Hikaye

Aykız

R. AKMAN

594Okunma

 

 

Semanın yıldızları bu akşam hünerini gösterememiş, sis ve yağmur dolu bulutlar gökyüzünde hâkimiyetini kurmuştu. Ara ara rüzgâr şiddetleniyor, ipte asılı çamaşırlar özgürlüklerini ilan edecek hale geliyorlardı. İnsanlar koşuşturuyor, eve girmeden evvel son alışverişini yapıyor, kimisi ise elinde süslü bir fincan kahve ile bu telaşı izliyordu.

Zeynep yatmaktan sıkılmış, bir an önce iyileşmek istiyor, bu sisli gecenin soğuk yüzünü teni ile buluşturmak istiyordu. Her sabah uyandığı odasını bir haftadır daha farklı seyrediyor, eşyalarına farklı anlamlar yüklüyordu. Masadaki saatin tik tak sesi, pencerenin kıyısından giren rüzgârın korkunç sesi, tavanın köşesindeki örümcek ve minik ağı, giysilerin olduğu beyaz dolap… Uzayıp giden liste bebeğin yatağına gelince sonlanıyor, yüzünde ki anlamsız duygu yerini tatlı, sevgi dolu gülümsemeye bırakıyordu. Zorlu bir doğum haftasından geriye süt akan göğüsler, karnında ki dikişler, yorgun gözler ve tüm acılarını unutturan minik bir bebek kalmıştı. Güzel ahlaklı olsun diye Hz. Yusuf peygamberin ismini vermiş,“ Yusuf’um” diye sever, saniyeler süren uzun öpücükler kondururdu.

Yusuf ile aynı havayı solurken eşinin birkaç kez telaşlı telaşlı odaya girip çıktığını biliyordu. Bu telaş arasında kaybolan ilgiyi fark edip, bir şeyler olduğunun farkındaydı. Zihninde kurduğu kurgular artık rahatsız ediyor, bir an önce bu durumdan kurtulmak istiyordu. Yavaş yavaş yattığı yerden doğruldu. Tüylü, beyaz halıya değen çıplak ayakları bu bedeni taşımak için zorlanacak gibiydi. Yeni doğmuş kuzu gibi bir sağa bir sola yalpalayarak odadan çıktı.

Türkiye’nin siber ordusunda görevli Zeynep ve Ömer evin bir odasını bu iş için ayırmış, odada bilgisayar ve gerekli ekipmanlardan başka bir şey yoktu. Ömer’in sesi boş odada yankılanıyor, bir bilgisayardan diğerine koşuşturuyordu. İnce dudakları arasından fırlamış büyük ön dişleri ile alt dudağını ısırıyor, ara ara tırnaklarından minik parçalar koparıyordu. Çorabının tekini giymemiş, büyük gelen eşofmanını düşmesin diye çekiştirip duruyordu. Sarı saçları arasından beleren mavi gözleri Zeynep’i fark etmişti. Kızgın ama aynı zamanda şefkatle sordu:

– Senin ne işin var burada? Doktor seni uyarmadı mı? Lütfen yatağına geri döner misin?

Zeynep hem Ömer’i dinliyor hem de bilgisayara bakıyordu. Ömer, Zeynep’in gitmesi için ısrar ediyor, o ise kalmak için direniyordu.

-Saldırı haritasındaki bu hareketliliğin sebebi nedir? Yine saldırı mı var?

-Ne zaman olmadı ki?

-Ama bu her zamankine benzemiyor, şaşırarak konuşmasını sürdürdü, yarım saat önce elektrikler gidip gidip gelmişti.

-Biz hallediyoruz sen git!

-Hayır gitmiyorum!

Çift kısa bir tartışma sonrası sakinleşmiş artık birbirlerini daha iyi dinliyorlardı. Ömer’in kaybedecek vakti yoktu. Türkiye’ye yapılan büyük, tehlikeli saldırıyı, bazı şehirlerde elektriklerin hala gelmediğini, Hava Savunma ve Füze Sistemleri gibi birçok yerin tehlike altında olduğunu hızla anlattı. Ömer’in her cümlesinde Zeynep’in gözlerindeki mor halkalar daha belirginleşiyor, omurgası kamburuna teslim oluyordu. Böylesine önemli bir durumu haber vermediği için Ömer’e kızıyor, bencillikle suçluyordu.

-Biliyorum benim için endişelisin. Ama endişelenme çünkü öyle bir zamanımız yok. Yıllar önce atalarımız kar, kış, soğuk demeden cephaneye nasıl mermi taşıdıysa, Mehmetçik nasıl nöbet tutuyorsa bende dikişlerimle, gerekirse bebeğimle bu masanın başına otururum. Ben çekilirsem, o çekilirse kim kalacak meydanlarda! Şimdi dinlenme zamanı değil bir olma vakti.

