Eski inceliklerden, iltifatlardan doğan sevinci taşıyanlardan kim kaldı? Sosyal medyadaki paylaşımlarımıza gelen beğenilerden yaşadığımız haz kadar, gördüğümüz sahici bir iyiliğin kıymeti kalmadı. Gerçek hayatta dolu dolu yaşayacağı huzuru, mutluluğu sanal ortamdaki sığ gönüllerin ilgisine, sevgisine bıraktı insan. Bırakmak da değil aslında teslim oldu bu yitik duygular kabristanına. Benliğimizi yitirdik her düşüncenin, bilginin hırpalandığı; her duygunun anlamsızlıkta boğulduğu yapay bir dünyanın esiri oldu insan.
Bu yapay dünya, en sonunda yapacağını yaptı ve zeka mefhumunu da aldı elimizden. En başat melekemizi kaybeder olduk: akledebilmeyi. Tek tuşluk hareketlere mahkûm kaldık. Emperyalist devletlerin sömürgesi altındaki bir toprakta yaşamıyorduk belki ama topraktan da öte en önemli şeyi, benliğimizi yitiriyorduk. Çok değil, on yıl önce anlamı oldukça büyük olan değerlerin, bugün neyi ifade ettiği dahi bir soru işareti olarak karşımızda durmakta. Gelecek kuşakları bu değerlerden muaf tutup, her türlü hoyratlığı sineye çekerken, hayat merdivenini yarılamış neslin yaşadığı hafıza kaybına ne demeli? Kimi ya da neyi suçlamalı? Sosyal medya gibi yapay bir coğrafyada yapay hareketlerle kısıtlanmış, sınırlandırılmış insanı elinden tutup fabrika ayarlarına döndürmek isteyen fenerler bile bu iki dünyanın kıskacında.
Adeta hakiki dünya düzeni uğruna bu yapay ortamın sinsice kendine çeken taraflarına aldanmama mücadelesi vermekteler. Peki, insana insan olduğunu nasıl hatırlatmalı? Sosyal medya; beğenme, silme, tebrik etme, yerme, engelleme dışında başka eylemlere matuf değilken, merhamet gibi insaniyetimizin temel taşları ilişkilerimizin eğreti ögeleri olarak anlaşılmakta. Katışıksız hislerimiz alay konusu olmakta… Birbirlerini taşlayan insanlar toplumun gündeminden düşmezken, karşılıksız bir iyiliğin raf ömrü saman alevi gibi.
Esasen sosyal medya, sahip olduğumuz zenginlikleri elimizden almakta. Bizi dil fakiri, görgü fakiri, bilgi fakiri ve en önemlisi zaman fakiri yapmakta. Görebileceğimiz nice güzellikleri, duyabileceğimiz ufuk açıcı fikirleri, elde edebileceğimiz pek çok yeni bilgiyi kendi dünyasına kıstırdığı bizlerden mahrum bırakmakta. Neticede okyanuslarda yüzebilecek imkana sahip olan insan kıyının ötesine geçememekte.
Elbette çağı tanımalı. Çağı tanımalı ve çağın getirdiği yenilikleri, dönüşümleri bilmeli. Ancak çağın insan kimliğimizin üzerine toprak atmak için kazdığı çukura da düşmemeli. Mahremiyet kavramını toplum töresine uygun davranmaktan başka bir şey olarak görmeyen, dolayısıyla her şeyi ayan beyan ortaya dökmekten imtina etmeyen zihinlerle savaşmalı. Her türlü fırsatçı düzenbaz bu sanal coğrafyayı bir mayın tarlasına çevirmişken ferasetsizlikte kendimizi bulmamalı. Hakimiyetin kayıtsız şartsız kapitalizme ait olduğu bu sanal cumhuriyette paylaşmak devrim niteliğinde bir eylem. Paylaşma çatısı altından çıkmamalı, ensar olduğumuzu unutmamalı. Materyalistlere rağmen öteki dünyaya sermayelerimizi hazır etmeli. Düşünebilmek şimdilerde çok büyük bir meziyet. Düşünebilmeli, dar fikirlerin düşünebilme yetimize ket vurmalarına izin vermemeli.
Ezcümle, sosyal medyanın insanın şahsiyetini ters yüz eden karanlığına hapsolmamalı. Müslümanlar bundan önce de çok defa uykuya dalmışlardı. Her uykudan uyanışımızda kaybettiklerimiz gün gibi duruyordu karşımızda. Ancak bugün uyanıkken uyuyanlardan olmamalı. Elimizden alınanları hep hatırlamalı. Hatırlamalı ve son kozunu oynayan düzene teslim olmamalı…