Her insan doğası gereği mutlu ve huzurlu olmayı istemektedir. Tarihi serüven içerisinde bu durum hiç değişmemiştir.
İnsanlar, yaşamının temelini mutluluğa ve huzura endekslerken; huzurunu ve mutluluğunu bozacak her türlü düşünce, olay ve örgütlü yapıdan uzak durmayı yeğlemiştir. Ancak unutmamak gerekir ki hiçbir insanın yaşamında mutluluk ve huzur daimi olamamıştır. Ayrıca insanlar hep mutlu olsa huzurun ve refahın kıymeti bilinemeyeceği gibi sürekli olan mutluluk da belirli bir süre sonunda insanlarda bıkkınlık ve mutsuzluk meydana getirecektir. Çünkü değişmeden devam eden her durum ve duygu belirli bir süreden sonra etkisini kaybetmektedir.
Türk insanı, mutluluğu ve huzuru ararken karşılaştığı güncel olayları genellikle geçmişle kıyaslamakta ve ona göre bir çıkarım yapmaktadır. Örneğin, gençlerin yaşamında kendi iç dünyasına uymayan hareket ve davranışları gören kimi insanlar bu hareket ve davranışları geçmiş dönemde yaşamış olan gençlerin hayatı ile kıyaslamakta ve eleştirmektedir.
Günümüzde bu eleştirisel durum devam etmekle beraber hemen hemen her olay ve kişi karşısında kendisini göstermektedir. ‘‘Nerede o eski gençler… Nerede o eski insanlar… Nerede o eski ramazanlar… Nerede o eski gelin ve damatlar… Nerede o eski devlet adamları… Nerede o eski akrabalar…’’ gibi ifadelerde eski zamanlara duyulan özlemi, sevgi ve mutluluk anlayışını bulabiliriz.
Türk insanının sürekli olarak geçmişle günümüzü kıyas etmesine geçmiş döneme ait olan eserler çerçevesinde bakacak olursak; geçmiş dönemlerde de yine günümüz insanının yaptığı gibi geçmişe özlemle atıf ve kıyaslama yapıldığı görülecektir. Yani geçmiş dönemin insanı da o dönemim olaylarını eleştiriyor, o dönemin insanı ile kendisinden önceki dönem insanını kıyaslıyor.
Geçmişe özlem, sevgi ve mutluluk ve huzur ekseninde bakıyor. Nitekim konuyla ilgili tarihin eşsiz eserlerinden biri kabul edilen Balasagunlu Yusuf Has Hâcib’in yazdığı Kutadgu Bilig’de şu ifadeler geçmektedir:
“Helâl büsbütün ortadan kalktı, haram çoğaldı. Helâlin adı kaldı. Onu şimdilerde gören bile yok. Haram kapış kapan gidiyor; ama bir türlü ne doyan ne de harama haram diyen var. Onu bırakıp helâl yiyen ise hiç yok.
Dünyanın hâli tamamen değişti. İnsanların gönlü ile dilleri birbirine uymuyor. Hâl böyle olunca ben bilgiyi, yüzde bir işte bile kullanamam.
Halktan vefa gitti. Yerini cefa aldı… Akrabalar arasındaki yakınlık kalktı. Kardeşlik uzaklaştı… İnsanları ancak para birbirine yaklaştırdı.
Küçüklerde terbiye, büyüklerde bilgi kalmadı.
Emanetin adı kaldı yerine getiren yok.
Doğruluk, yerini nice eğriliğe bıraktı.
Cemaatler çok, camiler az idi, şimdi camiler çoğaldı, cemaat azaldı.
Müslümanlar karıştı, birbirlerinin etlerini yiyorlar. Kâfirler ise tam bir huzur içinde yaşıyor.
Oğul, babaya babalık eder oldu.
Oğul kız, babaya saygıyı bıraktı. İhtiyar kelimesi, hakaret sayıldı.”
Yukarıda Kutadgu Bilig’de geçen ifadelerden de anlaşılacağı üzere; Kutadgu Bilig’in yazıldığı XI. Yüzyılda da (Selçuklu ve Osmanlı devletlerinden önce!) yaşanılan olaylar ve karşılaşılan durumlar eleştirilmektedir. Geçmişe yönelik özlem dile getirilmekte ve kıyaslamalar yapılmaktadır.
İnsanların geçmişe yönelik hasretini; üzerlerinde yaşadıkları coğrafyanın, sahip oldukları teknolojinin, kültürleşmenin vermiş olduğu etkinin ve bu etki neticesinde değişen, gelişen insan davranışları oluşturmaktadır.
Netice itibariyle Türk insanı yaşamı boyunca mutlu ve huzurlu olmayı istemiştir. Mutluluğu ve huzuru ararken karşılaştığı olayları ve insan davranışlarını sürekli olarak geçmişle kıyas etmekte ve bugünün olaylarına karşı eleştirisel olarak yaklaşmaktadır. Ancak geçmiş dönemde yaşamış olan insanlar da kendi dönemleri ile geçmişi kıyaslamakta ve yaşadıkları dönemi beğenmemektedir. Bu durum yazılan eserlere de yansımıştır. Geçmişe duyulan sürekli bir özlem ve saygı; mutluluğun ve huzurun kaynağını geçmişte aramaya dönüşmüştür.
Türk insanı neden sürekli geçmişini özlüyor? Neden sürekli geçmiş olayları ve insanları şimdiki olay ve insanlarla kıyaslayıp, geçmişi haklı görüyor? Bu sorulara hâlen tatmin edici cevaplar verilememiştir.
Bizim buradaki amacımız insanları geçmişi ile kavga ettirmek değildir. Geçmişe duydukları hasreti de yanlış buluyor değiliz. Ancak insanların sürekli olarak geçmişe duydukları özlemi anlamaya çalışıyoruz ve bu konunun tarihi yönünün aydınlatılmasını yeğliyoruz.
Ahmet Ünal