Zamanın kıymetince geçtiği, ahir zaman alâmetlerinin henüz belirgin bir şekilde yaşanmadığı, her zamanda ve mekânda şerefli olan İslam’ın şerefli Müslümanlarının bulunduğu, Allah’ın mukaddes günlerinden bir gündü. Gün huzurdu, gün bayramdı, gün Cuma’ydı. Tarih 1260’ları gösteriyordu. Mekân üçüncü mukaddes belde olan, hastalık dışında hiçbir düşmanın orada yaşayan halka zarar veremeyeceği müjdesini bizzat Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) verdiği bereketin merkezi Kudüs’tü. ( Ahmed b. Hanbel, Müsned, 36/657) Mescid-i Aksa’ ya 5 metre, Burak Duvarı’na ise 2.5 metre mesafede olan, dünyevî rakamlarla ölçüldüğünde küçük denilebilecek ancak kapısından içeri adım atıldığında bambaşka bir huzurun yaşandığı bu dükkan Filistin’in en kadim ailelerinden birine mensup olan İmad Abdullah Bergusi’ ye aitti.
Bergusi, Kudüs’ün en eski mürekkep ustalarından biriydi hatta hayatta olan tek mürekkep ustasıydı. O bir hazineydi Kudüs için. Bir hazine, başka bir hazineyi almıştı sînesine. Yetmiş yılı aşkın bir zamandır bu işle meşgul olan Bergusi, şu an doksanını geçmiş ancak hala aynı hassasiyet ve istikrarla işine, aşkına, davasına devam ediyordu. Çünkü bu meşguliyet onun davasına sahip çıkarken kullandığı silahıydı.
Selahaddin Eyyübî’nin Kudüs’ü fethinde on yaşında olan Bergusi bereketin, medeniyetin ve ilmin merkezi olan Kudüs’ü ziyaret eden her nasipdâra o kutlu günü anlatıyor, her defasında tekrar tekrar yaşıyordu.
Ah Selahu’d-dünya ve’d-din! O nasıl bir fetihtir ki yıllardır gülmeyen yüzünde tebessüm, emanete sahip çıkmanın haklı gururu ile gözlerinden süzülen yaşlar ve tekbir getiren koca bir kâinat… Allah-u Ekber! Ekbersin Allah’ım! Ehad! Ehad! Ehad! Bilâl-i Habeşîce Ehad! Çocuklar öyle mutlu ki sanki kalpleri yerinden çıkacak gibi, kahkahaları tüm arşta yankılanıyor, ‘’el-kudsü lena’’ diye haykırıyorlar olanca güçleriyle. Kadınlar, erkekler secdede, ihtiyarlar Mescid-i Aksa’nın toprağını öpüyor ak sakallarından damlayan gözyaşları ile birlikte.
Bergusi diğer çocuklar gibi kahkahalarla gülmüyor aksine ağlıyor; hem ağlıyor hem koşuyordu. Birini kaybetmişçesine endişeli ama nereye koşuyor, kimi arıyordu? Bir anda durdu, nefes nefese kalmıştı. Gülümsüyordu karşıya bakarak. Küçük mücahit meğer Fatihi arıyormuş. Sonra yeniden koşmaya başladı Bergusi, Selahaddin’e doğru koşuyordu. Ve nihayet yanına ulaştığında dizlerinin bağı çözülerek özgür Kudüs’ün özgür topraklarına düşmüştü.