Hararetli, heyecanlı ses tonu giderek düştü, kelimeler ağzında yavaş ve tane tane çıkıyordu:

-Bu vatan elden giderse ne yetiştirecek çocuğumuz ne de sıcak yuvamız kalır. Ben şu andan itibaren Zeynep değil siber savaşçı Aykız Komutanım. Al bayrağımda dalgalanan Ay’ım.

Takma ismini tok bir sesle söyledi ve konuşmasını bitirip bilgisayarının başına geçti. Ömer önce yutkundu, dudaklarında gururlu bir gülümseme belirdi. Dakikalar süren konuşma sonuca bağlanmış lakin vakit kaybetmişlerdi. İkisi de hızla klavye başında parmaklarını yarıştırıyordu. Klavye sesleri odaya hâkim olmuş ara ara Aykız’ın sesi duyuluyordu:

-Daha hızlı daha hızlı!

Mermiler pusuda beklerken, parmaklar süratle savaşa devam ediyordu. Ömer saldıranların konumunu tespit edip polise bildirirken, tanıdık bir yer fark etti. Bu konum en yakın arkadaşı Hulusi’nin evini gösteriyordu. Parmaklarını geri çekmiş, hayretle ekrana bakıyor tırnaklarından yine parçalar koparmaya başlamıştı. Gördüklerine inanmak istemiyor, sürekli:

-Hayır, bu hainliği yapmış olamaz, diyerek haykırıyordu.

Ömer düşündükçe zihnindeki taşlar yerine oturuyor şüpheli, anlam veremediği davranışları şimdi daha iyi anlıyordu. Sırtındaki hançerin acısını fazlasıyla hissediyor, Aykız’ın seslenmesine tepki bile veremiyordu. Aykız’ın gözleri ekranda, sert sesiyle uyarıyor, kendine getirmeye çalışıyordu. Ömer gözlerini kapatıp başını hızla salladı. Çekmecedeki silahı alıp, ayağa kalktı. Öfkeden yanakları kızarmış, alnında v şeklinde damar belirmişti. Boğazı kurumuş, yeşil gözleri bir o yana bir bu yana teker gibi dönüyordu. Birkaç derin nefes aldı, artık kendine gelmiş daha sağlıklı düşünebiliyordu.

-Onu kendi gözlerimle görmek istiyorum. Bizden çok şey çaldığına eminim. Bilgisayarına bakıp, önemli dosyaları almalıyım. Şuanda işimize yarayabilir, diyerek evden ayrıldı.

Ömer arabasını süratle sürüyor, ihanetin acısını tüm damarlarında hissediyordu. Evin önüne geldiğinde Hulusi’yi tutuklanmış olarak gördü. Dakikalar sonra Ömer’in tükürüğü Hulusi’nin suratında geziyor, kanlara karışarak yere akıyordu. Onu bırakarak eve girdi birçok sırlı, gizemli dosya artık emin ellerdeydi. Ülkede herkes birbirine kenetlenmiş, kim elinden ne gelirse onu yapıyor, Aykız ise klavye sesleri arasına karışan bebeğinin ağlama sesini dinliyordu. Yusuf dakikalarca ağlamış, boş midesini doldurmak için inat ediyordu.

Aykız hızla ayağa kalktığında dikişlerinde kuvvetli bir acı hissetti. Sanki biri sürekli iğneler batırıyordu. Yusuf’u alıp geri geldiğinde dikişlerinden akan kan damlacıkları eline sıcakça dokunuvermişti. Yusuf bu telaşın ortasında keyifle sütünü emiyor, Aykız ise acıların kol gezdiği bedeni ile siber savaşa devam ediyordu. Saatler süren savaş bitmek üzereydi. Birliğin sonu aydınlık bir sabahtı. Aykız’ın ter akan suratında zafer gülüşleri beliriyor, arada Yusuf’u kokluyordu. Bu savaşın neferleri saldırı haritasında anlamlı bir imza bırakmıştı: Ay ve yıldız!

Zeynep kapı sesi işitince gözlerini kamerayı gösteren ekrana çevirdi. İki maskeli adam bulunduğu odaya geliyordu. Boş çekmeceye bakıp, hızla Yusuf’u bağrına bastırdı, ceketiyle örttü. Kelimeişehadeti getirirken, Yusuf’un yanağına birkaç damla gözyaşı düştü. Kapı usulca açıldı ve iki el ateş sesi yankılandı. Oda tamamen sessizleşti. Yusuf’un inip kalkan göğsü ve şehitler kervanına katılmış Aykız’ın bedeni öylece duruyordu. Yusuf bir gün büyüyecek hainlerin korkulu rüyası olacaktı. O artık şehit oğluydu. Sonsuza kadar sürecek destanın bir parçası, Zeynep’in oğluydu.

O Komutan Aykız’ın oğluydu.

Son…

Her son bir destanın başlangıcıdır.

Bu öykü,

seneler boyu süren  savaşta gecesini gündüzüne katıp bu topraklar için mücadele eden siberin gizli kahramanlarına ithafen yazılmıştır…”