İsrail’in Kudüs başta olmak üzere Filistin topraklarında işlediği cinayetlere her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Gerek dünya basınında gerekse sosyal medyaya yansıyan bölgeden paylaşımlar Müslümanların kalbine bir ok gibi saplanıyor. Kudüs’te savaş ve esaretin yerine özgürlük ve barış ne zaman ve nasıl gelecek? Uzun yıllardır bölgenin nabzını tutan isimlerden gazeteci yazar Turan Kışlakçı ile konuştuk.
New York Times’ın 1999’daki bir raporuna göre “İki ülke arasındaki stratejik ortaklık, Ortadoğu politikalarını değiştirecek potansiyele sahiptir.” ifadesi bulunuyor. Aynı zamanda Ortadoğu üzerinde çalışmalar yapan uzmanlarımız da İsrail’in Türkiye’den gelecek hiçbir teklife kapılarını kapatmaması gerektiğini, iki ülkenin uzlaşmasıyla Ortadoğu’da huzurun hâkim olacağını anlatıyorlar. Sizin bu konudaki değerlendirmeleriniz nasıldır?
Türk- Yahudi ilişkileri ve Müslüman-Yahudi ilişkileri üzerinden değerlendiriyorum. Tarih boyunca Yahudileri koruyan Müslümanlar olmuştur. Hz. Ömer Kudüs’ü fethettiğinde “Burası onların da kutsal beldesidir.” diyerek Yahudileri, ilk Hz. Ömer Kudüs’e getirmiştir. Haçlılar bu coğrafyaya geldiklerinde Yahudileri ve Müslümanları katletmişler fakat Selahaddin-i Eyyubi Yahudilere de sahip çıkmıştır. Müslümanlar, Endülüs’ten kovulduklarında Yahudiler de kılıçtan geçirilmişti. Yahudilere yine Osmanlı sahip çıkmıştır. 18. yüzyılda Batı “Yahudi sorunu” adı altında (Yahudi sorununu ilk kavramlaştıran batılılardır.) Yahudileri katlederken, Batıdan kovmaya çalışırken yine Osmanlı onlara kucak açmıştır. Fakat bu sefer yeni bir şey doğmuştu; Siyonizm.
Yahudileri ahtapot gibi sarmaya başladı. Bu düşünce Yahudileri yaklaşık bin iki yüz yıldır Yahudilere sahip çıkan Müslümanlara karşı kışkırttı. Yahudilere, Müslümanların bu coğrafyada onları yüz yıllar boyu koruyup kolladığını hatırlatmak lazım. İkincisi Türk- Yahudi ilişkisi tarih boyunca hem Osmanlı dönemi hem Türkiye Cumhuriyeti döneminde mevcut. İkinci cihan harbinde kovulduklarında geldikleri yer burasıydı. Şunu görüyoruz, Yahudiler bu anlamda Türkiye’ye büyük saygı duyuyor. Fakat Siyonistler, bunu farklı bir anlamda kullanıyor. Özellikle Hristiyan Siyonistler Yahudileri, Müslümanlara ve Türklere karşı kışkırtıyorlar.
Bunu bir bu bağlamda okumak var. İkincisi yıllardır orayı işgal eden, Müslümanları kovmaya çalışan, Filistinlilerin topraklarını gasp eden bir yönetim var. 1978 yılında FKÖ’ ye Ankara’da ilk ofis açtıran ülke Türkiye’dir. Anlıyoruz ki devlet bu anlamda siyonistlerin Filistin’e karşı yaptığı politikalara karşı ve sonuna kadar Filistinlilerin haklarını savunuyor. Fakat ilişkileri kopararak olmamalı. Bu coğrafyada Yahudilerin, Siyonist Yahudiler ve Hıristiyanlar tarafından yönlendirilmeden onları bundan uzak tutacak şekilde bizim bu politikayı yürütmemiz gerekiyor. İsrail içinde de Siyonistlerin bu uygulamalarından rahatsız olan birçok Yahudi de var. Tabi onlar buraya sürüldüler. Batılılar onları bilerek buraya sürdüler. Yahudileri ileri bir karakol olarak kullanıyorlar, bizim bu oyunu anlamamız gerek. Yahudilerin ekseriyeti bunu farkında değil, sanıyorlar ki biz devlet kurduk.
Filistin dâvâsını yalnızca Arapların meselesi olarak görmek bizi nasıl bir yanlışa sürükler? İslam ülkeleri nasıl bir çalışma yürütebilir?
