim medeniyetlerden Çin, Hint ve Pers, batısında Yunan, Roma ve Mısır medeniyetleri kurulmuş ve insanlık tarihine katkılarda bulunmuştur. Çin, Hint, Mısır gibi kadim medeniyetler nehir merkezli kurulmuşlardır. Yunan Medeniyeti ise yaklaşık 150 koloniden oluşan bir ada devletidir. Koloni kurmak suretiyle antik çağ dünyasında deniz ilminde ileri seviyelere ulaşan Yunan toplumu, kimi tarihçilerce dünya tarihinde sömürgeciliğin temellerini atmıştır. Roma medeniyeti ise İskender’in 12 yıl gibi kısa bir sürede Grek kültürünü taşıdığı topraklar üzerine kurulmuş toplama bir medeniyettir. 

 

İslam medeniyeti doğduğu zaman (622-632) dünya üzerinde hâkimiyetlerini devam ettiren iki önemli medeniyet vardı; Sasani ve Bizans. Bizans imparatorluğu Helen kültürünün devam ettiği topraklara hâkim olup büyük Roma’yı yeniden kurmayı hedeflerken, Doğu’da Sasani Kisra’sı dünyayı Zerdüştlüğün rengine bürümenin hayallerini kuruyordu. Ne var ki dünya hakimiyeti çekişmesinin yaşandığı bir zamanda hiç kimsenin dikkatini çekmeyen bir coğrafyada yepyeni bir medeniyet teşekkül edecekti; İslam Medeniyeti.

 

Niye İslam Medeniyeti?

Sasani’lerde hükümdarın huzuruna çıkarken onun soluduğu havayı halkın soluyup kirletmesini engellemek amacıyla pezam mendiliyle burun kapatılırdı. Tanrı soyundan geldiği inancından dolayı hükümdara secde edilirdi. Bizans’ta ise imparatorun kaftanının melekler tarafından dokunduğuna inanılırdı ve hükümdar tahtırevanlarla taşınarak halkın bastığı yere basması engellenirdi. Tüm bu Tağudi sisteme İslam devletinin lideri  kendisinin karşısında heyecandan titreyene “Ben Mekke’de kuru et çiğneyen bir kadının oğluyum” diyerek cevap vermiştir. Enes bin Malik’ten Allah resulünün mescitte kurulan sohbet halkalarında dizinin seviyesinin ashabının dizinin seviyesinden geçmediği rivayet edilir. Manastırlarda çıkarılan ”gülmek günahtır” safsatalarına mukabil İslam Peygamberi tebessümün sadaka olduğunu vurgulamıştır. Bu, dünyaya yeni bir sestir. Tevazuyu esas alan ve insana değer veren bir ses.

İslam Medeniyetinin diğer Medeniyetlerden en önemli farkı bizce oluşum şekli ve amacı itibariyledir. Kuruluş amacını Kadisiye’de İslam komutanı Rüstem’in Reb’i bin Amir’e “Biz, Allah’ın insanları kula kul olmaktan kendisine kulluğa, dünyanın darlığından ahiretin genişliğine ve batıl dinlerin zulmünden İslâm’ın adaletine çıkaralım diye gönderdiği bir toplumuz.” deyişinin içerisinde bulabiliriz. 

 

Amacı imparatorlara kul olmuş ve baskı altında çalıştırılan insanlara, köleleşmiş dünyaya, tağudi sisteme esenlik olarak Allah dışında hiç kimsenin kulu olmama şuurunu vermektir.  İnsan-ı kamil olabilmek davasını, insanın kendisinin zaten ahsen-i takvim olarak yaratıldığını dünyaya anlatmaktır. 

 

Kuruluş şekline bakacak olursak bir önderin arkasında toplanabilen bir toplumun cemini görürüz. Evvela Allah Resul’ünün ardında toplanan halk sonralarda bir halifenin yönetimiyle birleşmiştir. Yani İslam medeniyeti birlik olmak şuuruyla teşekkül etmiştir diyebiliriz. 

 

Örneğin İslam şehirlerinde mahallelerin ortasında bir cami bulunur, bu caminin etrafına mahalleler daire şeklinde kurulurlar. Kul hakkına girmemek endişesinden dolayı bir ev bir başka evin bahçesine(mahremine) bakamaz aynı şekilde onun manzarasını kapatamaz. Cumbalar yazın mahalleden geçen bir hayvana veya bir insana bir an durup serinlemesi için vakfedilmiştir. Mahalleye yeni bir aile taşınacaksa, mahalle içinden birinin kefaletiyle taşınabilir. 

Batı Medeniyetlerinde ise böyle bir birlik söz konusu değildir. Mahalleler ızgara formundadır. Mahremiyet esas olmadığından evler balkonlu inşa edilir ve binalar alabildiğine görkemli, göğe meydan okurcasına uzundur. İlk lideri Allah Resulünden tevazuyu devralan İslam medeniyetinde ise insanı ezen bir mimari anlayışı yoktur. 

 

Vahiy ve sünnet kaynaklı bu medeniyet, peygamberin vefatından sonra, Hulefa-i Raşidin dönemi(632-661), Emeviler(661-750) Abbasiler(750-1258) ardından Selçuklular ve Osmanlılar dönemlerinde devam etmiştir. Kurulduğu andan inhitatına kadar İslam medeniyeti ilimde ve sanatta dünya medeniyet mirasına çok kıymetli eserler bıraktı. 

 

Peki ya bir medeniyet ne zaman yıkılır ve yeryüzünden silinir? 

Bir medeniyet, o medeniyetin mesajını yeryüzünde hiç kimse taşımazsa tamamıyla yok olur. İslam Medeniyeti yapılarıyla insanlığa sunduğu evrensel mesajıyla ve inananlarıyla varlığını 21. Yüzyılın globalleşmiş dünyasında bir yandan manaya sarılıp bir yandan da maddeyi bırakmayarak devam ettiriyor. Eski kudret ve dünyayı sarsan imajına geri dönebilme potansiyelini içerisinde barındıran İslam medeniyeti bu cihetiyle  tekrar dirilmeyi bekleyen bir medeniyettir. Şuur ve gayretin olduğu yerde ise diriliş yakındır.