Selahaddin tuttu hemen on yaşındaki Bergusi’yi. ‘’Kalk’’ dedi, ‘’sana yerde olmak yakışmaz, sen mücahitsin, sen İslam’sın, sen halifesisin Allah’ın, kalk ve kıyama dur, sonra koş özgür Mescid-i Aksa’ya. Allah’ın aslanı Hz. Ali’ nin Rasulullah’ a (sallallahu aleyhi ve sellem) iman ettiği yaştasın. Nasıl ki o Alemlerin Sultanı’nı canı pahasına korudu ise sen de Alemlerin Sultanı’nın ümmete emanetini canını ortaya koyarak koruyacaksın. Hadi’’ dedi. O anda Kubbetü’ s-Sahra’dan yükselen fetih ezanı ve ardından okunan ayet o günden sonra Mescid-i Aksa’ nın Ali’si olan Bergusi’ yi sarsmıştı. Halbuki hafızdı, zaten ezberindeydi yıllardır ayetler ancak sanki ilk defa duyuyor gibiydi ‘’Yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem olsaydı, deniz de mürekkep olsaydı yine de Allah’ın sözleri tükenmezdi. Allah azizdir, hakimdir’’ ayetini. Bir anda fethi düşündü, Mescid-i Aksa’yı ve onun için yapabileceklerini. Şüphesiz bu fethi de nasip eden Allah’tı ve Allah anlatılmaya en layık olandı. Halbuki ne ağaçlar ne de denizler yeterdi Allah’ı (celle celaluhu) anlatmaya ama insan gücü nispetinde yapabileceklerinden sorumluydu.
Bergusi hem hocası, hem mürşidi olan mürekkep ustası Şeyh Ahmet Yasin’in yanına giderek kendisine bu kadim mesleği öğretmesini istiyordu. Çünkü elinde son bir damla mürekkep kalsa dahi onunla Malikü’ l-Mülk’ ü yazmalıydı, yazılmaya en layık olan Muzafferi, kendisini var edeni yazmalıydı çünkü tüm bu yaşadıkları O’nun ol demesiyle var olmuştu. Hocası, mürşidi ve şimdi de ustası olan Şeyh Ahmet Yasin vefat edince ona olan vefasından da dolayı davasına sahip çıktığı gibi ustasının emaneti olan dükkanına da sahip çıkmış ve mürekkep ustası olmuştu Bergusi.
Allah’ın kudretini ve İslam’ın izzetini yıllarca yazan Bergusi, bereketi ziyarete gelenlere her zaman fethi ve yaşadıklarını anlatarak ‘’Elimizden ne geliyorsa yapalım. Eli kalem tutanlar bu davayı yazsın. Hitabeti güçlü olanlar bu davayı konuşsun. Herkes bir şey yapsın’’ diye nasihat veriyordu. Çünkü onun nazarında kalemi ve mürekkebi dava yolundaki en sadık dostlarıydı.
Mühim Not: Bu kurgu hikayede Emad Abdullah Bergusi adlı zat Filistinli olup günümüzde İsrail mahkemeleri tarafından 67 kez müebbet hapisle cezalandırılan, 5200 seneye mahkum edilen mühendis Abdullah Galib Bergusi’ yi temsil etmektedir. Kudüs’ deki mürekkep dükkanı ise yine günümüzde hizmet veren ve Yahudilerce 41 milyon dolara satın alınmak istenen İmad Ebu Hatice’nin bakkal dükkanıdır. Hikayedeki kahramanın hocası konumundaki Şeyh Ahmed Yasin günümüz Filistin direnişinin örnek ve önder liderlerinden olup 22 Mart 2004 tarihinde tekerlekli sandalyesiyle sabah namazını kıldığı camiden çıkarken siyonist rejimin hava kuvvetlerine bağlı apaçi helikopterler tarafından atılan füzelerle şehit oldu.
Hikayemizde bu şahısları ve verdikleri Kudüs mücadelesini, Selahaddin Eyyübi’nin hayatında konumlandırarak kurguladık. Metinde yer alan diyaloglar da kurgunun bir parçasıdır. Hikayedeki kahraman, çocukluğundan beri Kudüs mücadelesi veren tüm Filistinli mücahidleri temsil etmektedir. Bu kurguyu yapma sebebimiz Mescid-i Aksa’ nın durumunun ve Filistinli mücahitlerin zaman geçse de (13. asır veya 19-20. asır) ahvallerinin ve mücadelelerinin değişmediğini vurgulamaktır.