Filistin ilk olarak Türkiye’nin meselesidir. Filistin, Osmanlı toprağıydı. Osmanlı oradan çekilmek zorunda kaldığında, Filistin’e İngilizler hâkim oldu. Hâlâ Kudüs’te, Gazze’de birçok Filistin toprağının tapusu Sultan Abdülhamid’in üzerine, Osmanlı’nın toprağı olarak gözüküyor. Türkiye bundan dolayı Filistin davasına sahip çıkıyor. Fakat bazı Arap ülkeleri Filistin davasının yanındaymış gibi gözüküp, Filistinlilere hep ihanet ettiler. Filistin davası üzerinden kendi koltuklarını korumaya çalıştılar. Türkiye ise bunu yapmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan insani, dini ve tarihi sebeplerden Filistin’e sahip çıktı. İkincisi Filistin’in kutsallığından dolayı sahip çıktı. Bizim orda tarihi eserlerimiz var, ilk kıblemiz var.
Filistin dâvâsına en çok sahip çıkan ülke Türkiye. Burada da tabii başta Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan geliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün sadece Türkiye’nin değil bütün İslam dünyasının lideri olduğu için BM’de de bunu sık sık dile getiriyor. ‘Dünya beşten büyüktür.’ sözünün ana hedefi budur. Katolikleri, Ortodoksları, Budistleri, Hinduları savunan ülkeler var fakat Müslümanları savunan bir ülke yok. Bir ülkenin olması gerekiyor. Onun için Cumhurbaşkanımız diyor ki: “Dünyada en çok Müslümanlar olmasına rağmen güvenlik konseyi içinde olmamaları, Müslümanları savunan olmaması bir problemdir. Bundan dolayı dünya beşten büyüktür.”
FKÖ’nün raporunda 2000 yılından sonra Filistin’de 55’ten fazla gazetecinin öldürüldüğü bilgisi var. Bu gazeteciler sadece Filistin halkından değil başka milletlerinde medya temsilcileri, gazetecilerin basın özgürlüğü konusunda bir çalışma yapılıyor mu?
İsrail’in gazetecilere ve sivillere yönelik saldırıları var. Bunu BM içinde ve uluslararası kurumlar içinde savunabilecek büyük bir kurum yok. Batıda sivil toplum örgütleri nadiren var, savunuyorlar. Sivil halkta ise Filistinlilerin haklarını savunan yüzde yetmiş-seksenlik bir oran mevcut. Devletler maalesef İsrail’le birlikte çalıştıkları için daima İsrail politikalarını savunucu tavır ortaya çıkıyor. Filistin davasını batı medyası üzerinden görüyoruz. İsrail bütün kurgusunu yalan üzerinden inşa ediyor. Diyorlar ki: “Biz buraya geldiğimizde Filistinliler yoktu. Orası çoraktı, hiçbir tarihi eser yoktu.” Bunu Yahudiler de Hıristiyanlar da biliyor ki Hazreti İsa da orada yaşadı, orası kadim topraklar. Orası çorak bir yer değildi.
Örneğin 2002 yılında Gazze’de Filistinli bir çocuk öldürülmüştü, canlı yayında bir Fransız kameraman çekmişti. İsrail görüntüyü Filistinliler öldürdü şeklinde servis etti. Fransız kameraman çıktı, görüntüyü verdi. O kameraman hem işinden oldu hem de hiçbir yerde tutunamadı. Bundan dolayı bizim İslam dünyasında olayları dünyaya aktarabilecek çok profesyonel gazetecilere ihtiyacımız var. Şirin Ebu Akile Hristiyan bir kadındı ve Filistin davasına sahip çıkıyordu. İsrail’in düzenli bir şekilde Filistin’i dünyaya aktaran insanları hedef aldığı ortada.
BM İsrail’e yaptırım uyguluyor mu?
BM kararlar alıyor ama uygulayamıyor. Çünkü dünyanın beş büyük devleti bunu engelliyor. BM, İsrail’in Filistin’e yaptığı her saldırıyla ilgili rapor hazırlar. Fakat İsrail bir bu raporları reddeder. Çünkü bu raporların güvenlik konseyinden geçmesi gerekir. Güvenlik Konseyi’nde Rusya bunu reddediyor, İtalya bunu reddediyor, Fransa bunu reddediyor.
Ret oyu verdiği zaman da İsrail’e karşı bir yaptırım yapamıyorsunuz. O zaman burada “Dünya beşten büyüktür.” cümlesi yeniden önem kazanıyor. BM rapor hazırlıyor ama bunun cezai uygulaması olmuyor. Filistin’e karşı dünyada ciddi bir iki yüzlülük var.
Filistin meselesi hakkındaki STK, seminerler ve programları yeterli buluyor musunuz?
Çok büyük vakıflar, dernekler var ama birçok alanda yetersiz çalışmalar yapıyorlar. Meselâ Filistin davasıyla ilgili siz büyük işler yaptığınızda dünyanın hangi yerinde yankı yapıyor? Düşünün 1940’larda 50’lerde bile Filistin’le ilgili bir sempozyum yaptığınızda bütün dünyayı etkiliyordu. Fakat şu anda her ay onlarca program yapıyorsunuz dünyada hiç kimsenin haberi olmuyor. Filistin davası hakkında İslâm dünyası hâlâ yeterli bilgiye sahip değil. Müslüman vakıf ve derneklerinin daha şuurlu hareket etmesi gerekiyor.
Mahmut Abbas ve İsmail Haniye ikisi de güçlü isimler. İkisi nasıl bir kurtuluş vaat ediyorlar? Türkiye politik olarak onlara nasıl yaklaşıyor?
Şimdi Türkiye bu konuda devlet olarak üstte durur. Fakat haklının yanında durur ama diğerini de terk etmez. Diğerine de sahip çıkar ama haklının yanındadır. Ama üstten bakar. Hepsini kucaklamaya çalışır. Çünkü sen Osmanlısın. Sen İslam dünyasını siyasal olarak kucaklamaya çalışıyorsan hepsini kucaklaman lazım. Ve o hata yapanların da hatalarını düzeltmeleri için uyarman lazım. Çünkü onların hata yapmalarının sebebi arkalarında onlara destek verenler var. Onları Türkiye’ye karşı kışkırtanlar var. Ve Türkiye’nin de onların başkaları tarafından kullanılmamaları için buna dikkat etmesi gerekiyor.
Filistin dâvâsıyla ilgili tavsiye edebileceğiniz kitaplar var mı?
Maalesef birkaç kitap var. Bugün bu konuda ciddi yazılarımızın olması lazım. Yahudilerin de okuduğu, Hinduların da okuduğu kitaplar olmalı. Muhammed İkbal, Filistin konusunda yazdığı zaman Gandhi bile destek verdi. Hindular, Muhammed İkbal’in yanında durdu. Bugün Muhammed İkbal gibi Filistin davasını anlatacak kimse yok. Muhsin Abdulhamid ve Said Şamil’in önemli kitapları var. Said Şamil’in en önemli kitabı “Filistin Dâvâmız” Muhsin Muhammed Salih’in ise “Kudüs’e giden yol” kitabı var.
Filistin’de bulunduğunuz zamanlarda sizi etkileyen olaylar neydi, birkaç hatıranızı paylaşır mısınız?
İsrail Gazze’yi bombaladığında Mısır’dan Gazze’ye gidiyorduk. Üzerimize bombalar yağıyordu. Mısır tarafından geçerken içimde her an vurulabiliriz korkusu vardı. Fakat Gazze tarafına geçtiğim zaman çocukların sokakta oynadığını, sadece bazı anlarda sağa sola yürüdüklerini fark ettim. İnsanların korku dolu halde olmadıklarını görünce ben de rahatladım. Oradaki halkın o ruhu beni çok etkilemişti. Bir yandan bombalar yağıyor ama insanlar yaşamlarını da sürdürüyordu. İkincisi o duvar yıkıldığında oraya gitmiştim.
Filistin’e o tünellerden geçiş beni etkilemişti. Karşıdaki bedevilerin destekleriyle Gazze’ye nasıl girdikleri… Karamsarlık yok. O kadar baskı ve ambargo altındasın karamsarlık yok, dedikodu yok, haset yok, bir hayat mücadelesi veriyorlar.
Ümmetin, Gazzeli’lerde olan o hayat mücadelesini kaybettiğini düşünüyorum. Hâlbuki bizdeki o hayat mücadelesi daha çok olmalı. Fakat bugün herkes karamsar. Müslümana karamsarlık yakışmaz. Üretmek, çözüm aramak gerekiyor. Bir yol kapalıysa başka bir yol aramalısınız ve çözümler bulmalısınız. Bu ruhu kaybettik. Filistinlilerde bunu görünce çok sevinmiştim.